
Bir sosyal medya tartışması:
Erzurumlu çiftçi hayvancılıktan para kazanıyor mu?
Tartışma ateşini yakan emekli okul Müdürü Ahmet Akın Bey oldu. Onun fikrine göre, Türkiye’nin en çok büyükbaş hayvan varlığına sahip illeri arasında yer alan Erzurum çiftçisi hayvancılıktan para kazanıyor. Kazanamıyoruz diyen yetiştiriciler ise gerçeği söylemiyor ve bu insanlar aynı zamanda şükürsüz kimselerdir. Akın, görüşlerini ve iddialarını şöyle temellendiriyor:
“Erzurum’da en ucuz et kıymadır onun da kilosu 50 TL’dir… Hayvan besicileri; ‘yem, saman, ot pahalı, hayvancılık öldü!’ diye serzenişte bulunuyorlar. Şimdi dikkat edin yakınan bu kimseler modern ahırları genelde teşvik ile yaptılar; inekleri teşvik ile aldılar; yani maliyette kendi paraları ya yok ya da çok az. Hayvan yemlerini ise çoğu hiç üretmiyor; ot para; saman para; yem para; ilaç vesaire hep para! Bir de ellerini sıcaktan soğuğa vurmuyorlar. Afganlıdan şundan bundan çoban tutmuşlar; isçilikleri de onlara yaptırıyorlar, kendileri şehirde oturuyor. Kısaca üretimde hiç emekleri yok. Ondan sonra da kazanamıyoruz yakınması başlıyor. Niye kazanacaksın ki beyim, ne yaptın da ne bekliyorsun? Çalışanlar aptalda bir sen mi akıllısın? Her şeyi hazır al, işçiliği başkası yapsın, sen de para kazan! Yok öyle yağma. Gir ahıra, terle biraz, arazilerini ek-biç, hayvanın yiyeceğini üret. Bak bakalım o zaman kazanıyor musun kazanmıyor musun? Bugün 100 kiloluk bir hayvanın fiyatı 5-6 bin lira, nasıl para kazanılmıyor? Birçok iş kolunda acaba esnaf bu parayı kazanabiliyor mu? Haksız bir yakınma bunlarınki. Bunlar çuvalla kazanmaya alışmış, şimdi torbayla kazanınca zorlarına gidiyor. Zaten bir takımları da kasıtlı olarak bu propagandayı yapıyor. Bir de köylü aç teranesi var. Ben, hiç aç insan görmedim. Devlet, var olsun, herkese, az çok, maaş da veriyor. Öyle bir durumdayız ki, herkes kendi hastasına bile artık parayla bakıyor! Aş evleri harıl harıl çalışıyor. Aç olan kimmiş? Ortalık yiyecek, giyecek dolu. Bir çığırtkanlıktır ki gidiyor. Biraz da şükretmesini bilelim. Bakın; mağdur insan az da olsa var; fakat onlar, dikkat ediyorum, hep şükrediyorlar. Feryat eden kesim ise tuzu kuru kesimdir. Ne hikmetse herkes çalışmadan lüks bir hayat yaşamak istiyor! Hep milyarder olmak istiyorlar; güzelde, bütün bunlar hangi devlette var? Amerika’da, Avrupa’da bedava muayene bile yok. Atık biraz insaf, biraz şükür diyorum.”
Köy hayatı modernleşiyor!
Özcan Zegerek Bey, biraz abartarak, Ahmet Akın Bey’e hak vermiş: “Ne kadar doğru. Evvelden köyde kimde araba vardı? Şimdi her kapının önünde birden fazla araba var; hem de lüks arabalar. Bunun yanında son model traktörler ve tarım aletleri. Hep devlet desteğiyle alınmış. Devlet desteği haddinden fazla, yine de kazanamıyorlar! Ne alakaysa artık?..”
‘Köylü kazanamıyor!’ yakınmasının analizi
Sn. Ahmet Bey’in akrabası olan Yakup Akın Bey, itiraz ediyor bu olumlu yorumlara. O, ‘Kazanamıyoruz!’ tezini şöyle temellendiriyor:
“Hayvancılığı sana şöyle acıklıyım: Yeni doğan bir dananın kurban olana kadarki maliyeti nedir? Sana açıklayayım: Bir dana iki senede en basitinden 4 ton saman yer. Samanın tonu bin lira. Eder 4 bin TL. Bu hayvan iki sene de dağda bayırda otlar; çoban parası, ilaç parsı, yem parası… kısacası köylü iki yıl bu hayvanın peşine koşar; şöyle üç bin lira da bu süreçte harcanır. Etti mi sana 7 bin lira bir maliyet. Şimdi bu köylü hayvanını pazara indirip kaç paraya satacak ki para kazansın? Öte yandan devlet ne desteği veriyor? Ben hiç bir destek görmedim. 26 yaşındayım; bu zaman kadar ailecek hayvancılık yaptık; öyle abartılı bir destek bilmiyorum. Evet, doğan her bir danaya devlet para verir; fakat onu da başka şekilde geri toplar! Yani kısacası işin içinde olup, hani derler ya, ölümü yaşayıp göreceksin ki anlayasın hayvancılığın nasıl bir uğraş olduğunu; nasıl kazanıldığını yahut kazanılamadığını!”

