
Değerli okurlarım sizlerle bu gün genç yazarlarımızdan biri olan ve aynı zamanda çiçeği burnunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni de olarak da görev yapan, kıymetli kardeşim Kemal Tunç’unda kızı Elif Tunç’un öğretmenler günü münasebetiyle Özel Güneş Kolejinde düzenlenen yarışmada 1.’lik elde ettiği yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yüreğim bir kelimenin mührünü taşıyor. Bir kelime… Öyle bir kelime ki: Kâinatın her yerinde izleri var. Yaradılışın başı gibi, sanki ruh üflenirken o da üflenmiş gibi… Gizli ama ayan beyan. Karanlığa meydan okuyan yıldızlar gibi… Yağmur gibi saf, temiz, duru, sakin… Başlı başına huzur gibi… Rahmet aslında kalplerde dolaşan merhamet. Ne güzel şeydir değil mi şu merhamet? En çirkinini güzel, en yoksulunu zengin eder. Bu kadar mıydı sadece merhamet? Bir kelimenin içine kaç tane duyguyu sığdırabilirsiniz? Kaç tane his ona misafir olabilir? Merhamet atan kalp mi? Yürünen yol mu? Yağan yağmur mu? Bir insan mı merhamet? Aslında tek bir tanıma kurban edilemeyecek kadar değerli. Bütün insanlığın bütün canlılığın adı aslında.
Kâinatta merhamet için yaşayan bir örnek gösterme şansımız olsa şüphesiz bu bi anne olurdu. Cenneti ayaklar altına alan bi merhamet…Merhameti anlayabilmek için kadını anlayabilmek gerek. Kadın: Havva’ydı, başlangıcın güzel ismi. Yaşayamadan Adem’ini ayrılığın, özlemin, bekleyişin adıydı. Amine’ydi, doyamadan annesine kaybedişin adıydı. Her gece Mekke mihrabında gözyaşının adıydı. Öksüzdü merhamet, yetimdi… Hatice’nin ismiydi merhamet samimiyetin adı. Güneşin sığındığı gölge.. Bir gece korku içinde titreyerek gelmiştin onun yanına üşüyordun, üzerini örttü ve seni teskin etti. Ve sana: ‘‘Allah’a yemin ederim ki Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen aciz olanların yüklerini çekersin, yoksula verir, hiçbir şeyi olmayana bağışta bulunursun, misafiri ağırlarsın, bir felakete uğrayana yardım edersin.’’ Böyle güç bulmuştun onda. Tarihe yakın bir isimdi yürek sızlatan kadın Nene Hatun’du merhamet mücadelenin adı…
Merhamet bazen de vatanı uğruna kayboluşun ismiydi. Şühedanın sesi…Şehidin adıydı. Şehit haberi alan ailesinin ‘Vatan sağ olsun.’ deyişiydi…Merhamet bi arkadaştı ‘‘O söylediyse doğru söylemiştir.’’ diyen Ebubekir’in teslimiyetiydi. Adaletin adıydı merhamet ‘‘Dağlara buğdaylar serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler.’’ diyen Ömer’in adıydı merhamet.
Merhamet bambaşka bir şeydi, Malik’in oğlu Enes rivayet ediyor: Rasulullah meclisinde bulunanlara şöyle seslendi: ‘‘Kardeşlerime kavuşmayı arzuluyorum.’’ Ashabında mahzun bir şekilde: ‘‘Biz senin kardeşlerin değil miyiz?’’ sende onlara: ‘‘Siz benim arkadaşlarımsınız, kardeşlerim ise beni görmedikleri halde bana iman edenlerdir.’’ Merhamet görmediği, tanımadığı halde sevmenin adıydı. Ümmetim, ümmetim diyen hüznün adıydı.
Merhamet bir devletin adıydı. Ertuğrul oğlu Osman olarak doğdu, göğsünde bir çınar doğdu, dipdiri bir devlet oldu. Orhan’dı, Murat’tı, Bayezid’di, Fatih’ti, Süleyman’dı, Selim’di ve daha nicesiydi.. Nice şehirler kılıçlarının önünde eğildi. Cihangirlik sevdası için değil aleme nizam içindi merhamet. Ulu çınarın son yapraklarından biri, son paye... Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamid Medine’yi Münevvere’ ye doğru Hicaz demiryolunu döşerken hususi bir şey istedi Medine’ye az kala işçiler çekiçlerine keçe döşesinler. Sebebini soranlara ‘Orda Fahri Kâinat Efendimiz medfun çıkacak sesler o beldeyi rahatsın etmesin.’ dedi. Sevgilinin huzurunu düşünen bir merhamet. Yaprak döküldü başka baharda açmak için.
