Sayın Muammer Cindilli beyin ofisini ziyaret ettim. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyeleri Prof. Dr. Fazlı Polat ve Prof. Dr. Zeki İşcan hocalar da ordaydılar. Söz, dönüp dolaşıp 24 Haziran seçimlerine geldi. Gerek Muammer Cindilli Bey, gerek Fazlı Polat Hoca, Türkiye'de artık kuvvetler ayrılığı prensibinin tam manasıyla yerleşmesi gerektiğini ifade ettiler. Özellikle, yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığının önemi üzerinde durdular ve politik gücün bu alanları belli ölçüde yıprattığını savundular. Muammer Bey, -yürekten katıldığım-, İslam'ın en kuvvetli evrensel prensibinin “adalet prensibi” olduğunu vurgulayıp adaletin, siyasetin gölgesinden çıkması ve bu konuda toplumun aklına bir şüphenin gelmemesi gerektiği görüşünü ifade etti.
Sayın Cindilli, halkı merkeze alarak bir siyaset okuması yaptı ve isabetli bir şekilde halkın siyaseti dizaynettiğini ileri sürdü. Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki muhafazakârlığa yaklaşan söylem değişikliğinin halkın muhafazakâr duruşuyla ilgili olduğunu vurguladı. ‘Kocakarı imanı’ yahut ‘babalar imanı’ gibi, dış tesirlerden fazlaca etkilenmeyen bir halk inancının, Türkiye'de yaşamaya devam etmesinin, sağda solda, siyaset yapan partileri, halkın duruşuna yakın bir noktaya getireceğini ileri sürdü.
Fazlı Polat ise, her etkinin bir tepki ortaya koyduğunu, bu bağlamda, siyasi partilerin toplumu hem etkilediğini hem de toplumdan etkilendiklerini söyledi. İdeolojilerin siyasi partilerce topluma mesajlar ilettiğini, toplumun ise mesajdan belli ölçüde etkilense bile, ‘muhafazakâr’ duruşunu koruyarak, siyaseti kendi durduğu noktaya taşıdığını, bunu fark eden partilerin, gönüllü olarak, ‘halk irfanına’ göre bir duruş geliştirdikleri yorumunu yaptı.
Türk siyasi tarihine baktığımızda Osmanlıcı, Batıcı, İslamcı, Türkçü, Sosyalist, Komünist, Kürtçü, mezhepçi vb. pek çok siyasi parti kurulduğunu görüyoruz. Halkın duruşu, daima geçer akçe olmuş ve halkın tasvip etmediği siyasi görüşler, bir bakıma sahipsiz bırakılıp ortadan kalkmaya mecbur edilmiştir. Darbeler tarihinin kapandığını da var sayarak söylersek; 24 Haziran’dan sonraki siyasi parti hareketleri, Türk halkının değer yargılarına yakın politik bir dili benimsemeye mecbur kalacaktır. Aksi takdirde iktidarın karşısına homojen bir muhalefet çıkamayacaktır.
Sohbetten, şahsen, şu çıkarımı da yaptım: Halkı merkeze alarak, bir siyaset okuması yapmak doğru bir noktadan hareket etmek olarak gözükmektedir. Vatandaşın manevi değerlerinin kuvvetli bir şekilde geliştirilip muhafazası temin edildiğinde, Türkiye'deki siyasi hareketler, isteyerek istemeyerek, halkın değerlerini benimsemeye mecbur kalacaktır. Türk toplumunun sahih siyasi temsili de ancak, halk irfanına istinat ederek ortaya çıkabilecek, partiler, milli ve meşru temsil niteliği böylece kazanmış olabileceklerdir.
Sayın Cindilli, halkı merkeze alarak bir siyaset okuması yaptı ve isabetli bir şekilde halkın siyaseti dizaynettiğini ileri sürdü. Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki muhafazakârlığa yaklaşan söylem değişikliğinin halkın muhafazakâr duruşuyla ilgili olduğunu vurguladı. ‘Kocakarı imanı’ yahut ‘babalar imanı’ gibi, dış tesirlerden fazlaca etkilenmeyen bir halk inancının, Türkiye'de yaşamaya devam etmesinin, sağda solda, siyaset yapan partileri, halkın duruşuna yakın bir noktaya getireceğini ileri sürdü.
Fazlı Polat ise, her etkinin bir tepki ortaya koyduğunu, bu bağlamda, siyasi partilerin toplumu hem etkilediğini hem de toplumdan etkilendiklerini söyledi. İdeolojilerin siyasi partilerce topluma mesajlar ilettiğini, toplumun ise mesajdan belli ölçüde etkilense bile, ‘muhafazakâr’ duruşunu koruyarak, siyaseti kendi durduğu noktaya taşıdığını, bunu fark eden partilerin, gönüllü olarak, ‘halk irfanına’ göre bir duruş geliştirdikleri yorumunu yaptı.
Türk siyasi tarihine baktığımızda Osmanlıcı, Batıcı, İslamcı, Türkçü, Sosyalist, Komünist, Kürtçü, mezhepçi vb. pek çok siyasi parti kurulduğunu görüyoruz. Halkın duruşu, daima geçer akçe olmuş ve halkın tasvip etmediği siyasi görüşler, bir bakıma sahipsiz bırakılıp ortadan kalkmaya mecbur edilmiştir. Darbeler tarihinin kapandığını da var sayarak söylersek; 24 Haziran’dan sonraki siyasi parti hareketleri, Türk halkının değer yargılarına yakın politik bir dili benimsemeye mecbur kalacaktır. Aksi takdirde iktidarın karşısına homojen bir muhalefet çıkamayacaktır.
Sohbetten, şahsen, şu çıkarımı da yaptım: Halkı merkeze alarak, bir siyaset okuması yapmak doğru bir noktadan hareket etmek olarak gözükmektedir. Vatandaşın manevi değerlerinin kuvvetli bir şekilde geliştirilip muhafazası temin edildiğinde, Türkiye'deki siyasi hareketler, isteyerek istemeyerek, halkın değerlerini benimsemeye mecbur kalacaktır. Türk toplumunun sahih siyasi temsili de ancak, halk irfanına istinat ederek ortaya çıkabilecek, partiler, milli ve meşru temsil niteliği böylece kazanmış olabileceklerdir.