Ahmet Bey, zenginliğin kaynağını soruyor!
Yakup Bey’in bu izahını gerçekçi bulmayan Ahmet Akın Bey, bu kez de şu soruları yöneltmiş sn. Yakup’a: “Yakup Akın! Baban bir yerde çalışmadı; rençberlikten para kazanmıyorsanız, peki o arazileri, o motoru nerden aldınız? Dört düğün yaptınız! Kapınızda özel taksi bekliyor. Bu sene kurbanda en az 100 bin lira geliriniz oldu. Bunlar gökten mi geldi?.. İnsaf edin; köydekiler ekmek bile pişirmiyor, yazın taze soğanı bile şehirden alıyorlar; kazanamayan insanlar böyle mi yaşar? İş güç zamanı şehre gelen köy arabalarında yer yok; her birisi en az günde bir paket de sigara içiyor. Sadece havaya üfledikleri para ayda 450 TL…”
Teşviklerin denetimi yetersiz!
Hakan Demir de tartışmaya bir başka açıdan katılıyor. O, hayvancılığı, ‘teşvikli hayvancılık teşviksiz hayvancılık,’ olarak ikiye ayırıyor ve teşviklerin tam yerini bulmadığını vurguluyor. Kendi imkânlarıyla bu işi yapanların para kazandıklarını söyleyen Demir, teşvik alanların da aldıkları teşvikleri sadece bu alanda kullanmaları durumunda onların da hem büyüyüp hem de para kazandıklarını ifade ediyor. Demir’in önerisi ise şöyle: “Adam hayvancılık kredisi alıyor, fakat krediyi ya bu alanda kullanmıyor ya da zaten hayvancılıkla daha işin başında bir alakası yok. Ortalıkta gürültü patırtı koparanlar daha çok bu insanlar. Bunun yegâne sebebi alınan teşvikten sonra denetim mekanizmasının eksik işlemesidir. Kardeşim! Bana verdin teşviki; bari bir gün çık gel de, beni bir denetle. Bir bak bakalım ki, bu adam aldığı parayı ne yaptı, nerelerde kullanıyor?”
Destek ürüne verilmeli
Faruk Okutucu ise devletin çitçiye ahır yapması ve hayvan alması için teşvik veriyorsa karşılığında gerçekten değeri olan bir teminat alması gerektiğini ve verilen teşviklerin üretime verilmesi gerektiğini savunuyor. Onun görüşü de şöyle: “Hayvancılık kredisini alan kişi 2 yıl sonra bu parayı geri ödemeye başlayacağını, borcunu ödemese ahırın elinden alınacağını, teminatlarının çözüleceğini bilmelidir. Bu alanda sıkı denetim olmalı. Teşvik konusunda şöyle bir yol izlenebilir: Etin kilosunu 10 TL fazlasına devlet kombinasında kendisi alacak, üretici pazar aramayacak. Satarken de 10 TL ucuza satacak; yani desteği direkt ürüne verecek, hayali iş yapılmayacak. O zaman mal para edince de herkes üretici olmaya gayret edecektir...”
Köylüler eskisi gibi ekip biçmiyor!
Fahri Kavaz, tartışmaya bir başka yönden bakıyor. O, eskiden köylerde, dağ arazilerinin bile ekilip biçildiğini hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Herkes samanın, otun, yemin, çobanın pahalı olduğundan söz ediyor, çok doğru. Bunun sebebi de köylüdür. Türkiye’de buğday yok, dışarıdan ithal ediliyor; traktör kapıda yatıyor, tarlalar ise boş bekliyor…”
Mazot 1 TL’ye satılsın
Mustafa Yenice, köylünün ekip biçmedeki sorununun maliyet sorunu olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda mazot giderlerini gündeme taşıyor. Yenice’nin önerisi ise şöyle:
“Hayvancılığın ve tarımın en önemli sorunu yem fiyatlarının yüksekliğidir. Çiftçilerin her türlü yakınması girdi maliyetlerinin yüksekliğinden. Bu konuda haksız değiller. Eskiden hayvan gücüne dayalı tarım yapıldığı için bugünkü sorunlar yoktu. Yakınmaları önlemek için söz gelimi mazotun litresi 1 TL’ye ithal ediliyorsa çiftçiye de bu fiyattan satılmalıdır. Malumunuz bizim yörede tarlaların çoğu bu yüzden ekilmiyor. Yakıt fiyatları düşerse herkes tarlasını eker biçer, böylece yem fiyatları ucuzlar. En azından tarlalar da boş bırakılmamış olur. Bu durumdan çitçi de faydalanır vatandaş da ucuz et tüketir… Ayrıca teşviklerle ilgili denetim mekanizması düzgün işlemiyor. Mesela adam bir tarla ekiyor iki tarla gösteriyor vb...”
Erzurum’da hayvancılık para kazandırıyor mu kazandırmıyor mu? Tartışma böyle uzayıp gidiyor. Biz tarafların görüşlerini yansıtmaya çalıştık. Bilgileri değerlendirme kısmı da artık size aittir…
KALE ÇEVRESİNE BİRKAÇ ‘İŞLEVSEL’ HEYKEL YAKIŞIR!
