
Birçok insan şöyle sorabilir; ‘iyi has ta kardeşim hiç mi o tiplemelerin üzerine oturduğu imam, şeyh vs. yok. Gerçek hayatta benzer tiplere rastlamadık mı?” sorusu yöneltilebilir. Evet, maalesef hurafeci, üfürükçü, hatta evde kalmış görülen kızların bahtını açma iddiasıyla her sahtekarlığı işleyen tipler, cemaat veya tarikat adıyla ahlaksızlığa gark olan tipler elbette var!
Çok şey görüp yaşadık! Hatta birçoğunu unuttuk. Beynini BATI’ya satanları, Amerika’nın darbecilerini alkışlayanları gördük. Müslüm Gündüzler, Ali Kalkancılar gördük. 1 sağdan 1 soldan asalım diyen, Diyarbakır Cezaevinde yaptıklarıyla PKK’yı besleyenleri gördük. 12 Eylül’ün zalimlerine ‘Ulul Emre İtaat Farzdır’ diye fetva verenleri.
Evet bunların ‘din adamı’ veya cemaat lideri olduklarını da gördük!
Ahlaksızlıklarını din kisvesi içine saklayanlara şahit olduk.
Bütün bunların Türk insanının asırları aşan yaşamı içerisinde yer alan dini yapıları veya din adamlarını kapsayacak çerçeveye oturtmak, o kötülükleri yapanların kötülükleri kadar tehlikeli değil mi?
İşte bunun tam karşılığı ‘Ötekileştirme’dir.
Yine Doç. Dr. İbrahim Yemen’in çalışmasına dönerek, aslında bu zihni yapının nasıl inşa edildiğine göz atalım!
Doç. Yemen, makalesinde “Dinin, siyasal ve kültürel hayatta son iki yüz yıllık gerilemenin başlıca sebeplerinden biri olarak algılanması sebebiyle dinî aktörler de gerilemeyi temsil eden “gerici” karakterler şeklinde değerlendirilmiştir. Fakat dönemin yönetici seçkinleri, ‘gerileme’ ve ‘gericilik’ metaforlarıyla gündeme gelen dinin, özü itibarıyla “iyi bir şey (ilerletici)” olduğunu ancak, zihniyeti bozulmuş kişiler tarafından “kötü bir şey (geriletici)”e dönüştüğünü kabul etmişlerdir.
Ancak, genel olarak Türk filmlerinde din adamı olarak bu cinci, büyücü ya da muskacı tiplerin öne çıkarıldığını ifade edebiliriz” tespitini yapıyor.
Yemen, Kurtuluş Savaşı yıllarında sağladıkları katkılar kayıtlara geçmesine rağmen yeni yönetime karşı ortaya çıkan ayaklanma girişimlerinin (özellikle Şeyh Said isyanı) dinî referanslara sahip görünmesi, din adamlarının “hain” tanımlamasıyla siyasal hayatın dışında temsil edilmesine yol açtığı tespitini yapıyor.
“Özellikle Muhsin Ertuğrul sinemasında belirginleşen bu durum, Ateşten Gömlek (1923), Ankara Postası (1929), Bir Millet Uyanıyor (1932) ve Ayranoz Kadısı (1938) filmlerinde görülebilmektedir. Aynı şekilde Vurun Kahpeye (1949) filminde de, modernliğin ve Batılı hayat tarzının temsilcisi olan öğretmen (Aliye) karşısına şahsi menfaat temin etmek için dinî duygulardan istifade eden hatta ihtirası uğruna işgalci güçlerle iş birliği yapan vatan haini hoca (Hacı Fettah) tiplemesi yerleştirilerek din adamının statüsü sosyal hayatın “dışında” ve “dışlanmış” bir konumda temsil edilmiştir.”
