
TRT Erzurum Radyosu Müdürü yair ve yazar İsmail Bingöl Kemertaş’ı yazdı
İrfan TARAKÇIOĞLU/PUSULA

Şair ve Yazar İsmail Bingöl, Şehir ve Kültür Dergisi’nin Temmuz sayısında Erzurumlu ünlü Türk Halk Müziği Sanatçısı Mükerrem Kemerntaş’ı kaleme aldı. Bingöl, “Hüma Kuşu “ dendi mi, herkes bilir onun Erzurum’un meşhur uzun havası olduğunu... Hüma kuşunun gölgesi üzerinde olduğu için olsa gerek, talihi hep yaver gitmiştir bu türkünün ve bir “efsane türkü” halini almıştır. İşte bu efsane türküyü, efsanesine yakışacak şekilde okuyan kişi, “Türkülerin Efendisi” unvanını hak edecek derecede tartışılmaz bir vukufun sahibi olan Erzurumlu Mükerrem Kemertaş’tı” ifadelerini kullandı.
Bingöl yazısında şunları kaydetti:
“Anadolu insanının geninde vardır türküleri sevmek, türküleri söylemek... Bazen yolu türkülerden ayrılsa bile; yine de yeri gelince kendi yoluna döndürür türküler... Kimi az bilinir türkülerin, kimi çok... Herkes tarafından duyulmuşları da vardır, zaman içinde unutulmuşları da...
Çocukluğumun manzarası ipekten kesilmiş günlerinin yaşandığı günlerde radyo başucu arkadaşım ve yoldaşımdı. Türkülerin dünyasına öylesine meftun ve öylesine sevdalıydım ki-Bugün de o sevdadan bir şey eksilmiş değil; zira bu yazıyı yazarken de kelamın ve makamın birbirini tamamladığı o halk verimlerini dinlemekteyim ve o nağmelerle dolup taşmaktayım.-, geceleri türkülerle yatar, sabahları ise yorganımın altındaki radyodan yükselen o güzel seslerle uyanırdım. Uygun mekân ve zaman bulduğumda olanca sesimle söylemeye çalıştığım türküler ve uzun havalar, beni o günlerden tanıyanların ve sonrakilerin kulaklarındadır hâlâ...
Ancak bunlardan bir uzun hava ve bir de söyleyeni vardı ki; adeta onunla özdeşleşmişti ve nerede adını duysanız aklınıza hemen o sanatçı gelirdi. Burada kastedilen kişi, çocukluk yıllarımızdan beri kendisinden dinlediğimiz türküleri, aslına uygun şekliyle hafızamızda koruduğumuz, bu nedenle başka kim söylerse söylesin bir türlü o hazzı alamadığımız, halk müziğimizin unutulmaz yorumcusu, efsane sanatçı Mükerrem Kemertaş’tı.
Efsane insan olur da, efsane türkü olmaz mı? Sesi, soluğu, nağmesi her devirde geçerli olan ve her söylendiği yerde insanı vurgun yemişe döndüren… Yüzyıllar geçse de eskimeyen ve eskitilemeyen... Bir milleti ayakta tutanları, nice nice devletleri kuranları, sözü ve nağmeleri arasına gizlediği işaretlerle dinleyenine haykıran...
“Hüma Kuşu “ dendi mi, herkes bilir onun Erzurum’un meşhur uzun havası olduğunu... Hüma kuşunun gölgesi üzerinde olduğu için olsa gerek, talihi hep yaver gitmiştir bu türkünün ve bir “efsane türkü” halini almıştır. İşte bu efsane türküyü, efsanesine yakışacak şekilde okuyan kişi, “Türkülerin Efendisi” unvanını hak edecek derecede tartışılmaz bir vukufun sahibi olan Erzurumlu Mükerrem Kemertaş’tı.
