
Kıyısı gökyüzü olan özgür denizlere benzemek…
Yıldızın çadıra misafir olduğu yerde, bahtın en uzak yıldızdan elma istediği muratta, avazın kiralanmadığı ferman tellalda, kuru ekmeklerin avuçlarda nasır Arafatları oluşturduğu kanaatte, bakışın Nemruttan merhamet istemediği alacakta, simsarın kalabalığı çeviremediği yönde, kelime kalabalığının ikna edemediği izanda, yemen vedasında, vagonda değil, kara tren dumanında tüterek, leke gibi yer bulmuşlara yazdım durdum…
Kıyısı gökyüzü olan özgür denizlere ne çok benzemekteyiz…
Artık, bükülünce hilale benzemesek de!..
Önem estek, ehem köstek…
Işığın soyundurduğu, karanlığın giydirdiği bir dünyadayız. Özellik yalan, özgelik yalan, harfler hakikat olsada cümleler yalan… Kitaplar insan boyundaki kürdanlarla dişlerini karıştırmakta. Yaşamak deniyor ya!.. Şaşayım o akla!.. Yaşamakla oyalanmanın farkını çoktan kaybettik… Aşağı yürümek gibi kolayını bulan için ciğer ritmine ne hacet… Aşağı yürürken yuvarlanmak diyelim… Ve yukarı yürürken kiralık sırt bulmak. Dikkat edin, koyu ceketlerin çoğu eyere benzemiyor mu?
Şafak gibi gece özrü, ayrılık gibi paralel, sedye iniltisi gibi çıkmaz yazıklar çizip duruyoruz.
Yazıklar arı, baht petek!.. Vızla dur!.. İnsanlar ışığın lekeleri gibi!.. Ya bir suçun tedirgini, ya bir neşenin. Anlarsınız işte, her insan uzaktan atılmış bir yakın… Kâğıt katlayarak sihirbaz fötrü biçen emekli terziler ve terzi olmak için emekleyen torun öğütler…
Irağı saklarsan her şey yakındır, yakından saklanırsan her şey uzak.
Şaşıyorum!..
Hayatı çok kolay anlatıyorlar… Gülenin sebebi sabıkalı, ağlayanın sonucu… Hayat dedikleri bayat hatıraların yoksulu olup kaldı… Hayat dediğin maziye bağlı hal, geleceğe bağlı arzuhal değil miydi? ‘’Mevsimler cücelere def çalıyor gerdekte,
Devin yalnızlığını sular bestelemekte..’’ Böyle dedi Hamurkar… Bu hal için böyle dedi… İnsan, kendi çatısındaki kuş, kendi bodrumundaki ayağı zincirli özürlü… Anlayan cahilleşir, anlamayan şehir maketleri önünde vitrinleri boyar durur.
Anlarsınız ya, biri yutkunur öteki geviş getirir.
Herkesin bir dikey gurbeti vardır. Yürekten başa, ayakkabıdan kaskete… Eğilen baş, bükülmeyen diz üzerinde gurbet… Gülen ağlayana, koşan borç kötürüm alacaklıya… Ve ayakkabılar, dikey gurbetlerin sandalları. Her gün, kovulmuş gibi, hakikate sinmiş yalan gibi açık denizlere ve umutla…
Ve kaskete gurbet ayakkabılar!.. Ayakkabılar keten talan etmiş Viking gemileri gibi. Yırtık kaldırımlara gurbet…
Gülümsedikçe gurbete benzeriz ya!..
Aldıkça borçlanmak diyelim bu tebessümlere…
Vesselam…
Yıldızın çadıra misafir olduğu yerde, bahtın en uzak yıldızdan elma istediği muratta, avazın kiralanmadığı ferman tellalda, kuru ekmeklerin avuçlarda nasır Arafatları oluşturduğu kanaatte, bakışın Nemruttan merhamet istemediği alacakta, simsarın kalabalığı çeviremediği yönde, kelime kalabalığının ikna edemediği izanda, yemen vedasında, vagonda değil, kara tren dumanında tüterek, leke gibi yer bulmuşlara yazdım durdum…
Kıyısı gökyüzü olan özgür denizlere ne çok benzemekteyiz…
Artık, bükülünce hilale benzemesek de!..
Önem estek, ehem köstek…
Işığın soyundurduğu, karanlığın giydirdiği bir dünyadayız. Özellik yalan, özgelik yalan, harfler hakikat olsada cümleler yalan… Kitaplar insan boyundaki kürdanlarla dişlerini karıştırmakta. Yaşamak deniyor ya!.. Şaşayım o akla!.. Yaşamakla oyalanmanın farkını çoktan kaybettik… Aşağı yürümek gibi kolayını bulan için ciğer ritmine ne hacet… Aşağı yürürken yuvarlanmak diyelim… Ve yukarı yürürken kiralık sırt bulmak. Dikkat edin, koyu ceketlerin çoğu eyere benzemiyor mu?
Şafak gibi gece özrü, ayrılık gibi paralel, sedye iniltisi gibi çıkmaz yazıklar çizip duruyoruz.
Yazıklar arı, baht petek!.. Vızla dur!.. İnsanlar ışığın lekeleri gibi!.. Ya bir suçun tedirgini, ya bir neşenin. Anlarsınız işte, her insan uzaktan atılmış bir yakın… Kâğıt katlayarak sihirbaz fötrü biçen emekli terziler ve terzi olmak için emekleyen torun öğütler…
Irağı saklarsan her şey yakındır, yakından saklanırsan her şey uzak.
Şaşıyorum!..
Hayatı çok kolay anlatıyorlar… Gülenin sebebi sabıkalı, ağlayanın sonucu… Hayat dedikleri bayat hatıraların yoksulu olup kaldı… Hayat dediğin maziye bağlı hal, geleceğe bağlı arzuhal değil miydi? ‘’Mevsimler cücelere def çalıyor gerdekte,
Devin yalnızlığını sular bestelemekte..’’ Böyle dedi Hamurkar… Bu hal için böyle dedi… İnsan, kendi çatısındaki kuş, kendi bodrumundaki ayağı zincirli özürlü… Anlayan cahilleşir, anlamayan şehir maketleri önünde vitrinleri boyar durur.
Anlarsınız ya, biri yutkunur öteki geviş getirir.
Herkesin bir dikey gurbeti vardır. Yürekten başa, ayakkabıdan kaskete… Eğilen baş, bükülmeyen diz üzerinde gurbet… Gülen ağlayana, koşan borç kötürüm alacaklıya… Ve ayakkabılar, dikey gurbetlerin sandalları. Her gün, kovulmuş gibi, hakikate sinmiş yalan gibi açık denizlere ve umutla…
Ve kaskete gurbet ayakkabılar!.. Ayakkabılar keten talan etmiş Viking gemileri gibi. Yırtık kaldırımlara gurbet…
Gülümsedikçe gurbete benzeriz ya!..
Aldıkça borçlanmak diyelim bu tebessümlere…
Vesselam…