Fikirleriyle ve çalışmalarıyla Türkiye’nin en dikkate değer okul öncesi yöneticileri arasında yer alan ve Türk Eğitim Derneği’nden çok değerli bir kurumdaşım olan Çiğdem Çağlar, yaklaşık bir ay önce Sputnik News’ın eğitim içerikli bir dosyasını Türkçe çevirisiyle sosyal medyada paylaşmıştı. Son derece önemli bir eğitsel soruna dikkat çeken harika bir paylaşımdı bu.
O günden bugüne dosyada geçen çekirdek makaleyi belki on kez okumuşumdur. Her okuyuşumda da kendi çocukluğumla bugün öğrencilerimin yaşadığı çocukluk arasında türlü açılardan karşılaştırmalar yapmışımdır. Agence France Press (AFP) imzalı bir görselle desteklenen o metin, okurunu derin düşünce dehlizlerine sokmadan önce Kanada’da yapılan önemli bir araştırmanın kıyısına yönlendiriyordu:
Ottawa Üniversitesine bağlı Doğu Ontario Çocuk Hastanesi (CHEO) Araştırma Enstitüsü’nden bir grup araştırmacı tarafından yürütülen ve üç yıl boyunca Kanada genelinde 8-12 yaş arası 10.034 çocuğun izlendiği bu araştırmaya göre ‘oyun çağı olarak kabul edilen 8-12 yaş grubundaki çocukların üçte ikisi fiziksel aktivitelere ve oyun oynamaya yönelik temel hareket becerileri, bilgi ve motivasyondan yoksun büyüyor!’
Peki ‘Bize ne, sorun Kanada’nın sorunu!’ diyebilir miyiz?
Gerçeklerden bu kadar kolay kaçabileceğimizi sanmıyorum; zira DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın henüz (Haziran-2017’de) açıkladığı rapora göre ‘Türkiye’deki çocuk işçi sayısı 2 milyona (nüfusumuzun neredeyse 40’ta birine) yaklaşmış iken’ oyun çağındaki çocuklarımızın fiziksel aktivitelerden ve oyun oynamaya yönelik temel hareket becerilerinden yoksun kalmadıklarını iddia etmemiz oldukça zor.
Öte yanda; türlü sınav maratonları içerisinde hırpalanan, normalde o çağlarında gerçekleştirebilecekleri fiziksel aktivitelerden yoksun kalan çocuklarımız var. Mesela bu yıl LGS’ye hazırlanan 1 milyon 300 bin civarındaki çocuğumuzu doğrudan bu kitle içerisinde sayabiliriz.
Buna demin değindiğim çocuk işçileri de ekleyince etti mi 3 milyon çocuk?
Ne diyeceğiz şimdi?..
Hiç… Hiçbir şey!..
***
Hâl-i pür melâlimizden sevgili Çiğdem Çağlar’ın paylaştığı o ilginç araştırmaya dönelim tekrar:
Springer Nature ve BMC Public Health isimli bilimsel dergilerde yayımlanan raporda başka çarpıcı saptamalara da yer veriliyor. Mesela ‘çalışmada izlenen çocukların sadece üçte birinin temel bir fiziksel etkinlik düzeyi olarak düşünülen kriterleri karşıladığı, geri kalan üçte ikisinin top atma veya basit aerobik testlerde bile beklentilerin altında performans sergilediği, oyun oynama becerilerinden yoksun olduğu ve yeterli fiziksel aktivitesinin bulunmadığı’ belirtiliyor...
Mesela ‘CHEO Araştırma Enstitüsü Sağlıklı Aktif Yaşam ve Obezite Araştırmaları Direktörü Dr. Mark Tremblay, çalışmanın sunumunda yaptığı açıklamada, bu durumun çocukların sağlıkları üzerinde büyük etkileri olabileceğine’ dikkat çekiyor.
Dr. Tremblay, ‘Bugün çocukların eskiden olduklarından daha az aktif olduklarını biliyoruz. Eskiden olduğundan daha az uyuyorlar. Eskiden olduğundan daha ağırlar. Eskiden olduğundan daha yerleşik değiller’ diyor.
Bu alanda ‘fiziksel okuryazarlık’ olarak tabir edilebilecek yeni bir ölçüt oluştuğuna işaret eden Tremblay, oyun çağındaki çocukların fiziksel aktivite ve yeterlilik seviyelerinde dramatik bir düşüş olduğunu da ayrıca vurguluyor.
