61 bin küsür okulun 17 buçuk milyonu aşkın öğrencisi için yaz tatili birkaç gün önce başladı.
6-17 yaş aralığındaki 1 milyona yakın ‘çocuk işçi’ için ise tatil diye bir şey yok!
Onlar çoktan işbaşı yaptılar bile…
Birinci bilgi MEB’den; ikincisi DİSK’ten.
Söylenebilecek fazla bir şey yok.
Dünyanın adaleti ve yurdum insanının hayatı…
Çocukların hissesine düşen de bu işte!
***
Karnelerin dağıtıldığı gün İsmet Berkan, Hürriyet’teki köşesinde mesleğe yeni başlayan öğretmenlerimizin akademik düzeylerini eleştirdi. Türkiye’nin en büyük işvereni durumundaki MEB’in uyguladığı ‘işe alım sınavına’ ilişkin başarı(sızlık) ortalamaları, Berkan’ın eleştirisinin odağındaydı.
Öğretmenlerin gereksinim duyulan tarz ve düzeyde eğitilmediği görüşünü paylaşmakla birlikte ‘100 üzerinden 60 alan pilotun uçağına biner misiniz?’ başlıklı o yazıya ‘iki çekince notu’ düşüyorum.
Birincisi:
Bunu belki biraz göreceli bulabilirsiniz ama ben, MEB’in aday öğretmenleri ‘ayıklamak’ için kullandığı sınavları beğenmiyorum. Herhangi bir üst düzey değerlendirme için referans da almıyorum. Çünkü sınav içeriklerini, mesleğin gerektirdiği pratiklerle yeterince ilişkili bulmuyorum. Ayrıca öğretmen adaylarının yüksek öğrenim yaşamları boyunca gerçekleştirdikleri performansları dikkate almadığı için bu sınavları ‘ölçücü’ değil, sadece ‘eleyici’ olarak görüyorum.
Başka hiçbir şeye dokunmadan sadece ‘daha iyi ölçen’ sınavlar uygulasaydık genç öğretmenlerin başarı ortalamaları yükselir miydi, doğrusu bundan emin değilim.
Sizin de farkettiğiniz gibi tartışmanın ucu ‘eğitim fakültelerinin iyi eğitim verip veremediği’ sorunsalına kadar uzuyor…
O dosyayı belki sonra açarız.
İkinci çekince notum, öğretmenlerimize sunabildiğimiz olanaklarla ilgili:
‘Ne veriyoruz ki ne isteyelim?’ demeyeceğim; ama öğretmenlerimizden daha iyiyi beklemek veya üniversite sınavlarında daha yüksek puan alan öğrencileri öğretmenliğe yönlendirebilmek için bu mesleğin mensuplarına şimdikinden daha iyi olanaklar sunabilmeliyiz.
Çalışırken de dinlenirken de…
***
Mevzu yeniden ‘dinlenmeye ve tatile’ dönmüşken…
Türkiye’de öğretmenlerimizin hissesine düşen tatilin kalitesinin, çocuk işçilerin payına düşenden daha yüksek olup olmadığını sorgulamamıza yol açacak türden birkaç veriyi anımsatmakta yarar görüyorum:
‘665 bini resmi kurumlarda, 51 bini özel kurumlarda, 92 bini yaygın resmi ve özel eğitim kurumlarında olmak üzere toplam 808 bin öğretmenimizin; dershanelerin yerini alan ‘özel kurshanelerde’ ve etüt merkezlerinde çalışan 50 bin öğretmenin; tüm eğitim fakültelerinden mezun olan 52 bin öğretmen adayının, son yapılan KPSS’ye giren 235 bin öğretmen adayının, 5 bin 500’ü öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinde bulunan 105 bin öğretim elemanının’ yaz tatili de birkaç gün önce başladı…
Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi (EBSAM), Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi güncel istatistiklerini kullanarak öğretmenlerin demografik, ekonomik ve kültürel anlamda nasıl bir yaşam sürdürdüklerini incelemiş. Her yıl ortalama 40 bin öğretmenin atandığı, 20 bin öğretmenin emekli olduğu, 50 bin öğretmen adayının mezun olduğu; dolayısıyla istihdam bakımından bir tür ‘cari açık’ sorunuyla boğuşan eğitim sistemimizi, tam da tatil başlamışken yeniden büyüteç altına alan bir araştırma bu.
Ama ne yazık ki ortaya çıkardığı gerçekler, öğretmenlerimize pek de tatil esenliği telkin etmiyor:
‘Türkiye, OECD ülkeleri arasında öğretmene hem en düşük ücreti veren hem de mesleki kıdem bakımından en az ücret artışı veren ülkelerin başında geliyor. Bugün itibariyle yeni başlayan bir öğretmenin 1 yıllık ücreti 15.000 dolar (Ek dersler dahil) ve 15 yıllık kıdemli bir öğretmenin 1 yıllık ücreti ise 16.000 dolar civarında.
OECD ülkelerinde mesleki kıdem yılı arttıkça ödenen ücret de dişe dokunur derecede artıyor. OECD ülkelerinin çoğunda, göreve başlama ile en üst dereceye ulaşıncaya kadarki dönemde oldukça ciddi bir ücret artışı gerçekleşiyor. Keza; Avrupa Birliği üyesi ülkelerde de başlangıç ücreti ile en yüksek derecedeki ücret farkı dikkat çekici:
Türkiye’de 15 yıllık deneyimli bir öğretmen ile yeni başlayan bir öğretmenin ücreti arasındaki fark yıllık 1000 dolar civarında iken, OECD ülkeleri arasındaki fark ortalaması ise ilköğretimde 10 bin 477 dolar, ortaöğretimde 13 bin 283 dolara kadar çıkıyor.’
13 kata varan bir fark…
Dramatik!
EBSAM’ın raporunda öğretmenlerin genel ‘tatil profilleri’ de oluşturulmuş:
Raporda yer verilen bulgulara göre, ‘ülkemizde öğretmenlerin sadece %27,4’ü tatil için düzenli biçimde para ayırabilmekte; %40,1’i arada bir tatil yapmakta; %32,6’sı ise tatil için hiçbir zaman para ayıramamakta.
6-10 yıl mesleki kıdeme sahip ve tatil için para ayırabilen öğretmenlerin oranı, diğer mesleki kıdem grubuna sahip öğretmenlerin oranından fazla.’
Bu durum, bir bakıma ‘yoksulluk sınırına yakın bir maaşla çocuklarını büyüten öğretmenlerin, masraflar çoğaldıkça tatil hayallerinden usul usul vazgeçmek zorunda kaldıkları’ anlamına da geliyor.
Bütün bu çarpıcı veriler Eğitim Bir Sen’in resmi internet sitesi www.egitimbirsen.org.tr’de yayınlanmış ‘Öğretmenlerin Sosyo-Demografik, Sosyo-Ekonomik ve Sosyo-Kültürel Durumları’ başlıklı rapordan…
Öğrencilerini tatile uğurlayan öğretmenlerin neredeyse yarısının tatil yapma şansı hiç bulamadığını gösteriyor olması, bu raporu tam da yaz başında eğitime, öğretmenlere ve öğrencilere değinen dramatik bir metne dönüştürüyor.
Bugün bundan başka söylenebilecek ne var, bilemiyorum.
Dünyanın adaleti ve yurdum insanının hayatı…
Öğretmenlerimizin hissesine düşen kısmı da bu işte!