2010 yılının Ekim ayında, şehrimizde, ‘2. Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’ düzenlenmişti. Erzurum Büyükşehir Belediyesi finansını sağlamış, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Bulat da organizasyonu yapmış, heykel sanatçılarını şehrimizde toplamıştı.
Türkiye’nin yanı sıra İtalya ve Gürcistan’dan gelen heykel sanatçıları Aziziye Parkı’nda kurulan dev çadırda ve açık havada iki hafta boyunca, Selçuklu ve Osmanlı dönemiyle modern figürleri mermerlere işlemişlerdi. İş takvimi sonunda çeşme olarak kullanılabilecek özellikte sekiz eser meydana getirilmiş ve bu eserler Büyükşehir Belediyesi’ne armağan edilmişti.
Bu yapıtların ikisini Olimpiyat Parkı'nda görünce ziyadesiyle sevindim. (Çeşmelerden biri aktif diğerinin de aktif olması gerekir.)

Doğrusu parka pek de güzel yakışmışlar...
Sn. Bulat, Sn. Sekmen'le görüşerek, yeni bir heykelci hoca grubunu Erzurum'da toplayıp yine mermere yahut tarihi dokuya uygun olması bakımından taşa çalışılarak, şehrimiz için, yeni imajlar oluşturabilirler.
Bu eserler, Kale, Çifte Minareli Medrese ve Üç Kümbetlerin yer aldığı sit bölgesindeki yeşil alanlara ve parklara konulabilir.
Şu ‘öküzlü’ çeşme heykeline tekrar dönersek: Bu heykelin diğer unsurlarına bakınca, 'Dünya öküzün ve balığın sırtındadır!' hadisine sanatçı sanki de bir atıf yapmış gibidir...
Tabii bu tür eserleri gayesine uygun değerlendirmek gerekir. Mesela öküzlü çeşmeden mutlaka su akmalı ve tabii yanına da çöp tenekesi konulmamalıdır!

GEZ KÖY HİKÂYESİ YAHUT VATANDAŞA SAĞ GÖSTERİP SOL VURMAK!
Göz Köyü Erzurum’un batı yönündeki yeni gözde bölgesi Dadaşkent’in kuzeyini kesen eski bir yerleşim yeriydi. Köy olarak kalamazdı, istimlak edilip Dadaşkent’e ilave edilmesi zorunluydu.
Nihayet bu zorunluluk bundan iki üç yıl kadar önce tamamlandı ve evleri istimlak edilen köylüler ata dede yurtlarını terk ettiler.
Sosyal medyada Gez Köyü’nün yerinde yükselen binalarla ilgili bir paylaşımda bulunmuştum. Meğer Gez Köylüler bu konuda oldukça dertliymişler.
Mesela, Rüknettin Kamacı, derdini şöyle dile getirmiş:
“2 yıl önce burada TOKİ yapılacak diye köyün yeri istimlak edildi. TOKİ konutlarına girmek isteyenlerin müracaatı kabul edildi. Bin kişi kura çekilerek hak sahibi olduk. Bunlardan birisi de benim. Kimse nasıl olduğunu anlayamadı. TOKI denen kuruluşun kâğıt üzerinde var olduğu ama fiiliyata böyle bir kuruluşun yok olduğu ortaya çıktı. Belediye yerlerimizi konut şirketlerine sattı. Yani biz TOKİ adı altında kullanıldık, aldatıldık...”
Kamacı, “bahsi geçen bin kişinin bir araya gelip haklarını aramalarının zamanı gelmiştir” diyor, ama işte bu olmayacak bir iştir. Erzurum’da iki kişi bir arya gelmezken bin kişi nasıl bir araya gelecek ve hak arayacak!
Konuyu devam edelim. Gez Köylü Muammer Gez de köylerinin TOKİ marifetiyle dönüştürüleceğini ve bu maksatla da köydeki yerlerin 75 TL’den ellerinden alındığını, fakat daha sonra, ortada TOKİ’nin olmadığının anlaşıldığını belirtiyor ve ucuz fiyata ellerinden alınan topraklarının müteahhitlere 1000 TL’ye satıldığını ileri sürüyor. Gez, haksızlığa uğratıldıklarını, Gez Köyün birilerine peşkeş çekildiğini söylüyor.
Bilal Uygur da konuya dâhil oluyor. Onun görüşü de şöyle:
“TOKİ, zemin uygun değil diye ev yapmaktan vaz geçti; ama yapanlar şimdi neye, kime göre yapıyor anlamıyorum inanın. Hem sonra yapanlar kim? Kimden, nereden bu arsaları aldılar?..”
…
Dadaşkent’te oturan bir vatandaş olarak bana da bir söz düşüyor. Fakat o söz tartışmacıların ileri sürmeleri doğrultusunda olmayacak. Dadaşkent fay hattı bölgesinde bir yerleşim yeri. Bu yüzden bina stokunun belki yarısı üç katla sınırlı. Diğerleri de dört beş kat seviyesinde. TOKİ zemini sağlam görmeyip Gez köyü arazisine madem sosyal konut yapmaktan vaz geçmiştir, peki Dadaşkent’in en yüksek binaları Gez köye nasıl yapılıyor?