Rabbin adıydı merhamet. Çünkü merhametlilerin en hayırlısıydı. Rahmandı… ‘‘Yeryüzünü rahmetimle kuşattım.’’[1] Sözünde saklıydı merhamet. ‘Allah tüm canlıların kalbine merhamet tohumlarını ekmiştir, önemli olan hangimizin bu tohumları büyüttüğü hangimizin su bile vermeden kurumasını izlemesidir.’
Merhamet başlı başına İslam’dı… bizim içini dolduramadığımız selam ve esenliğin adıydı. Merhamet bir dengeydi aslında. Vicdanın kalbe okuduğu ezan.. huzurlu bi çağrı.. duaydı. Bir tek o beni geri çevirmez demenin sembolüydü. Merhamet acımak değil, acıtmamaktı. İncitmek değil, incitmemekti. Öldürmek değil, yaşatmaktı. Merhamet sevinçti, yeryüzünün en güzel süsüydü. Yalnızlığın umuduydu…
Merhamet uçsuz bucaksız denizdi ama bize sırt çevireceğini hiç düşünmemiştim. Keşke… keşke dünyanın dili olsa da konuşsaydı. Zulmü haykıramayanı, zulme engel olmayanı, zülmedeni, öldüreni, aşağılayanı, hakir göreni.. haykırsaydı bize. Bizi bizimle yüzleştirseydi. Yüzleşme gününü her gün bir adım daha atan insan ne kadar da zavallı değil mi?
Göz pınarı kuruyan ey insan;
‘Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum, tek ve tenhayım.
Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vahayım.’ diyen Mescidi Aksa’yı görsen, Uygur Türklerini görsen, mazlumların gözyaşlarını görsen belki, belki ağlarsın çünkü bir an gerçekten ağlasan dünya yaşanır olacak. Merhametsizliğin ne hale getirdiğini düşünmeli insan…‘‘Çünkü merhamet etmeyene, merhamet edilmez.’’
Allah kalplerimize merhamet dedi ama o adı koruyan olmadı. Bize küs.. bize dargın… O yüzden bu kadar yoksun bu kadar eksiğiz. Artık insan merhamete: ‘Hadi renklerini topla da gel diyebilmeli.’ Çünkü merhamet çocuk gibidir, masumdur. Kuş gibi o yürekten o yüreğe konmak ister. Zaten nasıl alışır bir kuş umudunu yitirmeye onun umudu küslüğünden daha değerlidir.
Yüreğim bir kelimenin mührünü taşıyor. Bir kelime… Öyle bir kelime ki: Kâinatın her yerinde izleri var. Yaradılışın başı gibi, sanki ruh üflenirken o da üflenmiş gibi… Gizli ama ayan beyan. Karanlığa meydan okuyan yıldızlar gibi… Yağmur gibi saf, temiz, duru, sakin… Başlı başına huzur gibi… Rahmet aslında kalplerde dolaşan merhamet. Ne güzel şeydir değil mi şu merhamet? En çirkinini güzel, en yoksulunu zengin eder. Bu kadar mıydı sadece merhamet? Bir kelimenin içine kaç tane duyguyu sığdırabilirsiniz? Kaç tane his ona misafir olabilir? Merhamet atan kalp mi? Yürünen yol mu? Yağan yağmur mu? Bir insan mı merhamet? Aslında tek bir tanıma kurban edilemeyecek kadar değerli. Bütün insanlığın bütün canlılığın adı aslında.
Kâinatta merhamet için yaşayan bir örnek gösterme şansımız olsa şüphesiz bu bi anne olurdu. Cenneti ayaklar altına alan bi merhamet…Merhameti anlayabilmek için kadını anlayabilmek gerek. Kadın: Havva’ydı, başlangıcın güzel ismi. Yaşayamadan Adem’ini ayrılığın, özlemin, bekleyişin adıydı. Amine’ydi, doyamadan annesine kaybedişin adıydı. Her gece Mekke mihrabında gözyaşının adıydı. Öksüzdü merhamet, yetimdi… Hatice’nin ismiydi merhamet samimiyetin adı. Güneşin sığındığı gölge.. Bir gece korku içinde titreyerek gelmiştin onun yanına üşüyordun, üzerini örttü ve seni teskin etti. Ve sana: ‘‘Allah’a yemin ederim ki Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen aciz olanların yüklerini çekersin, yoksula verir, hiçbir şeyi olmayana bağışta bulunursun, misafiri ağırlarsın, bir felakete uğrayana yardım edersin.’’ Böyle güç bulmuştun onda. Tarihe yakın bir isimdi yürek sızlatan kadın Nene Hatun’du merhamet mücadelenin adı…
Merhamet bazen de vatanı uğruna kayboluşun ismiydi. Şühedanın sesi…Şehidin adıydı. Şehit haberi alan ailesinin ‘Vatan sağ olsun.’ deyişiydi…Merhamet bi arkadaştı ‘‘O söylediyse doğru söylemiştir.’’ diyen Ebubekir’in teslimiyetiydi. Adaletin adıydı merhamet ‘‘Dağlara buğdaylar serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler.’’ diyen Ömer’in adıydı merhamet.