Bunun yanında “Ağ gül seni camekânda görmüşler”, “Göç göç oldu göçler yola dizildi” gibi uzun havalarla, nice yürekler dağlayan, millet olarak yaşadığımız acı günleri hatırlatan, vatan sevgisi, gurbet ve aşk duygularını yoğurarak yüreğimizin derinliklerinde hissetmemizi sağlayan sanatçıyı 31 Mart 2018 tarihinde ötelere uğurladık.
Günümüz şairlerinden Ali Akbaş üstadın, “Hüma Kuşumuz” başlığını taşıyan ve her dörtlüğün sonunda “Kerem et Mükerrem bir türkü söyle” mısraının tekrarlandığı, onu ve yaşadığı, yetiştiği toprakları konu edinen çok sevdiğim bir şiiri var. Şiirde Mükerrem Kemertaş’ın şahsında Erzurum’un insanını, coğrafyasını, tarihini ve daha başka özelliklerini, şiirin imkânları dâhilinde anlatmaya, idraklere sunmaya çalışıyor şair. Bir Erzurumlu olarak, şehrimize ve sanatçısına böyle güzel bir şiirle seslenen Ali Akbaş ağabeye buradan selamlarımı ve hürmetlerimi gönderiyorum. Yüreği ve kalemi var olsun, sağ olsun.
İnternette tamamını bulacağınız ve “Yine duman almış Palandöken’i” diyerek başlayan; insanı değişik bir manzaranın birbirinden farklı çağrışımlarına yönlendiren şiirde şair, okuyanını önce Palandöken’in zirvesine çıkararak Erzurum türkülerinin büyülü atmosferine, hem anlam ve hem de makam değeri yüksek iklimine doğru çekiyor. Başı dumanlı ve yılın büyük bölümünde gövdesi karla kaplı Palandöken’i görünce, esrik bakışlarla, romantik hissedişlerle daha yukarılara yöneliyor insan ve Hüma’yı, esatirin o tasviri mümkün olmayan, hakkında birçok efsane anlatılan kuşunu arıyor. Sesiyle göğümüze bir velvele salmanın yanında, ruhu coşturup, çürük aklı yele veren, gerçekle masalı birbirine karıştıran dadaşın bize yaşattığı bu hâlle adeta kendimizden geçiyoruz.
Sonra yine Ali Akbaş’ın mısraları, Mükerrem Kemertaş’ın yeri göğü inleten sesi eşliğinde, ağır ağır şehr-i mübarek Erzurum’un sokaklarını dolaşıyoruz. Şair tarafından erkekleri Köroğlu, kızları Nigâr, taşı kehribar olarak vasıflandırılan şehrin duruşu ve bakışı şahin olsa da, içine girip, ruhuna vakıf olma gayretini gösterenlerin, onun kibar ve kökleri geçmişin derinliklerine uzanan geleneksel yaklaşımlarına şahit olacakları bir gerçektir.
Ve bu arada, Çifte Minareli Medrese’nin sanatın en inceltilmiş yanlarını bünyesinde toplayan görkeminin hayran bırakan görüntüsüne kapılıp, önünde dakikalarca durup seyretme iştiyakından bir türlü vazgeçemiyor insan… Atalarımızın bu ve bunun gibi “duruşu, bakışı ve nakşıyla” kendine özgü eserleri, coğrafyamızın tapuları olarak dört bir yana serpiştirmiş olmaları karşısında hayret etmemek ve bu düşünceye gıptayla bakmamak elde değil. Nur içinde yatsınlar.
Kış geçiyor, dağı taşı, vadileri, koyakları dolduran karlar bir başka edayla, bir başka latiflikle eriyor ve bahar oluyor bu şehit mezarlarıyla süslü şehirde… Bin bir renk ve ahenk cümbüşü içerisinde yaylalara göçenler, yamaçlardaki mor menekşelerin kokuları arasında tabiatın koynuna atıyorlar kendilerini… Ve birden, dağı taşı inleten gür bir ses, çağdaşı Raci Alkır da, Mükerrem Kemertaş’a eşlik ediyor. (Bu vesileyle ikisini de bir kere daha rahmetle analım.)