ERZURUM İL HALK KÜTÜPHANESİ TARTIŞMASI
Havuzbaşı karşısındaki eski ‘Erzurum Halkevi’ binasının, meydan genişletilmesi gayesiyle, şehrin kimliğine ait birçok yapının kaldırılması gibi, kaldırılması, epey tartışmaya neden olmuştu. Meseleye ideolojik ve politik zaviyeden bakanlar için, bu yıkım, Cumhuriyet dönemi mirasına karşı taşınan gizli düşmanlığın bir tezahürüydü. Tabii ki bu bakış açısı doğru değildir. Çünkü aynı mantıkla bakılarak; kaldırılan kışlaların, hanların hamamlar, medreselerin, camilerin, çeşmelerin, mezarlıkların yıkımı için de ‘gizli düşmanlık’ denilebilir. (Gerçi bu hiç olmamıştır denilemez; müstesna da olsa bu tür ihanetler de tarihimizde vardır! Fakat bahsi diğerdir...) Oysa Türkiye genelindeki bu tür yıkımlar, şehir imarının ve ıslahının zorunlu bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Yeni halkevi binası, il halk kütüphanesi adıyla, Erzurum’un altın kıymetindeki bir gelişme bölgesi özelliği kazanan terminal caddesi bitiminden başlayıp havaalanına kadar devam eden bir bölgede. MNG’nin tam karşısında yer alan yeni İl Halk Kütüphanesi’nin arkasındaki arsada Hilton Oteli’nin inşaatı hızla devam ediyor. Batı tarafında Olimpiyat Parkı ve Erzurumspor’un tesisleri, biraz daha ilerisinde Teknik Üniversite’nin, etkili bir şiir gibi her yıl biraz daha büyüyen yerleşkesi. ETÜ’nün batı kısmında ise Recep Tayyip Erdoğan Fuar Merkezi ve sol yanında Erzurum miting alanı. İl Kültür Müdürlüğü binasının doğu tarafında inşaatı bitmek üzere olan yeni yol ise bölgeyi şimdiden yatırımcılar için altın değerinde bir getirim bölgesi kılmış durumda. Yolun biraz aşağısında, ETSO’nun ‘Yakutiye Gençlik Merkezi’ binası da tamamlanmak üzere. Yeni açılacak yolun sağ tarafında ise maalesef bina ormanı hızla ilerliyor.
Bu güzergâh Erzurumluları terminale ve hava alanına ve çevre yoluna taşıyan ana güzergâhtır. Aynı zamanda askerî hava alanı yolu üzerindeki Büyükşehir Belediyesi’nin, müşterisi bol piknik alanları ve işlek Dadaşkent yolu bu bölgeden geçiyor. Yani her bakımdan gelişen ve insan dolaşımı artan bir bölge, fakat ulaşımı aynı ölçüde rahat değil. Gerek faaliyete geçen İl Halk Kütüphanesi’ne gerek diğer noktalara ulaşımın rahatlaması için bölgeye olan ulaşımın artırılan otobüs seferleriyle takviye edilmesi gerekiyor.
[caption id="attachment_222624" align="aligncenter" width="820"]
Atatürk Üniversitesi Botanik Bahçesi. (Ekim 2020)[/caption]
KENDİMİZE ÇUVALDIZ!
DİN NASİHATTİR... Fakat zamanımız nasihatçileri nefisleriyle söz söylediklerinden sözlerinin tesiri olmuyor gibi. Medresede ve tekkede, eski eğitim sisteminin temel gayesi, öğrencilere öncelikle nefislerine söz dinletmeyi öğretmekti. Nefis dini kabul ettiğinde o insanın sözü ve hâli etkili nasihatin kaynağı olurdu. Eski zamanın ekseri uleması ve mürşitleri bu değerde zatlardı. Bu tür bir eğitim artık yok. Şimdi akademisyenler, yazarlar, siyasetçiler, sanatçılar, gazeteciler, din adamları, öğretmenler, meslek örgütleri temsilcileri, biz sıradan insanlar, nefis mertebesinde söz söyleyip eylemde bulunuyoruz. Durumumuz böyle olunca hak sözümüz bile ne kendi nefsimize ne aile fertlerimize ne de çevremize tesir etmiyor. Konuşuyoruz; ama aslında hepimiz sağırız. Nefis mücadelesi olmadan hak söz işitilmeyip bireysel ve toplumsal dinî ıslah daha da zorlaşacak gözükmektedir.
Haftanın uyarıları:
Nefsaniyetle söylüyoruz; bu yüzden incitiyor ve inciniyoruz. İncitmeyen söz Allah için söylenen sözdür.
Hicret sadece bir yerden bir yere göçmek değildir; günahlardan uzaklaşmak da hicrettir.
Tasavvufta Seyru Sülûk kişinin kötü huylar olan kinden kibirden gururdan yalandan talandan güzel huylara hicret etmesidir.

