
Ülkemiz çok hızlı bir değişim yaşamakta ve çok hızlı gelişmektedir.
Hızlı gelişmesi son on yıla mahsus bir durumdur. Ondan önce ya eksilerde küçülür ya durgunluk platosunda dolaşır, ya da karınca yürüyüşüyle gelişirdi. Hedefsiz ve gayesiz partilerin oluşturduğu hükümetler hem çalışmaz, hem de Ülke insanını çalıştıramazdı. Onların hedefi, ‘siyasete ne katabilirim’den çok; ‘siyasetten ne kaçırabilirim’ idi. Var olan kıt kaynaklar, verimli ve yararlı bir şekilde kullanılamazdı. Ya belli bölgelerde veya belli alanlarda israf edilir ya da değişik yolsuzluk yöntemleriyle tüketilirdi. Bankalar hortumlanır, içi boşaltılan bankalar görev zararı olarak kayda geçirilirdi. İhalelere sürekli fesat karıştırılır, Ülke’nin kaynakları çar çur edilirdi. Enflasyon, canavar olur, kazancımızı toptan yerdi. Faiz en az %60-70’lerde dolaşır, sürekli halkın cebini tırtıklardı. Devlet sürekli borçlanma ihtiyacı içerisinde tutulur, her defasında borçlanma faizleri yükseltilir, vadesi kısaltılır ve devlete borç veren küçük bir azınlık sürekli mutlu edilirdi. Sonradan anlaşıldı ki, devletin borçlanmaya ihtiyacından çok bu mutlu azınlığın devlete borç verme ihtiyacı varmış. Çünkü faiz yoluyla ve devlet eliyle Ülke halkını soyuyorlardı. Bunlar ve benzeri durumlarda da büyüme ve gelişmenin gerçekleşmesi doğal olarak mümkün olamazdı.
Son 12 yılda önce, çalışan, çalıştıran ve üreten bir yönetim iş başına geldi. Ülke’de insan ve madde kaynakları harekete geçirildi. Bunun sonucu olarak milli gelir en az %300 artırıldı. Her türlü yolsuzluk, hırsızlık, kaçaklar ve görev zararları önlendi. Kaynaklar, hem artırıldı, hem de çağdaş bir yaklaşımla verimli ve yararlı kullanılmaya başlandı. Önce enflasyon canavarı denen varlık ortadan kaldırıldı. Faiz ve enflasyon tek hanelere indirildi. Dolayısıyla vurgun, talan ve kaçaklar tarihe karıştı. Sanayi, hizmet, ticaret, tarım ve bilişim alanındaki sıçramalarla ihracat 150 milyar dolara ulaştı. Pek çok alanda, son 11 yıl, Cumhuriyet’in diğer bütün yıllarıyla yarışmaya, hatta bunların pek çoğunda öne geçmeye başladı.
Önce devlet-millet kaynaşması sağlandı. Bir yandan Milletimizin en temel beklentisi olan demokratikleşme ve insan hakları alanında dev adımlar atıldı. Bürokratik, basın-yayın ve yargı vesayeti başta olmak üzere bütün vesayet planları boşa çıkarıldı. Diğer yandan da Köy-Des Projeleriyle, köylerde; Bel-Des Projeleriyle de beldelerde, bugüne kadar görülmedik derecede çok büyük gelişme ve değişimler yaşadı, hizmetler götürüldü. İller baştanbaşa inşaat alanına çevrildi. Mevzuat ve bürokraside yapılan yeni değişikliklerle büyük ilçeler, iller ve büyükşehirlerin çehreleri değişti. Tarım ve hayvancılık, alınan ciddi tedbirlerle yeniden ayağa kaldırıldı. Çift gidiş-çift geliş (duble) yollar, Cumhuriyet tarihinin çok çok üstünde bir başarıyla yürütülmektedir. Yüzlerce yeni üniversite kuruldu. Onlarca modern havaalanları, hava limanları, barajlar, köprüler ve oto yollar inşa edildi. Hava yollarıyla seyahat etmek, normal işlerden olmaya başladı. Turizm ve hizmet sektörü dev adımlarla ilerlemeye koyuldu. Ülkede turizm patlaması yaşandı. 2013’te asrın dev projesi olan Marmaray tamamlandı. 2014’te, dünyanın en büyük projelerinden birisi olan üçüncü havalimanının ihalesi yapıldı. Devlet buraya bir kuruş vermeden 100 milyar dolara yakın bu proje kısa zamanda yaşama geçirilecektir. Üçüncü köprünün yapımı başlatıldı. Bu vesileyle Ülke baştanbaşa imar edilmeye başlandı.
Bütün bunların gerçekleştirilmesinin sebeplerinin başında, ‘devletin milletiyle buluşmasının’ yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Artık halkımız kendi inancına-tarihine ve kültürüne bağlı olan siyasetçisini, bürokratını, bilim insanını, öğretmenini, doktorunu, mühendisini, yazarını, hukukçusunu, sanayicisini, iş adamını, müteahhidini ve turizmcisini yetiştirmiştir. Zaten özünde vefakâr olan bu millet, kendi hassasiyetini taşıyan, kendi ölçülerinde, kendine hizmet eden kendi insanına da her şeye rağmen, ya da her türlü oyuna rağmen sürekli sahip çıkmıştır, çıkacaktır da…
Yıllarca bu durumu görüp, halktan, demokratik yollarla destek alamayacaklarını, dolayısıyla meşru bir şekilde iktidara gelemeyeceklerini anlayan bir takım iç ve dış çevreler, demokrasi dışı yollarla hedeflerine ulaşmaya, yani yıllarca haksız yere ve hoyratça ellerinde tuttuklarını ya da ellerinden kaçırdıklarını yeniden almaya yöneldiler. Son bir yılda bunun iki tipik örneğini yaşadık. Gezi olayları ve 17 Aralık Operasyonları... Esasen bu her iki operasyon da Milletimizi ve onun ölçülerini tanıyamamış, onu özümseyememiş ve kendini ona göre dönüştürememiş, dolayısıyla çağın dışına düşmüş bir takım gerici ve çağdışı anlayışlara sahip çevrelerin son çırpınışlarıdır.
