
İç politikada ya da uluslararası politikada hiç kuşkusuz herkes bir şeylerden nemalanmaya çalışır. Etik açıdan onaylanabilir bir durum olmasa da bu, politikanın doğasında var.
İçte ve dışta; geçmişte ve bugün…
Hep böyle olageldi.
Ama politik gerekçelerle birbirinden uzaklaş(tırıl)an kültür bloklarının, ulusların ve devletlerin, o ana özgü politik eğilimler popülerliğini yitirdiğinde ve diyelim ki akl-ı selim yeniden galip geldiğinde yeniden uzlaşıp kucaklaşabilmeleri için yine uluslar ve kültürler arasındaki iletişim köprülerini her koşulda, daima canlı tutmak şart!
Buna diplomatik hüner diyelim.
Bunu sanatçılar, politikacılardan daha iyi başarabilir.
Bilim insanları, bunun önemini kusursuz biçimde vurgulayabilir.
Filozoflar böyle bir ilerlemeye öncülük edebilir.
En önemlisi; Türkiye’de ve Avrupa’da gençler, böyle bir gerekliliği çok kolay anlayabilir ve bu bağlamda güçlü, interaktif, kolektif bir talep doğurabilir.
***
İki haftadır Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın gençlik kampları liderleri için Antalya’da düzenlediği eğitim programında ‘Etkili İletişim’ seminerleri veriyorum. Program kapsamında bugüne dek sekiz oturumda yurdun dört bir yanından gelmiş 200’den fazla kamp lideriyle tanıştım. Onların yarıdan fazlası üniversite mezunuydu, kalan kısmı üniversite öğrencisiydi ve istisnasız hepsi ‘gönüllüydü’.
Keza yine istisnasız her biri müthiş enerjik, kültürlü, yetenekli, etkileyici birer gençti.
Onlarla ‘iletişimin ne olduğunu, insanlar arasında -özellikle sorunların çözümü bağlamında- iletişimin nasıl en etkili biçimde kullanılabileceğini, iletişim yollarının nasıl geliştirilebileceğini, sosyal alanda iletişim temelli inovasyonun nasıl sağlanabileceğini’ konuşurken bir yandan da Doğu ile Batı arasında -diyelim ki Türkiye ile Hollanda arasında- vuku bulan, sonra bir yenisine ulanan diplomatik gerginliği düşündüm.
Bu krizlerde iletişimin -veya iletişimsizliğin- nasıl rol oynadığına kafa yordum.
Bu ‘dizi krizler’ bir gün biter. İllâki biter!
Başka bir deyişle ‘Bu da geçer ya Hû!’
Ama nasıl?
Türkiye ve İslâm karşıtı ataklar, aşırı sağı yedeğine çekmeye niyetlenmiş Avrupa hükumetleri açısından sıfır maliyetli bir propaganda aracına dönüşmüşken Türkiye, kimin katkısıyla bu krizden çıkacak?
Nasıl bir yönetimle, neyi öne çıkararak?..
Ben cevabı Antalya’da buldum.
Doğuyu ve Batıyı yönetenler de yakınlarında bir yerde mutlaka ama mutlaka dikkate değer cevaplar bulabilirler. Yeter ki çevrelerine, çevrelerinde marjinal görünenlere, özgür düşünceli gençlere azıcık daha dikkatli baksınlar.
İçte ve dışta; geçmişte ve bugün…
Hep böyle olageldi.
Ama politik gerekçelerle birbirinden uzaklaş(tırıl)an kültür bloklarının, ulusların ve devletlerin, o ana özgü politik eğilimler popülerliğini yitirdiğinde ve diyelim ki akl-ı selim yeniden galip geldiğinde yeniden uzlaşıp kucaklaşabilmeleri için yine uluslar ve kültürler arasındaki iletişim köprülerini her koşulda, daima canlı tutmak şart!
Buna diplomatik hüner diyelim.
Bunu sanatçılar, politikacılardan daha iyi başarabilir.
Bilim insanları, bunun önemini kusursuz biçimde vurgulayabilir.
Filozoflar böyle bir ilerlemeye öncülük edebilir.
En önemlisi; Türkiye’de ve Avrupa’da gençler, böyle bir gerekliliği çok kolay anlayabilir ve bu bağlamda güçlü, interaktif, kolektif bir talep doğurabilir.
***
İki haftadır Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın gençlik kampları liderleri için Antalya’da düzenlediği eğitim programında ‘Etkili İletişim’ seminerleri veriyorum. Program kapsamında bugüne dek sekiz oturumda yurdun dört bir yanından gelmiş 200’den fazla kamp lideriyle tanıştım. Onların yarıdan fazlası üniversite mezunuydu, kalan kısmı üniversite öğrencisiydi ve istisnasız hepsi ‘gönüllüydü’.
Keza yine istisnasız her biri müthiş enerjik, kültürlü, yetenekli, etkileyici birer gençti.
Onlarla ‘iletişimin ne olduğunu, insanlar arasında -özellikle sorunların çözümü bağlamında- iletişimin nasıl en etkili biçimde kullanılabileceğini, iletişim yollarının nasıl geliştirilebileceğini, sosyal alanda iletişim temelli inovasyonun nasıl sağlanabileceğini’ konuşurken bir yandan da Doğu ile Batı arasında -diyelim ki Türkiye ile Hollanda arasında- vuku bulan, sonra bir yenisine ulanan diplomatik gerginliği düşündüm.
Bu krizlerde iletişimin -veya iletişimsizliğin- nasıl rol oynadığına kafa yordum.
Bu ‘dizi krizler’ bir gün biter. İllâki biter!
Başka bir deyişle ‘Bu da geçer ya Hû!’
Ama nasıl?
Türkiye ve İslâm karşıtı ataklar, aşırı sağı yedeğine çekmeye niyetlenmiş Avrupa hükumetleri açısından sıfır maliyetli bir propaganda aracına dönüşmüşken Türkiye, kimin katkısıyla bu krizden çıkacak?
Nasıl bir yönetimle, neyi öne çıkararak?..
Ben cevabı Antalya’da buldum.
Doğuyu ve Batıyı yönetenler de yakınlarında bir yerde mutlaka ama mutlaka dikkate değer cevaplar bulabilirler. Yeter ki çevrelerine, çevrelerinde marjinal görünenlere, özgür düşünceli gençlere azıcık daha dikkatli baksınlar.