BİR KITA ŞİİR
GÜZ TURNALARI
Erzurum semasından seslenir turna
Kış geliyor kış göç artık ağam durma
Hüzünle güler dadaş el sallar gönülden
Çalar bir de ardından davulla zurna
(MTU)
Erzurumlu çiftçi hayvancılıktan para kazanıyor mu?
Tartışma ateşini yakan emekli okul Müdürü Ahmet Akın Bey oldu. Onun fikrine göre, Türkiye’nin en çok büyükbaş hayvan varlığına sahip illeri arasında yer alan Erzurum çiftçisi hayvancılıktan para kazanıyor. Kazanamıyoruz diyen yetiştiriciler ise gerçeği söylemiyor ve bu insanlar aynı zamanda şükürsüz kimselerdir. Akın, görüşlerini ve iddialarını şöyle temellendiriyor:
“Erzurum’da en ucuz et kıymadır onun da kilosu 50 TL’dir… Hayvan besicileri; ‘yem, saman, ot pahalı, hayvancılık öldü!’ diye serzenişte bulunuyorlar. Şimdi dikkat edin yakınan bu kimseler modern ahırları genelde teşvik ile yaptılar; inekleri teşvik ile aldılar; yani maliyette kendi paraları ya yok ya da çok az. Hayvan yemlerini ise çoğu hiç üretmiyor; ot para; saman para; yem para; ilaç vesaire hep para! Bir de ellerini sıcaktan soğuğa vurmuyorlar. Afganlıdan şundan bundan çoban tutmuşlar; isçilikleri de onlara yaptırıyorlar, kendileri şehirde oturuyor. Kısaca üretimde hiç emekleri yok. Ondan sonra da kazanamıyoruz yakınması başlıyor. Niye kazanacaksın ki beyim, ne yaptın da ne bekliyorsun? Çalışanlar aptalda bir sen mi akıllısın? Her şeyi hazır al, işçiliği başkası yapsın, sen de para kazan! Yok öyle yağma. Gir ahıra, terle biraz, arazilerini ek-biç, hayvanın yiyeceğini üret. Bak bakalım o zaman kazanıyor musun kazanmıyor musun? Bugün 100 kiloluk bir hayvanın fiyatı 5-6 bin lira, nasıl para kazanılmıyor? Birçok iş kolunda acaba esnaf bu parayı kazanabiliyor mu? Haksız bir yakınma bunlarınki. Bunlar çuvalla kazanmaya alışmış, şimdi torbayla kazanınca zorlarına gidiyor. Zaten bir takımları da kasıtlı olarak bu propagandayı yapıyor. Bir de köylü aç teranesi var. Ben, hiç aç insan görmedim. Devlet, var olsun, herkese, az çok, maaş da veriyor. Öyle bir durumdayız ki, herkes kendi hastasına bile artık parayla bakıyor! Aş evleri harıl harıl çalışıyor. Aç olan kimmiş? Ortalık yiyecek, giyecek dolu. Bir çığırtkanlıktır ki gidiyor. Biraz da şükretmesini bilelim. Bakın; mağdur insan az da olsa var; fakat onlar, dikkat ediyorum, hep şükrediyorlar. Feryat eden kesim ise tuzu kuru kesimdir. Ne hikmetse herkes çalışmadan lüks bir hayat yaşamak istiyor! Hep milyarder olmak istiyorlar; güzelde, bütün bunlar hangi devlette var? Amerika’da, Avrupa’da bedava muayene bile yok. Atık biraz insaf, biraz şükür diyorum.”
Köy hayatı modernleşiyor!
Özcan Zegerek Bey, biraz abartarak, Ahmet Akın Bey’e hak vermiş: “Ne kadar doğru. Evvelden köyde kimde araba vardı? Şimdi her kapının önünde birden fazla araba var; hem de lüks arabalar. Bunun yanında son model traktörler ve tarım aletleri. Hep devlet desteğiyle alınmış. Devlet desteği haddinden fazla, yine de kazanamıyorlar! Ne alakaysa artık?..”
‘Köylü kazanamıyor!’ yakınmasının analizi
Sn. Ahmet Bey’in akrabası olan Yakup Akın Bey, itiraz ediyor bu olumlu yorumlara. O, ‘Kazanamıyoruz!’ tezini şöyle temellendiriyor:
“Hayvancılığı sana şöyle acıklıyım: Yeni doğan bir dananın kurban olana kadarki maliyeti nedir? Sana açıklayayım: Bir dana iki senede en basitinden 4 ton saman yer. Samanın tonu bin lira. Eder 4 bin TL. Bu hayvan iki sene de dağda bayırda otlar; çoban parası, ilaç parsı, yem parası… kısacası köylü iki yıl bu hayvanın peşine koşar; şöyle üç bin lira da bu süreçte harcanır. Etti mi sana 7 bin lira bir maliyet. Şimdi bu köylü hayvanını pazara indirip kaç paraya satacak ki para kazansın? Öte yandan devlet ne desteği veriyor? Ben hiç bir destek görmedim. 26 yaşındayım; bu zaman kadar ailecek hayvancılık yaptık; öyle abartılı bir destek bilmiyorum. Evet, doğan her bir danaya devlet para verir; fakat onu da başka şekilde geri toplar! Yani kısacası işin içinde olup, hani derler ya, ölümü yaşayıp göreceksin ki anlayasın hayvancılığın nasıl bir uğraş olduğunu; nasıl kazanıldığını yahut kazanılamadığını!”