İşte bu feryatların nasıl dillendirileceğini ve sözle nağmenin nasıl birbiriyle yoğrularak bir türkü halinde toplumun hafızasına sunulacağını ilk önce babasından öğrenen, bu yolla geleneği ve Erzurum’un sanatçı silsilesini devam ettiren biri daha var ki… Mükerrem ağabey bu yolla da kültürümüze hizmet ediyor ve halk müziğimizde kendinden sonra bu soyadı yaşatacak bir hayr-ül halef bırakıyor. Tuncay Kemertaş’ın, türküleri otantik tavırlarına, orijinal hallerine sadık kalarak söyleyişinin yanında, sağlığında babasıyla karşılıklı okumaları da türkü dünyamıza ayrı bir renk katmıştır.
Yazar Tahir Abacı, "Bir Zamanlar Anadolu'da" kitabında kendi zamanının türkülerini anlatırken, "Hüma Kuşu" adlı uzun havaya ve onun icracısına dair şunları yazıyor:
“970’lerde efsaneleşmiş 45’lik türkü plakları vardı. Sözgelimi o yıllarda cezaevlerinde, öğrenci yurtlarında (...) kimi türküler de huşu içinde dinlenirdi. Bunlardan biri, derleme kayıtlarında Hulusi Seven’in sesiyle tespit edilmiş olan meşhur Erzurum mayası, yani “Hüma Kuşu”ydu ve Mükerrem Kemertaş tarafından, unutulmaz yorumla, bir 45’likte seslendirilmişti.”
Yazarın his dünyasında da büyük izler bıraktığı anlaşılan bu uzun havanın, çoğu kişinin çocukluk ve ilk gençlik döneminde yüreğini kaplayan türküler içinde apayrı bir yer edindiği muhakkak. Hele de radyonun ve pikapların yaygın olduğu o devirde, bir milletin hissiyatının en başta gelen tercümanıydılar bu türküler... Bu yakıp yandıran uzun havalar, mayalar, hoyratlar...
Sanat hayatı boyunca onlarca türkü ve uzun havanın tanınıp sevilmesine emsalsiz sesi ile katkı sağladı. Bilhassa Erzurum ve çevresi türküleri, pek çok uzun hava, onun sesinden geniş kitlelere ulaştı, tanındı ve bilindi.
Onunla ilgili sözlerimizi şöyle bağlayalım:
Gel ey dost... O kadim söyleyişinle söyle... Söyle ve can kat canımıza türkülerinle... Nicedir ayrı düştük... Ayrıldık nicedir... Söyle o uzun havaları... Esrisin canımız yeni baştan... Açılsın bahtımız, dönsün talihimiz... Yürüsün “Hüma”nın geldiği yere doğru hayalimiz... Çocuk bir ruhtan yükselen dileklerle dolsun kalbimiz...
Gel ki, bir türkü sıcaklığında çarpsın gövdemizi hayalin... Gel ki kavgalarımız bitsin... Gel ki acılarımız dinsin... Gel ki kötülükler sinsin... Açılsın ufkumuz; umutlarımız yeniden boy verip tazelensin... Söyle o eski sesin... O riyasız ve şüphesiz sevdanla o güzelim türküleri... Depreşsin; acıdan geçen, güzelliğe dair kavgalarımız... Duyulsun sesi ötelerden... Duyulsun, çileden geçmiş uzun havalarımız...