Bütün bu hususlarda benim dikkat çekmek istediğim bir konu vardır: Hem Gezi olayları, hem de 17 Aralık süreci, psiko-sosyal bakımdan iyi analiz edilmelidir. Bu çerçevede biz bu yazımızda, bu iki operasyonun aktörlerinin ruh halini kısaca analiz etmeye ve bu alanda yapılacak çalışmalara küçük bir katkı sağlamaya gayret edeceğiz. Esasen bu analizler yapıldığında psiko-sosyal açıdan iki önemli hususun açığa çıkacağını söyleyebilirim.
Bunlardan birincisi, gerek gezi olaylarının, gerekse 17 Aralık operasyonunun aktör ve sözcülerinin, kalkışmalarının hemen ardından, kendi cürümlerinden çok daha ileri derecede kendilerine güvendiklerini, çok büyük bir iş yaptıklarını!, bu faaliyetleriyle mevcut hükümeti al-aşağı edeceklerini gerek sözleriyle ve gerekse beden dilleriyle ifade etmeye başlamalarıdır. Hatta bu hususta tarih bile vermekten çekinmemişlerdir. Halkıyla bütünleşmiş bu hükümeti, demokratik usullerle al-aşağı edemeyeceklerini bilen, ancak hükümete de çok karşı olan kimi yazar-çizer ve sözcülerde bu ruh halini pek göremiyoruz. Onlar karşı çıkarken, haklı haksız eleştirilerde bulunurken dahi bir yeis ve umutsuzluk içinde olduklarını beden dilleri bize göstermektedir. 17 Aralık sürecinin aktör! ve sözcülerinde!, söz konusu bu süreçlerin öncesinde bu psikolojik yapıyı bulamıyorduk. Onların birçoğu zaten çekingen, sinik, hep başkasının yanında olmaya muhtaç olduklarına inanırlardı. Ancak bu süreçler başlayıp devam ederken her biri birer kahraman edasıyla, kanal kanal dolaşıp bu ruh hallerini sergilemeye başladılar.
Buradan şunu çıkarabiliriz: Gezi ve 17 Aralık süreciyle beraber, bu aktörlerin ‘büyük’ gördükleri bir yerlerden, bu yolda başarıya ulaşacakları sinyalini ya da güvencesini aldıklarını ruh hallerinden anlayabiliriz. Bu ise onların kimlerle ve nerelerle bağlantılı olduklarını açıkça göstermektedir. Bu bağlantıları zaten bugün için artık bilinen hususlardan olmuştur.
İkincisi; her iki operasyonda da yine bu insanların saldırganlık dürtülerinin hemen öne çıktığını görmekteyiz. Gezi olaylarında ‘çevreye’, insanlara, kurumlara, işyerlerine araçlara, semtlere, sokaklara, caddelere, evlere ve eşyalara zarar ziyan verildi. 17 Aralık ta ise bütün Ülkeye, Ülke’nin iç ve dış itibarına, ekonomisine, gelişmesine, iş dünyasına ve topyekûn geleceğine saldırdı ve zarar-ziyan verdiler. Bu zarar-ziyan verme işi, sıradan bir iş değil, nitelikli bir zarar-ziyan verme işidir.
Burada bu aktörlerde, yılların bastırılmış duygularının bir anda ortaya fırladığını görmekteyiz ki, psikolojide buna savunma mekanizmalarından ‘yön değiştirme’ diyoruz. Yön değiştirme, Kişi, kendi açısından kaygı verici durumu kontrol altına alamıyor ya da gücünün yetmediği bir kimse ile uğraşıyorsa, kızgınlığını/öfkesini gücünün yettiği bir başka kimseye ya da başka bir şeye yöneltmesidir. Her iki operasyonda da bunu görmekteyiz. Böylece bu insanlar, Ak Parti’yi, Hükümet’i ve özellikle Sayın Başbakan’ı hedefledikleri halde onlara zarar veremeyeceklerini gördüler, oyunları bozuldu, hırçınlaştılar. Sonra da bu hırçınlıklarını, kinlerini ve düşmanlıklarını başka madde ve alanlara çevirdiler. Daha açıkçası Ak Parti’yi haklı olarak destekleyen ve onu iktidarda tutan Aziz Millet’imize ve O’nun mal ve değerlerine karşı hınçlarını, kinlerini ve düşmanlıklarını yönelttiler.
Bugün, bir takım iç ve dış karanlık çevrelerin senaryosunu yazdığı; onların maşalarının da oynamaya başladığı Gezi ve 17 Aralık sürecinin oyun ve planları bozulmuştur. Şimdi artık Gezi ve 17 Aralık operasyonlarının kırdığı, döktüğü ve yok ettiği değer ve varlıklar, bir bir telafi edilmeğe başlanmıştır. Bunda da Allah’ın yardımıyla başarılı olunacak ve hem daha güçlü bir şekilde Ak Kadrolar, Sayın Başbakanımızın öncülüğünde Ülke yönetimini emin adımlarla yürütecekler, hem de Ülke’nin kalkınma ve ilerlemesi yolundaki kervanı başarıyla yoluna devam edecektir.
Allah da bu Ülke’ye ve bu Millet’e yardım edecektir.