Ahmet Bey, zenginliğin kaynağını soruyor!
Yakup Bey’in bu izahını gerçekçi bulmayan Ahmet Akın Bey, bu kez de şu soruları yöneltmiş sn. Yakup’a: “Yakup Akın! Baban bir yerde çalışmadı; rençberlikten para kazanmıyorsanız, peki o arazileri, o motoru nerden aldınız? Dört düğün yaptınız! Kapınızda özel taksi bekliyor. Bu sene kurbanda en az 100 bin lira geliriniz oldu. Bunlar gökten mi geldi?.. İnsaf edin; köydekiler ekmek bile pişirmiyor, yazın taze soğanı bile şehirden alıyorlar; kazanamayan insanlar böyle mi yaşar? İş güç zamanı şehre gelen köy arabalarında yer yok; her birisi en az günde bir paket de sigara içiyor. Sadece havaya üfledikleri para ayda 450 TL…”
Teşviklerin denetimi yetersiz!
Hakan Demir de tartışmaya bir başka açıdan katılıyor. O, hayvancılığı, ‘teşvikli hayvancılık teşviksiz hayvancılık,’ olarak ikiye ayırıyor ve teşviklerin tam yerini bulmadığını vurguluyor. Kendi imkânlarıyla bu işi yapanların para kazandıklarını söyleyen Demir, teşvik alanların da aldıkları teşvikleri sadece bu alanda kullanmaları durumunda onların da hem büyüyüp hem de para kazandıklarını ifade ediyor. Demir’in önerisi ise şöyle: “Adam hayvancılık kredisi alıyor, fakat krediyi ya bu alanda kullanmıyor ya da zaten hayvancılıkla daha işin başında bir alakası yok. Ortalıkta gürültü patırtı koparanlar daha çok bu insanlar. Bunun yegâne sebebi alınan teşvikten sonra denetim mekanizmasının eksik işlemesidir. Kardeşim! Bana verdin teşviki; bari bir gün çık gel de, beni bir denetle. Bir bak bakalım ki, bu adam aldığı parayı ne yaptı, nerelerde kullanıyor?”
Destek ürüne verilmeli
Faruk Okutucu ise devletin çitçiye ahır yapması ve hayvan alması için teşvik veriyorsa karşılığında gerçekten değeri olan bir teminat alması gerektiğini ve verilen teşviklerin üretime verilmesi gerektiğini savunuyor. Onun görüşü de şöyle: “Hayvancılık kredisini alan kişi 2 yıl sonra bu parayı geri ödemeye başlayacağını, borcunu ödemese ahırın elinden alınacağını, teminatlarının çözüleceğini bilmelidir. Bu alanda sıkı denetim olmalı. Teşvik konusunda şöyle bir yol izlenebilir: Etin kilosunu 10 TL fazlasına devlet kombinasında kendisi alacak, üretici pazar aramayacak. Satarken de 10 TL ucuza satacak; yani desteği direkt ürüne verecek, hayali iş yapılmayacak. O zaman mal para edince de herkes üretici olmaya gayret edecektir...”
Köylüler eskisi gibi ekip biçmiyor!
Fahri Kavaz, tartışmaya bir başka yönden bakıyor. O, eskiden köylerde, dağ arazilerinin bile ekilip biçildiğini hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Herkes samanın, otun, yemin, çobanın pahalı olduğundan söz ediyor, çok doğru. Bunun sebebi de köylüdür. Türkiye’de buğday yok, dışarıdan ithal ediliyor; traktör kapıda yatıyor, tarlalar ise boş bekliyor…”
Mazot 1 TL’ye satılsın
Mustafa Yenice, köylünün ekip biçmedeki sorununun maliyet sorunu olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda mazot giderlerini gündeme taşıyor. Yenice’nin önerisi ise şöyle:
“Hayvancılığın ve tarımın en önemli sorunu yem fiyatlarının yüksekliğidir. Çiftçilerin her türlü yakınması girdi maliyetlerinin yüksekliğinden. Bu konuda haksız değiller. Eskiden hayvan gücüne dayalı tarım yapıldığı için bugünkü sorunlar yoktu. Yakınmaları önlemek için söz gelimi mazotun litresi 1 TL’ye ithal ediliyorsa çiftçiye de bu fiyattan satılmalıdır. Malumunuz bizim yörede tarlaların çoğu bu yüzden ekilmiyor. Yakıt fiyatları düşerse herkes tarlasını eker biçer, böylece yem fiyatları ucuzlar. En azından tarlalar da boş bırakılmamış olur. Bu durumdan çitçi de faydalanır vatandaş da ucuz et tüketir… Ayrıca teşviklerle ilgili denetim mekanizması düzgün işlemiyor. Mesela adam bir tarla ekiyor iki tarla gösteriyor vb...”