“Bundan dolayı Türk sinemasının bu yıllarında farklı filmlerde genellikle yan karakter olarak temsil edilen din adamı tiplemeleri, yobaz, üçkâğıtçı, muskacı, büyücü, kırsal otoritenin koruyucusu, eğitimsiz, modernleşme ve sosyal değişimin retoriği Aydınlanmaya karşı, İslam’ın gerçek değerlerine dayanmayan ve dini, kişisel çıkarları uğruna araçsallaştıran kişiliklerle ortaya çıkmaktadır.” (Doç. İ.Y)
Çok şey görüp yaşadık! Hatta birçoğunu unuttuk. Beynini BATI’ya satanları, Amerika’nın darbecilerini alkışlayanları gördük. Müslüm Gündüzler, Ali Kalkancılar gördük. 1 sağdan 1 soldan asalım diyen, Diyarbakır Cezaevinde yaptıklarıyla PKK’yı besleyenleri gördük. 12 Eylül’ün zalimlerine ‘Ulul Emre İtaat Farzdır’ diye fetva verenleri.
Evet bunların ‘din adamı’ veya cemaat lideri olduklarını da gördük!
Ahlaksızlıklarını din kisvesi içine saklayanlara şahit olduk.
Bütün bunların Türk insanının asırları aşan yaşamı içerisinde yer alan dini yapıları veya din adamlarını kapsayacak çerçeveye oturtmak, o kötülükleri yapanların kötülükleri kadar tehlikeli değil mi?
İşte bunun tam karşılığı ‘Ötekileştirme’dir.
Yine Doç. Dr. İbrahim Yemen’in çalışmasına dönerek, aslında bu zihni yapının nasıl inşa edildiğine göz atalım!
Doç. Yemen, makalesinde “Dinin, siyasal ve kültürel hayatta son iki yüz yıllık gerilemenin başlıca sebeplerinden biri olarak algılanması sebebiyle dinî aktörler de gerilemeyi temsil eden “gerici” karakterler şeklinde değerlendirilmiştir. Fakat dönemin yönetici seçkinleri, ‘gerileme’ ve ‘gericilik’ metaforlarıyla gündeme gelen dinin, özü itibarıyla “iyi bir şey (ilerletici)” olduğunu ancak, zihniyeti bozulmuş kişiler tarafından “kötü bir şey (geriletici)”e dönüştüğünü kabul etmişlerdir.
Ancak, genel olarak Türk filmlerinde din adamı olarak bu cinci, büyücü ya da muskacı tiplerin öne çıkarıldığını ifade edebiliriz” tespitini yapıyor.
Yemen, Kurtuluş Savaşı yıllarında sağladıkları katkılar kayıtlara geçmesine rağmen yeni yönetime karşı ortaya çıkan ayaklanma girişimlerinin (özellikle Şeyh Said isyanı) dinî referanslara sahip görünmesi, din adamlarının “hain” tanımlamasıyla siyasal hayatın dışında temsil edilmesine yol açtığı tespitini yapıyor.
“Özellikle Muhsin Ertuğrul sinemasında belirginleşen bu durum, Ateşten Gömlek (1923), Ankara Postası (1929), Bir Millet Uyanıyor (1932) ve Ayranoz Kadısı (1938) filmlerinde görülebilmektedir. Aynı şekilde Vurun Kahpeye (1949) filminde de, modernliğin ve Batılı hayat tarzının temsilcisi olan öğretmen (Aliye) karşısına şahsi menfaat temin etmek için dinî duygulardan istifade eden hatta ihtirası uğruna işgalci güçlerle iş birliği yapan vatan haini hoca (Hacı Fettah) tiplemesi yerleştirilerek din adamının statüsü sosyal hayatın “dışında” ve “dışlanmış” bir konumda temsil edilmiştir.”
“Bundan dolayı Türk sinemasının bu yıllarında farklı filmlerde genellikle yan karakter olarak temsil edilen din adamı tiplemeleri, yobaz, üçkâğıtçı, muskacı, büyücü, kırsal otoritenin koruyucusu, eğitimsiz, modernleşme ve sosyal değişimin retoriği Aydınlanmaya karşı, İslam’ın gerçek değerlerine dayanmayan ve dini, kişisel çıkarları uğruna araçsallaştıran kişiliklerle ortaya çıkmaktadır.” (Doç. İ.Y)