Merhamet bambaşka bir şeydi, Malik’in oğlu Enes rivayet ediyor: Rasulullah meclisinde bulunanlara şöyle seslendi: ‘‘Kardeşlerime kavuşmayı arzuluyorum.’’ Ashabında mahzun bir şekilde: ‘‘Biz senin kardeşlerin değil miyiz?’’ sende onlara: ‘‘Siz benim arkadaşlarımsınız, kardeşlerim ise beni görmedikleri halde bana iman edenlerdir.’’ Merhamet görmediği, tanımadığı halde sevmenin adıydı. Ümmetim, ümmetim diyen hüznün adıydı.
Merhamet bir devletin adıydı. Ertuğrul oğlu Osman olarak doğdu, göğsünde bir çınar doğdu, dipdiri bir devlet oldu. Orhan’dı, Murat’tı, Bayezid’di, Fatih’ti, Süleyman’dı, Selim’di ve daha nicesiydi.. Nice şehirler kılıçlarının önünde eğildi. Cihangirlik sevdası için değil aleme nizam içindi merhamet. Ulu çınarın son yapraklarından biri, son paye... Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamid Medine’yi Münevvere’ ye doğru Hicaz demiryolunu döşerken hususi bir şey istedi Medine’ye az kala işçiler çekiçlerine keçe döşesinler. Sebebini soranlara ‘Orda Fahri Kâinat Efendimiz medfun çıkacak sesler o beldeyi rahatsın etmesin.’ dedi. Sevgilinin huzurunu düşünen bir merhamet. Yaprak döküldü başka baharda açmak için.
Rabbin adıydı merhamet. Çünkü merhametlilerin en hayırlısıydı. Rahmandı… ‘‘Yeryüzünü rahmetimle kuşattım.’’[1] Sözünde saklıydı merhamet. ‘Allah tüm canlıların kalbine merhamet tohumlarını ekmiştir, önemli olan hangimizin bu tohumları büyüttüğü hangimizin su bile vermeden kurumasını izlemesidir.’
Merhamet başlı başına İslam’dı… bizim içini dolduramadığımız selam ve esenliğin adıydı. Merhamet bir dengeydi aslında. Vicdanın kalbe okuduğu ezan.. huzurlu bi çağrı.. duaydı. Bir tek o beni geri çevirmez demenin sembolüydü. Merhamet acımak değil, acıtmamaktı. İncitmek değil, incitmemekti. Öldürmek değil, yaşatmaktı. Merhamet sevinçti, yeryüzünün en güzel süsüydü. Yalnızlığın umuduydu…
Merhamet uçsuz bucaksız denizdi ama bize sırt çevireceğini hiç düşünmemiştim. Keşke… keşke dünyanın dili olsa da konuşsaydı. Zulmü haykıramayanı, zulme engel olmayanı, zülmedeni, öldüreni, aşağılayanı, hakir göreni.. haykırsaydı bize. Bizi bizimle yüzleştirseydi. Yüzleşme gününü her gün bir adım daha atan insan ne kadar da zavallı değil mi?
Göz pınarı kuruyan ey insan;
‘Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum, tek ve tenhayım.
Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vahayım.’ diyen Mescidi Aksa’yı görsen, Uygur Türklerini görsen, mazlumların gözyaşlarını görsen belki, belki ağlarsın çünkü bir an gerçekten ağlasan dünya yaşanır olacak. Merhametsizliğin ne hale getirdiğini düşünmeli insan…‘‘Çünkü merhamet etmeyene, merhamet edilmez.’’
Allah kalplerimize merhamet dedi ama o adı koruyan olmadı. Bize küs.. bize dargın… O yüzden bu kadar yoksun bu kadar eksiğiz. Artık insan merhamete: ‘Hadi renklerini topla da gel diyebilmeli.’ Çünkü merhamet çocuk gibidir, masumdur. Kuş gibi o yürekten o yüreğe konmak ister. Zaten nasıl alışır bir kuş umudunu yitirmeye onun umudu küslüğünden daha değerlidir.