İşte bu saptama çok açık biçimde bizi ilgilendiriyor.
Aslında sadece bizi de değil, Kanada’dan Hollanda’ya, İngiltere’den ABD’ye neredeyse bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiriyor bu sorun:
Çocukların oyun çağı yok oluyor!
Onların gelecekte nasıl birer insan olacaklarını belirleyecek o yaşamsal zaman dilimini ne yazık ki çocuklarımızın ellerinden alıyoruz. Böyle bir gerilemeye sürüklenirken belki kendimize göre bazı haklı (?) gerekçelerimiz de vardır; sokaklar artık güvenli değil, uzaktaki parklara ulaşım çok zor, fiziksel aktivite sunan kurslar pahalı, okul zamanları zaten çok uzun vesaire vesaire…
Ama bunlar sorunu -daha doğrusu bağıra bağıra gelen yıkımı, korkunç tehlikeyi- ortadan kaldırmaz!
Oyun oynamayı unutmuş, belki de hiç oyun oynamadan büyümüş çocuklar, gelecekte dünyamıza hükmedecekler…
Düşünsenize; mağlubiyetin ağır psikolojik yüküyle baş etmeyi hiç deneyimlememiş, tevazuyu hiç keşfetmemiş, küçük zaferlerden örülü mütevazı bir gurur yolculuğunu hiç yaşamamış, rekabeti hazmedememiş, eli dizi hiç kanamamış, hiç zıplamamış, hiç düşmemiş, limitleri zorlamanın doğurduğu kas acısını ama buna mukabil ‘kendini gerçekleştirme hazzını’ hiç tatmamış, var gücüyle hiç koşmamış, hiç yorulmamış, dolayısıyla yorgun insanları anlama ihtimali olmayan çocuklar…
Onlar dünyaya ne verebilirler?
Yönettikleri şirketler ya da devletler ne kadar insancıl olabilir?
Hastalarına, müvekkillerine, öğrencilerine, müşterilerine karşı ne kadar nazik olabilirler?
Dünyayı ne kadar tanıyabilirler ki?..
Şayet biz yetişkinler çocukların oyun çağını, ihtiraslar dünyasında kendimize arsa edinelim diye parseller, yok edersek Tremblay’ın dediği gibi ‘Ebeveynler, yakın bir gelecekte 'Git dışarda oyna' dedikleri çocuklarının, "Dışarıda ne yapabilirim ki?" cevabıyla karşılaşacaklar’.
Ve işte bu da medeniyetin sonu gibi bir şey olur.
O günden bugüne dosyada geçen çekirdek makaleyi belki on kez okumuşumdur. Her okuyuşumda da kendi çocukluğumla bugün öğrencilerimin yaşadığı çocukluk arasında türlü açılardan karşılaştırmalar yapmışımdır. Agence France Press (AFP) imzalı bir görselle desteklenen o metin, okurunu derin düşünce dehlizlerine sokmadan önce Kanada’da yapılan önemli bir araştırmanın kıyısına yönlendiriyordu:
Ottawa Üniversitesine bağlı Doğu Ontario Çocuk Hastanesi (CHEO) Araştırma Enstitüsü’nden bir grup araştırmacı tarafından yürütülen ve üç yıl boyunca Kanada genelinde 8-12 yaş arası 10.034 çocuğun izlendiği bu araştırmaya göre ‘oyun çağı olarak kabul edilen 8-12 yaş grubundaki çocukların üçte ikisi fiziksel aktivitelere ve oyun oynamaya yönelik temel hareket becerileri, bilgi ve motivasyondan yoksun büyüyor!’
Peki ‘Bize ne, sorun Kanada’nın sorunu!’ diyebilir miyiz?
Gerçeklerden bu kadar kolay kaçabileceğimizi sanmıyorum; zira DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın henüz (Haziran-2017’de) açıkladığı rapora göre ‘Türkiye’deki çocuk işçi sayısı 2 milyona (nüfusumuzun neredeyse 40’ta birine) yaklaşmış iken’ oyun çağındaki çocuklarımızın fiziksel aktivitelerden ve oyun oynamaya yönelik temel hareket becerilerinden yoksun kalmadıklarını iddia etmemiz oldukça zor.
Öte yanda; türlü sınav maratonları içerisinde hırpalanan, normalde o çağlarında gerçekleştirebilecekleri fiziksel aktivitelerden yoksun kalan çocuklarımız var. Mesela bu yıl LGS’ye hazırlanan 1 milyon 300 bin civarındaki çocuğumuzu doğrudan bu kitle içerisinde sayabiliriz.