Hayatı hakkında kısa bilgi:
1938 yılında Erzurum’da doğdu. Müzik hayatı, 1956 yılında, özel bir gecede sahneye çıkmasıyla başladı ve 1960 yılında askerlik dönüşünde daha da yoğunlaşarak sürdü. 1961 yılında Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği bünyesindeki Doğudan Sesler Topluluğu’na katıldı. Bu topluluğun TRT Erzurum Radyosu için düzenli aralıklarla hazırladığı programlarda beş yıl boyunca yer aldı. 1966 yılında açılan sınavı kazanarak kadrolu sanatçı oldu. TRT Yurttan Sesler Topluluğu kadrosu içinde pek çok programda görev aldı.1970 yılında TRT İstanbul Radyosuna tayin olan Mükerrem Kemertaş, uzun yıllar çalışmalarını İstanbul’da sürdürdükten sonra 1985 yılında İzmir’e yerleşti. 2003 yılında emekli oluncaya kadar, TRT İzmir Radyosunda görevine devam etti.
İrfan TARAKÇIOĞLU/PUSULA

Şair ve Yazar İsmail Bingöl, Şehir ve Kültür Dergisi’nin Temmuz sayısında Erzurumlu ünlü Türk Halk Müziği Sanatçısı Mükerrem Kemerntaş’ı kaleme aldı. Bingöl, “Hüma Kuşu “ dendi mi, herkes bilir onun Erzurum’un meşhur uzun havası olduğunu... Hüma kuşunun gölgesi üzerinde olduğu için olsa gerek, talihi hep yaver gitmiştir bu türkünün ve bir “efsane türkü” halini almıştır. İşte bu efsane türküyü, efsanesine yakışacak şekilde okuyan kişi, “Türkülerin Efendisi” unvanını hak edecek derecede tartışılmaz bir vukufun sahibi olan Erzurumlu Mükerrem Kemertaş’tı” ifadelerini kullandı.
Bingöl yazısında şunları kaydetti:
“Anadolu insanının geninde vardır türküleri sevmek, türküleri söylemek... Bazen yolu türkülerden ayrılsa bile; yine de yeri gelince kendi yoluna döndürür türküler... Kimi az bilinir türkülerin, kimi çok... Herkes tarafından duyulmuşları da vardır, zaman içinde unutulmuşları da...
Çocukluğumun manzarası ipekten kesilmiş günlerinin yaşandığı günlerde radyo başucu arkadaşım ve yoldaşımdı. Türkülerin dünyasına öylesine meftun ve öylesine sevdalıydım ki-Bugün de o sevdadan bir şey eksilmiş değil; zira bu yazıyı yazarken de kelamın ve makamın birbirini tamamladığı o halk verimlerini dinlemekteyim ve o nağmelerle dolup taşmaktayım.-, geceleri türkülerle yatar, sabahları ise yorganımın altındaki radyodan yükselen o güzel seslerle uyanırdım. Uygun mekân ve zaman bulduğumda olanca sesimle söylemeye çalıştığım türküler ve uzun havalar, beni o günlerden tanıyanların ve sonrakilerin kulaklarındadır hâlâ...
Ancak bunlardan bir uzun hava ve bir de söyleyeni vardı ki; adeta onunla özdeşleşmişti ve nerede adını duysanız aklınıza hemen o sanatçı gelirdi. Burada kastedilen kişi, çocukluk yıllarımızdan beri kendisinden dinlediğimiz türküleri, aslına uygun şekliyle hafızamızda koruduğumuz, bu nedenle başka kim söylerse söylesin bir türlü o hazzı alamadığımız, halk müziğimizin unutulmaz yorumcusu, efsane sanatçı Mükerrem Kemertaş’tı.
Efsane insan olur da, efsane türkü olmaz mı? Sesi, soluğu, nağmesi her devirde geçerli olan ve her söylendiği yerde insanı vurgun yemişe döndüren… Yüzyıllar geçse de eskimeyen ve eskitilemeyen... Bir milleti ayakta tutanları, nice nice devletleri kuranları, sözü ve nağmeleri arasına gizlediği işaretlerle dinleyenine haykıran...

