
Durun bir…
Önce şöyle güzelce oturup az soluklanın…
Sonra da hayatınıza girmiş en zarif insanı bir düşünün.
Seçim yapmakta zorlanıyorsanız hadi birkaçını düşünün:
Oturması, kalkması…
Ses tonu, nezaketi…
Başkasını yargılama veya kendini savunma tarzı, her koşulda iyi niyeti, sükuneti, arkadan konuşmayı sevmezliği, açık sözlülüğü, sırdaşlığı, merhameti, vefası…
Ve ifade becerisi tabii…
‘Meramını dile getirme ustalığı’ diyelim…
Kırmadan dökmeden…
İncitmeden, yaralamadan…
Hayatınıza girmiş en zarif insan...
Yahut hayatınıza girmiş en zarif insanlar...
Kadın ya da erkek; belki de bir genç…
Bir düşünün kim, kimler?
★★
Ben de düşüneyim:
Mesela; Mustafa Kutlu gibi, Mahmut Şahin gibi, N. Nâzân Bekiroğlu gibi, Füruğ Ferruhzâd gibi, Roni Margulies gibi, Halil Cibran gibi, Talat Sait Halman gibi hayatıma doğrudan veya dolaylı yoldan girmiş; yazdıkları kadar eşyaya ve diğer şeylere, olgulara, duygulara dokunma tarzıyla da beni çok etkilemiş, hatta etkilemenin çok daha ilerisinde ‘büyülemiş’ birileri var ve işte onlardan biri şunları söylüyor:
‘...ama uzaktan zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan ne bilge sözler dinledik…’
‘…özlemek , ne derin bir duygu böyle, özlemek ne uzun bir mesafe...’
‘…der misin ki bir gün; İnşallah çok bekletmedim seni...’
‘…yine de biri çıksa, nasılsın dese, alışkanlıkla iyiyim diyeceğim…’
‘…sevgisizliğin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına baş kaldırmaktır…’
‘…çıktığım her yerin kapısını sert kapatmamla tanınırken, senin kapın çarpmasın diye arasına elimi koydum...’
Zarafetine, ruhunun inceliğine bakar mısınız?
‘…bir değirmendir bu dünya, öğütür bir gün bizi…’ diyor ya; tam da bu dizeyi okur okumaz aklıma hemen Nietzsche’nin ‘Bu dünya hassas ruhlar için bir cehennemdir’ deyişi geliyor.
O da harikulade zarif bir insan hiç kuşku yok ki.
★★
Dönüp devam ediyorum:
‘...ah şu yalnızlık, kemik gibi, ne yana dönsen batar…’
‘…gökyüzüne bakmayanların kalbi, daha çabuk kirlenir...’
Sonra öyle bir soru soruyor ki:
‘…insan, gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz. Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi?..’
‘…on yedi yaşındaki delikanlıların bile iki kat yaşlılarınki kadar dolu yürekleri…’
Niye? Bu ne kadar zor bir soru, değil mi?
Ve 1987 yılında, henüz 47 yaşında, kendi hikâyesini kendi üslûbuyla nasıl bitiriyor, biliyor musunuz?
‘Burası dünya
Ne çok kıymetlendirdik...
Oysa bir tarla idi
Ekip biçip gidecektik…’
diyerek…
★★
Kim peki bu zarif insan?
Yüreği ister istemez ağulu dünyanın reçinesine bulandığı halde etrafına nezaket ve zarafet saçmış, dünyaya taze kan gibi duygu ve efkâr pompalamış bu dağlar gibi güçlü ozan…
Kim?
Biliyor musunuz?
Cahit Zarifoğlu...
★★
Eğer onunla -yazdıkları, söyledikleri üzerinden ve yani dolaylı yoldan- henüz tanışmadıysanız hemen bir bakın, bir araştırın; bu zarif insanı içinize, en derûnunuza buyur edin derim.
Önce şöyle güzelce oturup az soluklanın…
Sonra da hayatınıza girmiş en zarif insanı bir düşünün.
Seçim yapmakta zorlanıyorsanız hadi birkaçını düşünün:
Oturması, kalkması…
Ses tonu, nezaketi…
Başkasını yargılama veya kendini savunma tarzı, her koşulda iyi niyeti, sükuneti, arkadan konuşmayı sevmezliği, açık sözlülüğü, sırdaşlığı, merhameti, vefası…
Ve ifade becerisi tabii…
‘Meramını dile getirme ustalığı’ diyelim…
Kırmadan dökmeden…
İncitmeden, yaralamadan…
Hayatınıza girmiş en zarif insan...
Yahut hayatınıza girmiş en zarif insanlar...
Kadın ya da erkek; belki de bir genç…
Bir düşünün kim, kimler?
★★
Ben de düşüneyim:
Mesela; Mustafa Kutlu gibi, Mahmut Şahin gibi, N. Nâzân Bekiroğlu gibi, Füruğ Ferruhzâd gibi, Roni Margulies gibi, Halil Cibran gibi, Talat Sait Halman gibi hayatıma doğrudan veya dolaylı yoldan girmiş; yazdıkları kadar eşyaya ve diğer şeylere, olgulara, duygulara dokunma tarzıyla da beni çok etkilemiş, hatta etkilemenin çok daha ilerisinde ‘büyülemiş’ birileri var ve işte onlardan biri şunları söylüyor:
‘...ama uzaktan zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan ne bilge sözler dinledik…’
‘…özlemek , ne derin bir duygu böyle, özlemek ne uzun bir mesafe...’
‘…der misin ki bir gün; İnşallah çok bekletmedim seni...’
‘…yine de biri çıksa, nasılsın dese, alışkanlıkla iyiyim diyeceğim…’
‘…sevgisizliğin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına baş kaldırmaktır…’
‘…çıktığım her yerin kapısını sert kapatmamla tanınırken, senin kapın çarpmasın diye arasına elimi koydum...’
Zarafetine, ruhunun inceliğine bakar mısınız?
‘…bir değirmendir bu dünya, öğütür bir gün bizi…’ diyor ya; tam da bu dizeyi okur okumaz aklıma hemen Nietzsche’nin ‘Bu dünya hassas ruhlar için bir cehennemdir’ deyişi geliyor.
O da harikulade zarif bir insan hiç kuşku yok ki.
★★
Dönüp devam ediyorum:
‘...ah şu yalnızlık, kemik gibi, ne yana dönsen batar…’
‘…gökyüzüne bakmayanların kalbi, daha çabuk kirlenir...’
Sonra öyle bir soru soruyor ki:
‘…insan, gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz. Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi?..’
‘…on yedi yaşındaki delikanlıların bile iki kat yaşlılarınki kadar dolu yürekleri…’
Niye? Bu ne kadar zor bir soru, değil mi?
Ve 1987 yılında, henüz 47 yaşında, kendi hikâyesini kendi üslûbuyla nasıl bitiriyor, biliyor musunuz?
‘Burası dünya
Ne çok kıymetlendirdik...
Oysa bir tarla idi
Ekip biçip gidecektik…’
diyerek…
★★
Kim peki bu zarif insan?
Yüreği ister istemez ağulu dünyanın reçinesine bulandığı halde etrafına nezaket ve zarafet saçmış, dünyaya taze kan gibi duygu ve efkâr pompalamış bu dağlar gibi güçlü ozan…
Kim?
Biliyor musunuz?
Cahit Zarifoğlu...
★★
Eğer onunla -yazdıkları, söyledikleri üzerinden ve yani dolaylı yoldan- henüz tanışmadıysanız hemen bir bakın, bir araştırın; bu zarif insanı içinize, en derûnunuza buyur edin derim.