Buna demin değindiğim çocuk işçileri de ekleyince etti mi 3 milyon çocuk?
Ne diyeceğiz şimdi?..
Hiç… Hiçbir şey!..
***
Hâl-i pür melâlimizden sevgili Çiğdem Çağlar’ın paylaştığı o ilginç araştırmaya dönelim tekrar:
Springer Nature ve BMC Public Health isimli bilimsel dergilerde yayımlanan raporda başka çarpıcı saptamalara da yer veriliyor. Mesela ‘çalışmada izlenen çocukların sadece üçte birinin temel bir fiziksel etkinlik düzeyi olarak düşünülen kriterleri karşıladığı, geri kalan üçte ikisinin top atma veya basit aerobik testlerde bile beklentilerin altında performans sergilediği, oyun oynama becerilerinden yoksun olduğu ve yeterli fiziksel aktivitesinin bulunmadığı’ belirtiliyor...
Mesela ‘CHEO Araştırma Enstitüsü Sağlıklı Aktif Yaşam ve Obezite Araştırmaları Direktörü Dr. Mark Tremblay, çalışmanın sunumunda yaptığı açıklamada, bu durumun çocukların sağlıkları üzerinde büyük etkileri olabileceğine’ dikkat çekiyor.
Dr. Tremblay, ‘Bugün çocukların eskiden olduklarından daha az aktif olduklarını biliyoruz. Eskiden olduğundan daha az uyuyorlar. Eskiden olduğundan daha ağırlar. Eskiden olduğundan daha yerleşik değiller’ diyor.
Bu alanda ‘fiziksel okuryazarlık’ olarak tabir edilebilecek yeni bir ölçüt oluştuğuna işaret eden Tremblay, oyun çağındaki çocukların fiziksel aktivite ve yeterlilik seviyelerinde dramatik bir düşüş olduğunu da ayrıca vurguluyor.
İşte bu saptama çok açık biçimde bizi ilgilendiriyor.
Aslında sadece bizi de değil, Kanada’dan Hollanda’ya, İngiltere’den ABD’ye neredeyse bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiriyor bu sorun:
Çocukların oyun çağı yok oluyor!
Onların gelecekte nasıl birer insan olacaklarını belirleyecek o yaşamsal zaman dilimini ne yazık ki çocuklarımızın ellerinden alıyoruz. Böyle bir gerilemeye sürüklenirken belki kendimize göre bazı haklı (?) gerekçelerimiz de vardır; sokaklar artık güvenli değil, uzaktaki parklara ulaşım çok zor, fiziksel aktivite sunan kurslar pahalı, okul zamanları zaten çok uzun vesaire vesaire…
Ama bunlar sorunu -daha doğrusu bağıra bağıra gelen yıkımı, korkunç tehlikeyi- ortadan kaldırmaz!
Oyun oynamayı unutmuş, belki de hiç oyun oynamadan büyümüş çocuklar, gelecekte dünyamıza hükmedecekler…
Düşünsenize; mağlubiyetin ağır psikolojik yüküyle baş etmeyi hiç deneyimlememiş, tevazuyu hiç keşfetmemiş, küçük zaferlerden örülü mütevazı bir gurur yolculuğunu hiç yaşamamış, rekabeti hazmedememiş, eli dizi hiç kanamamış, hiç zıplamamış, hiç düşmemiş, limitleri zorlamanın doğurduğu kas acısını ama buna mukabil ‘kendini gerçekleştirme hazzını’ hiç tatmamış, var gücüyle hiç koşmamış, hiç yorulmamış, dolayısıyla yorgun insanları anlama ihtimali olmayan çocuklar…
Onlar dünyaya ne verebilirler?
Yönettikleri şirketler ya da devletler ne kadar insancıl olabilir?
Hastalarına, müvekkillerine, öğrencilerine, müşterilerine karşı ne kadar nazik olabilirler?
Dünyayı ne kadar tanıyabilirler ki?..
Şayet biz yetişkinler çocukların oyun çağını, ihtiraslar dünyasında kendimize arsa edinelim diye parseller, yok edersek Tremblay’ın dediği gibi ‘Ebeveynler, yakın bir gelecekte 'Git dışarda oyna' dedikleri çocuklarının, "Dışarıda ne yapabilirim ki?" cevabıyla karşılaşacaklar’.
Ve işte bu da medeniyetin sonu gibi bir şey olur.