Bunun yanında “Ağ gül seni camekânda görmüşler”, “Göç göç oldu göçler yola dizildi” gibi uzun havalarla, nice yürekler dağlayan, millet olarak yaşadığımız acı günleri hatırlatan, vatan sevgisi, gurbet ve aşk duygularını yoğurarak yüreğimizin derinliklerinde hissetmemizi sağlayan sanatçıyı 31 Mart 2018 tarihinde ötelere uğurladık.
Günümüz şairlerinden Ali Akbaş üstadın, “Hüma Kuşumuz” başlığını taşıyan ve her dörtlüğün sonunda “Kerem et Mükerrem bir türkü söyle” mısraının tekrarlandığı, onu ve yaşadığı, yetiştiği toprakları konu edinen çok sevdiğim bir şiiri var. Şiirde Mükerrem Kemertaş’ın şahsında Erzurum’un insanını, coğrafyasını, tarihini ve daha başka özelliklerini, şiirin imkânları dâhilinde anlatmaya, idraklere sunmaya çalışıyor şair. Bir Erzurumlu olarak, şehrimize ve sanatçısına böyle güzel bir şiirle seslenen Ali Akbaş ağabeye buradan selamlarımı ve hürmetlerimi gönderiyorum. Yüreği ve kalemi var olsun, sağ olsun.
İnternette tamamını bulacağınız ve “Yine duman almış Palandöken’i” diyerek başlayan; insanı değişik bir manzaranın birbirinden farklı çağrışımlarına yönlendiren şiirde şair, okuyanını önce Palandöken’in zirvesine çıkararak Erzurum türkülerinin büyülü atmosferine, hem anlam ve hem de makam değeri yüksek iklimine doğru çekiyor. Başı dumanlı ve yılın büyük bölümünde gövdesi karla kaplı Palandöken’i görünce, esrik bakışlarla, romantik hissedişlerle daha yukarılara yöneliyor insan ve Hüma’yı, esatirin o tasviri mümkün olmayan, hakkında birçok efsane anlatılan kuşunu arıyor. Sesiyle göğümüze bir velvele salmanın yanında, ruhu coşturup, çürük aklı yele veren, gerçekle masalı birbirine karıştıran dadaşın bize yaşattığı bu hâlle adeta kendimizden geçiyoruz.
Sonra yine Ali Akbaş’ın mısraları, Mükerrem Kemertaş’ın yeri göğü inleten sesi eşliğinde, ağır ağır şehr-i mübarek Erzurum’un sokaklarını dolaşıyoruz. Şair tarafından erkekleri Köroğlu, kızları Nigâr, taşı kehribar olarak vasıflandırılan şehrin duruşu ve bakışı şahin olsa da, içine girip, ruhuna vakıf olma gayretini gösterenlerin, onun kibar ve kökleri geçmişin derinliklerine uzanan geleneksel yaklaşımlarına şahit olacakları bir gerçektir.
Ve bu arada, Çifte Minareli Medrese’nin sanatın en inceltilmiş yanlarını bünyesinde toplayan görkeminin hayran bırakan görüntüsüne kapılıp, önünde dakikalarca durup seyretme iştiyakından bir türlü vazgeçemiyor insan… Atalarımızın bu ve bunun gibi “duruşu, bakışı ve nakşıyla” kendine özgü eserleri, coğrafyamızın tapuları olarak dört bir yana serpiştirmiş olmaları karşısında hayret etmemek ve bu düşünceye gıptayla bakmamak elde değil. Nur içinde yatsınlar.
Kış geçiyor, dağı taşı, vadileri, koyakları dolduran karlar bir başka edayla, bir başka latiflikle eriyor ve bahar oluyor bu şehit mezarlarıyla süslü şehirde… Bin bir renk ve ahenk cümbüşü içerisinde yaylalara göçenler, yamaçlardaki mor menekşelerin kokuları arasında tabiatın koynuna atıyorlar kendilerini… Ve birden, dağı taşı inleten gür bir ses, çağdaşı Raci Alkır da, Mükerrem Kemertaş’a eşlik ediyor. (Bu vesileyle ikisini de bir kere daha rahmetle analım.)
