Mehmet Rüştü Efendi 1916 yılında Erzurum’un Rus ve Ermeni işgali altına girdiğini gördü ve o yıl darı beka etti. 1917 yılında Ruslar Erzurum’dan çekildi ve şehir Antranik denilen kasap başı yönetimindeki Taşnak çetelerinin insafına terk edildi. Türk ordusu gelinceye kadar şehirde esir durumunda kalmış on binlerce masum Müslümanı vahşi usullerle katlettiler.
Erzurum’un manevi bir diğer dinamiği olan ve şehrin kurtarılışına süvarileriyle iştirak eden Alvarlı Hâce Muhammed Lutfî hazretleri, 1918’in 12 Mart’ında, din bilgini ve gönül insanı babası Hüseyin Efendi’yi de şehit eden, Ermeni mezalimine bizzat tanıklık etti.
Rüştü Efendi gibi, o da bu felaketi şiirlerine yansıttı. Hulâsâtü’l-Hakâyık[1]ta yer alan ve sadeleştirerek vermeye çalıştığımız iki şiirinde (s: 567-568) hadiseleri şu şekilde yansıttı:
“Bugün kıyamet koptu, yeryüzü kana boyandı; öyle ki kandan bir tufan oldu.
İslamlar, evleri barklarıyla birlikte candan oldular, öz kanlarıyla saçları başları renk renk oldu.
Lale yanaklı gül yüzlüler, gonca ağızlılar, inci sözlülüler, hançerlendikçe, bedenleri baştan sona kana bulandı.
Yavrular, feryat figan ağladı, sonunda onlar da ceset oldu.
Öyle çok kan aktı ki, taşlar âdeta mercanlara dönüştü.
Yiğitler baltalanıp öz kanlarına boyandı.
Körpe kuzular kebap gibi, ateşe atılıp pişirildi.
Kanlı bir pazar kuruldu da çaresiz insanların boyunları kan harmanına düştü…”
İkinci şiirinde ise Efe, vahşeti ve dehşeti, şöyle dilendirir:
“Yeryüzünü seyret, her yan alkanlara boyandı.
Müslümanların feryadı arşa kadar dayandı.
İnsan olan, haşre dek, bu derde yanar…
Keman kaşlı civanlar toprağa karışıp toz oldu.
Günden güzel gül yüzlüler ateşler içinde kaldı.
Yaşlılar, gençler, kanlı yaşlar döktü…
İslam düşmanları, canavarlar gibi, akıttıkları kandan kandı…
Baltalarla çalmaktan kolları usandı!
Vura vura yorulan kâfirlerin kılıcı artık kalkmaya üşenir oldu!
Kâfirler, camilere haçları o günlerde astı.
Çok sayıda köyü basıp nice tenlere kılıç çaldılar.
Annelerinin yanında yavrularını kestiler.
Dört kâfir kasap oldu, bölük bölük insanları kesti.
Yiğitlerin kanlarına parmak bandılar.
Huda’nın lütfuyla İslam ordusu erişti;
Erişmeseydi, bir fert kalır mıydı ya!”
(Yarın devam edeceğiz)
[1] Damla Yayınevi, İstanbul, 1996
Erzurum’un manevi bir diğer dinamiği olan ve şehrin kurtarılışına süvarileriyle iştirak eden Alvarlı Hâce Muhammed Lutfî hazretleri, 1918’in 12 Mart’ında, din bilgini ve gönül insanı babası Hüseyin Efendi’yi de şehit eden, Ermeni mezalimine bizzat tanıklık etti.
Rüştü Efendi gibi, o da bu felaketi şiirlerine yansıttı. Hulâsâtü’l-Hakâyık[1]ta yer alan ve sadeleştirerek vermeye çalıştığımız iki şiirinde (s: 567-568) hadiseleri şu şekilde yansıttı:
“Bugün kıyamet koptu, yeryüzü kana boyandı; öyle ki kandan bir tufan oldu.
İslamlar, evleri barklarıyla birlikte candan oldular, öz kanlarıyla saçları başları renk renk oldu.
Lale yanaklı gül yüzlüler, gonca ağızlılar, inci sözlülüler, hançerlendikçe, bedenleri baştan sona kana bulandı.
Yavrular, feryat figan ağladı, sonunda onlar da ceset oldu.
Öyle çok kan aktı ki, taşlar âdeta mercanlara dönüştü.
Yiğitler baltalanıp öz kanlarına boyandı.
Körpe kuzular kebap gibi, ateşe atılıp pişirildi.
Kanlı bir pazar kuruldu da çaresiz insanların boyunları kan harmanına düştü…”
İkinci şiirinde ise Efe, vahşeti ve dehşeti, şöyle dilendirir:
“Yeryüzünü seyret, her yan alkanlara boyandı.
Müslümanların feryadı arşa kadar dayandı.
İnsan olan, haşre dek, bu derde yanar…
Keman kaşlı civanlar toprağa karışıp toz oldu.
Günden güzel gül yüzlüler ateşler içinde kaldı.
Yaşlılar, gençler, kanlı yaşlar döktü…
İslam düşmanları, canavarlar gibi, akıttıkları kandan kandı…
Baltalarla çalmaktan kolları usandı!
Vura vura yorulan kâfirlerin kılıcı artık kalkmaya üşenir oldu!
Kâfirler, camilere haçları o günlerde astı.
Çok sayıda köyü basıp nice tenlere kılıç çaldılar.
Annelerinin yanında yavrularını kestiler.
Dört kâfir kasap oldu, bölük bölük insanları kesti.
Yiğitlerin kanlarına parmak bandılar.
Huda’nın lütfuyla İslam ordusu erişti;
Erişmeseydi, bir fert kalır mıydı ya!”
(Yarın devam edeceğiz)
[1] Damla Yayınevi, İstanbul, 1996