Erzurum’da hayvancılık para kazandırıyor mu kazandırmıyor mu? Tartışma böyle uzayıp gidiyor. Biz tarafların görüşlerini yansıtmaya çalıştık. Bilgileri değerlendirme kısmı da artık size aittir…

2010 yılının Ekim ayında, şehrimizde, ‘2. Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’ düzenlenmişti. Erzurum Büyükşehir Belediyesi finansını sağlamış, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Bulat da organizasyonu yapmış, heykel sanatçılarını şehrimizde toplamıştı.
Türkiye’nin yanı sıra İtalya ve Gürcistan’dan gelen heykel sanatçıları Aziziye Parkı’nda kurulan dev çadırda ve açık havada iki hafta boyunca, Selçuklu ve Osmanlı dönemiyle modern figürleri mermerlere işlemişlerdi. İş takvimi sonunda çeşme olarak kullanılabilecek özellikte sekiz eser meydana getirilmiş ve bu eserler Büyükşehir Belediyesi’ne armağan edilmişti.
Bu yapıtların ikisini Olimpiyat Parkı'nda görünce ziyadesiyle sevindim. (Çeşmelerden biri aktif diğerinin de aktif olması gerekir.)

Doğrusu parka pek de güzel yakışmışlar...
Sn. Bulat, Sn. Sekmen'le görüşerek, yeni bir heykelci hoca grubunu Erzurum'da toplayıp yine mermere yahut tarihi dokuya uygun olması bakımından taşa çalışılarak, şehrimiz için, yeni imajlar oluşturabilirler.
Bu eserler, Kale, Çifte Minareli Medrese ve Üç Kümbetlerin yer aldığı sit bölgesindeki yeşil alanlara ve parklara konulabilir.
Şu ‘öküzlü’ çeşme heykeline tekrar dönersek: Bu heykelin diğer unsurlarına bakınca, 'Dünya öküzün ve balığın sırtındadır!' hadisine sanatçı sanki de bir atıf yapmış gibidir...
Tabii bu tür eserleri gayesine uygun değerlendirmek gerekir. Mesela öküzlü çeşmeden mutlaka su akmalı ve tabii yanına da çöp tenekesi konulmamalıdır!

GEZ KÖY HİKÂYESİ YAHUT VATANDAŞA SAĞ GÖSTERİP SOL VURMAK!
Göz Köyü Erzurum’un batı yönündeki yeni gözde bölgesi Dadaşkent’in kuzeyini kesen eski bir yerleşim yeriydi. Köy olarak kalamazdı, istimlak edilip Dadaşkent’e ilave edilmesi zorunluydu.
Nihayet bu zorunluluk bundan iki üç yıl kadar önce tamamlandı ve evleri istimlak edilen köylüler ata dede yurtlarını terk ettiler.
Sosyal medyada Gez Köyü’nün yerinde yükselen binalarla ilgili bir paylaşımda bulunmuştum. Meğer Gez Köylüler bu konuda oldukça dertliymişler.
Mesela, Rüknettin Kamacı, derdini şöyle dile getirmiş:
“2 yıl önce burada TOKİ yapılacak diye köyün yeri istimlak edildi. TOKİ konutlarına girmek isteyenlerin müracaatı kabul edildi. Bin kişi kura çekilerek hak sahibi olduk. Bunlardan birisi de benim. Kimse nasıl olduğunu anlayamadı. TOKI denen kuruluşun kâğıt üzerinde var olduğu ama fiiliyata böyle bir kuruluşun yok olduğu ortaya çıktı. Belediye yerlerimizi konut şirketlerine sattı. Yani biz TOKİ adı altında kullanıldık, aldatıldık...”
Kamacı, “bahsi geçen bin kişinin bir araya gelip haklarını aramalarının zamanı gelmiştir” diyor, ama işte bu olmayacak bir iştir. Erzurum’da iki kişi bir arya gelmezken bin kişi nasıl bir araya gelecek ve hak arayacak!
Konuyu devam edelim. Gez Köylü Muammer Gez de köylerinin TOKİ marifetiyle dönüştürüleceğini ve bu maksatla da köydeki yerlerin 75 TL’den ellerinden alındığını, fakat daha sonra, ortada TOKİ’nin olmadığının anlaşıldığını belirtiyor ve ucuz fiyata ellerinden alınan topraklarının müteahhitlere 1000 TL’ye satıldığını ileri sürüyor. Gez, haksızlığa uğratıldıklarını, Gez Köyün birilerine peşkeş çekildiğini söylüyor.
Bilal Uygur da konuya dâhil oluyor. Onun görüşü de şöyle:
“TOKİ, zemin uygun değil diye ev yapmaktan vaz geçti; ama yapanlar şimdi neye, kime göre yapıyor anlamıyorum inanın. Hem sonra yapanlar kim? Kimden, nereden bu arsaları aldılar?..”
…
Dadaşkent’te oturan bir vatandaş olarak bana da bir söz düşüyor. Fakat o söz tartışmacıların ileri sürmeleri doğrultusunda olmayacak. Dadaşkent fay hattı bölgesinde bir yerleşim yeri. Bu yüzden bina stokunun belki yarısı üç katla sınırlı. Diğerleri de dört beş kat seviyesinde. TOKİ zemini sağlam görmeyip Gez köyü arazisine madem sosyal konut yapmaktan vaz geçmiştir, peki Dadaşkent’in en yüksek binaları Gez köye nasıl yapılıyor?

