
Öğretmenin onuru, ülkenin onurudur.
Öğretmen, Anayasa’nın ve Milli Eğitim yasalarının dışındaki hiçbir şeye boyun eğmez, eğmemeli.
Tıpkı bir yargıç gibi…
Gelip geçici politik-ideolojik dalgalar, ayrımcı-bölücü tutumlar, yöre-bölge temelli kışkırtmalar, inanç-mezhep ayrıştırmaları, dil-ırk çatışmaları ve bu türden yıkıcı, yozlaştırıcı düşünce ve uygulamalar, öğretmenlerimizin rotasını ve ülküsünü asla değiştirmemeli.
Öğretmenlerin yolu, aydınlanmanın yoludur.
Öğretmenlerin yolu, bilimin ve aklın gösterdiği yoldur.
En önemli çıkış kapımızdır.
Bu yüzden onların çizdiği ve sadık kaldığı ilkeler ve değerler, aslında politikacılardan tüccarlara, sanatçılardan bilim insanlarına, sporculardan bürokratlara, herkese, hepimize örnek olmalı.
Sadece çocuklara değil…
Ama öğretmenin de yeri gelince önünde diz çökeceği birileri var aslında:
Çocuklar…
Ama nasıl olur?!?
Öğretmen öğrencisine boyun eğer mi hiç?
Hayır; ram olmaktan, dediğini buyruk saymaktan değil elbette; sevginin ve şefkatin en uç noktasından bahsediyorum. Bunu beden diliyle ifade edebilmekten söz ediyorum…
Diz çöküp göz hizasına inmekten, çocuklarda olumlu duygular ve izlenimler geliştirebilecek tılsıma sahip fiziksel bir eylemden bahsediyorum.
Bir çocuğun önünde diz çökmek…
Bu harikulade bir davranıştır.
Bazen anneler, babalar; bazen başka büyükler yapar…
Dizinin birini yere koyup, boyca küçülüp bir çocukla göz göze gelmeyi denediklerinde iletişimle ilgili çok sıradışı bir boyuta geçerler.
Ve öğretmenler, bunu belki de en sık yapanlardır.
Dinlemenin, iletişim kapılarını açmanın ve küçücük bir dimağa özgüven yüklemenin en iyi, en kestirme yoludur bu diz çöküş…
‘Seni dinlemeye hazırım’ demektir o jest.
‘Koşulları eşitledim, rahatla’ demektir…
‘Bak, seni çok önemsiyorum’ demektir…
‘Bana güvenebilirsin’ demektir…
İşte öyle davranabilen, sözcükleri kullanmadan öyle diyebilen öğretmenleri arıyoruz.
O davranışı bilinçlice, gereğinde, cömertçe sergileyebilen öğretmenlerimiz…
Birer efsanedirler…
Kolay kolay unutulmazlar…
Öğretmen, Anayasa’nın ve Milli Eğitim yasalarının dışındaki hiçbir şeye boyun eğmez, eğmemeli.
Tıpkı bir yargıç gibi…
Gelip geçici politik-ideolojik dalgalar, ayrımcı-bölücü tutumlar, yöre-bölge temelli kışkırtmalar, inanç-mezhep ayrıştırmaları, dil-ırk çatışmaları ve bu türden yıkıcı, yozlaştırıcı düşünce ve uygulamalar, öğretmenlerimizin rotasını ve ülküsünü asla değiştirmemeli.
Öğretmenlerin yolu, aydınlanmanın yoludur.
Öğretmenlerin yolu, bilimin ve aklın gösterdiği yoldur.
En önemli çıkış kapımızdır.
Bu yüzden onların çizdiği ve sadık kaldığı ilkeler ve değerler, aslında politikacılardan tüccarlara, sanatçılardan bilim insanlarına, sporculardan bürokratlara, herkese, hepimize örnek olmalı.
Sadece çocuklara değil…
Ama öğretmenin de yeri gelince önünde diz çökeceği birileri var aslında:
Çocuklar…
Ama nasıl olur?!?
Öğretmen öğrencisine boyun eğer mi hiç?
Hayır; ram olmaktan, dediğini buyruk saymaktan değil elbette; sevginin ve şefkatin en uç noktasından bahsediyorum. Bunu beden diliyle ifade edebilmekten söz ediyorum…
Diz çöküp göz hizasına inmekten, çocuklarda olumlu duygular ve izlenimler geliştirebilecek tılsıma sahip fiziksel bir eylemden bahsediyorum.
Bir çocuğun önünde diz çökmek…
Bu harikulade bir davranıştır.
Bazen anneler, babalar; bazen başka büyükler yapar…
Dizinin birini yere koyup, boyca küçülüp bir çocukla göz göze gelmeyi denediklerinde iletişimle ilgili çok sıradışı bir boyuta geçerler.
Ve öğretmenler, bunu belki de en sık yapanlardır.
Dinlemenin, iletişim kapılarını açmanın ve küçücük bir dimağa özgüven yüklemenin en iyi, en kestirme yoludur bu diz çöküş…
‘Seni dinlemeye hazırım’ demektir o jest.
‘Koşulları eşitledim, rahatla’ demektir…
‘Bak, seni çok önemsiyorum’ demektir…
‘Bana güvenebilirsin’ demektir…
İşte öyle davranabilen, sözcükleri kullanmadan öyle diyebilen öğretmenleri arıyoruz.
O davranışı bilinçlice, gereğinde, cömertçe sergileyebilen öğretmenlerimiz…
Birer efsanedirler…
Kolay kolay unutulmazlar…