
‘Bulunmaz Hint kumaşı’ deyimini illaki duymuşsunuzdur.
Dilimizde ‘çok nadir bulunan, paha biçilmez, emsallerinden çok daha kıymetli’ şeyleri nitelendirmek için kullanılan bu deyim, 18. yüzyılın ikinci yarısında Hint kumaşının piyasalardan bir anda çekilmesi üzerine kalıplaşmış…
★★
Nasıl mı olmuş bu?
İsterseniz biraz geriden alalım:
“İngilizlerin Hindistan hâkimiyeti 1612’de British East India Company aracılığıyla başladı.
Şirket, 17. Yüzyıl boyunca ülkenin önemli şehirlerinde ticari merkezler kurdu.
Demir, kömür ve diğer madenlerin işletilmesiyle birlikte çay ve pamuk üretimi açısından bölge oldukça bereketliydi. 1757’de şirket artık neredeyse bir devlete dönüşmüştü. Bununla birlikte Şirket-Devlet’in toprakları da sürekli genişliyordu: İngilizlerin düzenli ordusunun karşısında çetelerle direnen küçük Hint prenslikleri bir bir düşüyordu. Böylece Britanya 1803’e gelindiğinde -Pencap bölgesi hariç- ülkenin tamamını sömürgeleştirdi.
Pamuk üretimi o günkü ekonomik tablo içinde son derece kazançlı bir sektörü oluşturuyordu. Hindistan’ın verimli topraklarında ucuz işgücüyle, deyim yerindeyse bedavaya üretilen pamuklar, gemilerle İngiltere’ye taşınıyor ve orada kumaşa dönüştürülüyordu. Britanya adasının başta Leeds olmak üzere değişik kentlerinde üretilen bu kumaşlar, sonra yine Hindistan’a pazarlanıyordu. Ancak İngilizler bu girişimin henüz başlangıcında çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Hintliler, İngiliz kumaşına asla yönelmiyordu. Daha pahalı olduğu halde yerli ürünleri almayı tercih ediyorlardı.
Sömürge idiler ama böyle de bir ‘milli hassasiyetleri’ vardı işte…
Yüz milyonlarca insanın yaşadığı o kalabalık ülkede -İngilizlerin gözüyle bakıldığında o devasa pazarda- bir türlü ithal kumaş kullanımı yaygınlaştırılamıyordu.
Peki, ne yapmalıydı İngilizler?
Şirket yönetimi çok caydırıcı bir yönteme başvurdu: El tezgâhlarında kumaş dokumalarını engellemek için Hintli çıkrıkçıların parmaklarını kestirdi. Düğüm atmalarını engellemek amacıyla işçilerin özellikle başparmakları kesilmişti.
Eli ve kolu tümden kesilenler ustalar da vardı.
Bu korkunç kıyım öyle üç beş kişiyle sınırlı tutulmadı. 100 bini aşkın Hintli, bu inanılmaz vahşetin kurbanı oldu…”
Sonuçta Hint kumaşı kısa süre içinde yok oldu…
Ve pazar tamamen İngiliz ürünlerine kaldı. Gözü doymayan ve baş döndürücü hızla küreselleşen kapitalizm, zaferlerine bir yenisini daha ekledi.
‘Bulunmaz Hint kumaşı’ deyimi de işte o çağda doğdu.
★★
Oldukça trajik biçimde, kurucularının ‘Dünya Bizim’ adını verdiği bir haber platformundan okumuştum bu metni.
Hintli kumaş işçilerinin sonraki hayatlarını düşünmekten boğazım düğüm düğüm olarak ve bir değil, birkaç kez okuduktan sonra şunu sordum kendime:
Gerçekten; bu dünya kimin?..
Dilimizde ‘çok nadir bulunan, paha biçilmez, emsallerinden çok daha kıymetli’ şeyleri nitelendirmek için kullanılan bu deyim, 18. yüzyılın ikinci yarısında Hint kumaşının piyasalardan bir anda çekilmesi üzerine kalıplaşmış…
★★
Nasıl mı olmuş bu?
İsterseniz biraz geriden alalım:
“İngilizlerin Hindistan hâkimiyeti 1612’de British East India Company aracılığıyla başladı.
Şirket, 17. Yüzyıl boyunca ülkenin önemli şehirlerinde ticari merkezler kurdu.
Demir, kömür ve diğer madenlerin işletilmesiyle birlikte çay ve pamuk üretimi açısından bölge oldukça bereketliydi. 1757’de şirket artık neredeyse bir devlete dönüşmüştü. Bununla birlikte Şirket-Devlet’in toprakları da sürekli genişliyordu: İngilizlerin düzenli ordusunun karşısında çetelerle direnen küçük Hint prenslikleri bir bir düşüyordu. Böylece Britanya 1803’e gelindiğinde -Pencap bölgesi hariç- ülkenin tamamını sömürgeleştirdi.
Pamuk üretimi o günkü ekonomik tablo içinde son derece kazançlı bir sektörü oluşturuyordu. Hindistan’ın verimli topraklarında ucuz işgücüyle, deyim yerindeyse bedavaya üretilen pamuklar, gemilerle İngiltere’ye taşınıyor ve orada kumaşa dönüştürülüyordu. Britanya adasının başta Leeds olmak üzere değişik kentlerinde üretilen bu kumaşlar, sonra yine Hindistan’a pazarlanıyordu. Ancak İngilizler bu girişimin henüz başlangıcında çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Hintliler, İngiliz kumaşına asla yönelmiyordu. Daha pahalı olduğu halde yerli ürünleri almayı tercih ediyorlardı.
Sömürge idiler ama böyle de bir ‘milli hassasiyetleri’ vardı işte…
Yüz milyonlarca insanın yaşadığı o kalabalık ülkede -İngilizlerin gözüyle bakıldığında o devasa pazarda- bir türlü ithal kumaş kullanımı yaygınlaştırılamıyordu.
Peki, ne yapmalıydı İngilizler?
Şirket yönetimi çok caydırıcı bir yönteme başvurdu: El tezgâhlarında kumaş dokumalarını engellemek için Hintli çıkrıkçıların parmaklarını kestirdi. Düğüm atmalarını engellemek amacıyla işçilerin özellikle başparmakları kesilmişti.
Eli ve kolu tümden kesilenler ustalar da vardı.
Bu korkunç kıyım öyle üç beş kişiyle sınırlı tutulmadı. 100 bini aşkın Hintli, bu inanılmaz vahşetin kurbanı oldu…”
Sonuçta Hint kumaşı kısa süre içinde yok oldu…
Ve pazar tamamen İngiliz ürünlerine kaldı. Gözü doymayan ve baş döndürücü hızla küreselleşen kapitalizm, zaferlerine bir yenisini daha ekledi.
‘Bulunmaz Hint kumaşı’ deyimi de işte o çağda doğdu.
★★
Oldukça trajik biçimde, kurucularının ‘Dünya Bizim’ adını verdiği bir haber platformundan okumuştum bu metni.
Hintli kumaş işçilerinin sonraki hayatlarını düşünmekten boğazım düğüm düğüm olarak ve bir değil, birkaç kez okuduktan sonra şunu sordum kendime:
Gerçekten; bu dünya kimin?..