ERZURUM İL HALK KÜTÜPHANESİ TARTIŞMASI
Havuzbaşı karşısındaki eski ‘Erzurum Halkevi’ binasının, meydan genişletilmesi gayesiyle, şehrin kimliğine ait birçok yapının kaldırılması gibi, kaldırılması, epey tartışmaya neden olmuştu. Meseleye ideolojik ve politik zaviyeden bakanlar için, bu yıkım, Cumhuriyet dönemi mirasına karşı taşınan gizli düşmanlığın bir tezahürüydü. Tabii ki bu bakış açısı doğru değildir. Çünkü aynı mantıkla bakılarak; kaldırılan kışlaların, hanların hamamlar, medreselerin, camilerin, çeşmelerin, mezarlıkların yıkımı için de ‘gizli düşmanlık’ denilebilir. (Gerçi bu hiç olmamıştır denilemez; müstesna da olsa bu tür ihanetler de tarihimizde vardır! Fakat bahsi diğerdir...) Oysa Türkiye genelindeki bu tür yıkımlar, şehir imarının ve ıslahının zorunlu bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Yeni halkevi binası, il halk kütüphanesi adıyla, Erzurum’un altın kıymetindeki bir gelişme bölgesi özelliği kazanan terminal caddesi bitiminden başlayıp havaalanına kadar devam eden bir bölgede. MNG’nin tam karşısında yer alan yeni İl Halk Kütüphanesi’nin arkasındaki arsada Hilton Oteli’nin inşaatı hızla devam ediyor. Batı tarafında Olimpiyat Parkı ve Erzurumspor’un tesisleri, biraz daha ilerisinde Teknik Üniversite’nin, etkili bir şiir gibi her yıl biraz daha büyüyen yerleşkesi. ETÜ’nün batı kısmında ise Recep Tayyip Erdoğan Fuar Merkezi ve sol yanında Erzurum miting alanı. İl Kültür Müdürlüğü binasının doğu tarafında inşaatı bitmek üzere olan yeni yol ise bölgeyi şimdiden yatırımcılar için altın değerinde bir getirim bölgesi kılmış durumda. Yolun biraz aşağısında, ETSO’nun ‘Yakutiye Gençlik Merkezi’ binası da tamamlanmak üzere. Yeni açılacak yolun sağ tarafında ise maalesef bina ormanı hızla ilerliyor.
Bu güzergâh Erzurumluları terminale ve hava alanına ve çevre yoluna taşıyan ana güzergâhtır. Aynı zamanda askerî hava alanı yolu üzerindeki Büyükşehir Belediyesi’nin, müşterisi bol piknik alanları ve işlek Dadaşkent yolu bu bölgeden geçiyor. Yani her bakımdan gelişen ve insan dolaşımı artan bir bölge, fakat ulaşımı aynı ölçüde rahat değil. Gerek faaliyete geçen İl Halk Kütüphanesi’ne gerek diğer noktalara ulaşımın rahatlaması için bölgeye olan ulaşımın artırılan otobüs seferleriyle takviye edilmesi gerekiyor.
[caption id="attachment_222624" align="aligncenter" width="820"]

KENDİMİZE ÇUVALDIZ!
DİN NASİHATTİR... Fakat zamanımız nasihatçileri nefisleriyle söz söylediklerinden sözlerinin tesiri olmuyor gibi. Medresede ve tekkede, eski eğitim sisteminin temel gayesi, öğrencilere öncelikle nefislerine söz dinletmeyi öğretmekti. Nefis dini kabul ettiğinde o insanın sözü ve hâli etkili nasihatin kaynağı olurdu. Eski zamanın ekseri uleması ve mürşitleri bu değerde zatlardı. Bu tür bir eğitim artık yok. Şimdi akademisyenler, yazarlar, siyasetçiler, sanatçılar, gazeteciler, din adamları, öğretmenler, meslek örgütleri temsilcileri, biz sıradan insanlar, nefis mertebesinde söz söyleyip eylemde bulunuyoruz. Durumumuz böyle olunca hak sözümüz bile ne kendi nefsimize ne aile fertlerimize ne de çevremize tesir etmiyor. Konuşuyoruz; ama aslında hepimiz sağırız. Nefis mücadelesi olmadan hak söz işitilmeyip bireysel ve toplumsal dinî ıslah daha da zorlaşacak gözükmektedir.
Haftanın uyarıları:
Nefsaniyetle söylüyoruz; bu yüzden incitiyor ve inciniyoruz. İncitmeyen söz Allah için söylenen sözdür.
Hicret sadece bir yerden bir yere göçmek değildir; günahlardan uzaklaşmak da hicrettir.
Tasavvufta Seyru Sülûk kişinin kötü huylar olan kinden kibirden gururdan yalandan talandan güzel huylara hicret etmesidir.

BİR KITA ŞİİR
GÜZ TURNALARI
Erzurum semasından seslenir turna
Kış geliyor kış göç artık ağam durma
Hüzünle güler dadaş el sallar gönülden
Çalar bir de ardından davulla zurna
(MTU)