İşte bu feryatların nasıl dillendirileceğini ve sözle nağmenin nasıl birbiriyle yoğrularak bir türkü halinde toplumun hafızasına sunulacağını ilk önce babasından öğrenen, bu yolla geleneği ve Erzurum’un sanatçı silsilesini devam ettiren biri daha var ki… Mükerrem ağabey bu yolla da kültürümüze hizmet ediyor ve halk müziğimizde kendinden sonra bu soyadı yaşatacak bir hayr-ül halef bırakıyor. Tuncay Kemertaş’ın, türküleri otantik tavırlarına, orijinal hallerine sadık kalarak söyleyişinin yanında, sağlığında babasıyla karşılıklı okumaları da türkü dünyamıza ayrı bir renk katmıştır.
Yazar Tahir Abacı, "Bir Zamanlar Anadolu'da" kitabında kendi zamanının türkülerini anlatırken, "Hüma Kuşu" adlı uzun havaya ve onun icracısına dair şunları yazıyor:

Yazarın his dünyasında da büyük izler bıraktığı anlaşılan bu uzun havanın, çoğu kişinin çocukluk ve ilk gençlik döneminde yüreğini kaplayan türküler içinde apayrı bir yer edindiği muhakkak. Hele de radyonun ve pikapların yaygın olduğu o devirde, bir milletin hissiyatının en başta gelen tercümanıydılar bu türküler... Bu yakıp yandıran uzun havalar, mayalar, hoyratlar...
Sanat hayatı boyunca onlarca türkü ve uzun havanın tanınıp sevilmesine emsalsiz sesi ile katkı sağladı. Bilhassa Erzurum ve çevresi türküleri, pek çok uzun hava, onun sesinden geniş kitlelere ulaştı, tanındı ve bilindi.
Onunla ilgili sözlerimizi şöyle bağlayalım:
Gel ey dost... O kadim söyleyişinle söyle... Söyle ve can kat canımıza türkülerinle... Nicedir ayrı düştük... Ayrıldık nicedir... Söyle o uzun havaları... Esrisin canımız yeni baştan... Açılsın bahtımız, dönsün talihimiz... Yürüsün “Hüma”nın geldiği yere doğru hayalimiz... Çocuk bir ruhtan yükselen dileklerle dolsun kalbimiz...
Gel ki, bir türkü sıcaklığında çarpsın gövdemizi hayalin... Gel ki kavgalarımız bitsin... Gel ki acılarımız dinsin... Gel ki kötülükler sinsin... Açılsın ufkumuz; umutlarımız yeniden boy verip tazelensin... Söyle o eski sesin... O riyasız ve şüphesiz sevdanla o güzelim türküleri... Depreşsin; acıdan geçen, güzelliğe dair kavgalarımız... Duyulsun sesi ötelerden... Duyulsun, çileden geçmiş uzun havalarımız...
Hayatı hakkında kısa bilgi:
1938 yılında Erzurum’da doğdu. Müzik hayatı, 1956 yılında, özel bir gecede sahneye çıkmasıyla başladı ve 1960 yılında askerlik dönüşünde daha da yoğunlaşarak sürdü. 1961 yılında Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği bünyesindeki Doğudan Sesler Topluluğu’na katıldı. Bu topluluğun TRT Erzurum Radyosu için düzenli aralıklarla hazırladığı programlarda beş yıl boyunca yer aldı. 1966 yılında açılan sınavı kazanarak kadrolu sanatçı oldu. TRT Yurttan Sesler Topluluğu kadrosu içinde pek çok programda görev aldı.1970 yılında TRT İstanbul Radyosuna tayin olan Mükerrem Kemertaş, uzun yıllar çalışmalarını İstanbul’da sürdürdükten sonra 1985 yılında İzmir’e yerleşti. 2003 yılında emekli oluncaya kadar, TRT İzmir Radyosunda görevine devam etti.