
Erzurum'da 1001 Hatim, Şifâ-i Şerif ve Buhar-i Şerif okuma geleneği
1. 1001 Hatim okunması Erzurum’da asırlar boyu devam etmiştir. Yolu açan hayırlı bir yol açmıştır, şehir halkı bu yolun bugün de takipçisidir.
2. 1001 Hatimlerin depremlere iltisaklı gösterilmesi ilk ne zaman başladı bilinmemektedir? Bu konu hakkında, nakli bilgi kırıntıları dışında, akademisyenlerin, Erzurum yerel tarihçileri ile din ulemasının ortaya koyduğu bir belge henüz bulunmamaktadır.
3. Erzurum İl Müftülüğü, bu yılki 1001 Hatim program kitapçığında, manevi etkinliğin başlangıcıyla ilgili, bir vakfiyeden ve yazılı bir kaynaktan söz etmemekte, sözlü rivayetlere atıf yapmaktadır: “Sözlü rivayete göre Pir Ali Baba, miladi 1500–1600 yılları arasında Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde Erzurum Dutçu Köyü’nde (Tuzcu Mahallesi) yaşamıştır. Pir Ali Baba, âlim, fazıl, zahit mübarek bir zat olup, aynı zamanda o devrin zenginlerindendir. Pir Ali Baba ‘Eğer her yıl 1001 hatim okursanız Allah Teâlâ bu memleketi hususiyetle zelzeleden korur’ diyerek sahibi bulunduğu 8 köyden 3’ünün gelirini Bin Bir Hatimlerin okunmasına vakfetmiş ve bu kutlu geleneği başlatmıştır. Evlerde ve mabetlerde okunan 1001 hatmin sonuncusu ise, şehrin etrafını at sırtında dolaşan iki hafız tarafından okunur ve böylece sayı bin bir’e tamamlanırdı.”
4. Anadolu depremleriyle ilgili kronolojileri taradık. Pir Ali Baba’nın yaşadığı ifade edilen 1500–1600 yıllarında Erzurum'da meydana gelmiş etkili bir deprem kaydına rastlanılmamaktadır. (Türkiye'de 10 Eylül 1509'da 7,2 büyüklüğünde Büyük İstanbul Depremi, 23 Şubat 1653'de 7,5 büyüklüğünde Doğu İzmir Depremi meydana gelmiştir.)
5. Erzurum ana fay hatları üzerinde değildir, şehrimizde kırık faylar mevcuttur. Bu yüzden tarihsel olarak 7 şiddetinin üzerinde deprem kaydı bulunmamaktadır. Erzurum’da 2 Haziran 1859’da, saat 10.30’da meydana gelen deprem en şiddetli deprem olarak kayda geçmiştir. Bu yıkıcı depremde on beş bin kişi hayatını kaybetmiş ve şehirde çok sayıda ev, tarihi eser ve mabet zarar görmüştür. Bölgemizdeki diğer yıkıcı depremler: 1924 Pasinler depremi 6,9; 1939 Erzincan depremi 7,2; 1971 Bingöl depremi 6,9...
6. Erzurum'da 1001 Hatimlerin okunmasının depremle ilgili hale getirilmesi süreç içerisinde, merkez, ilçeler ve civar şehirlerdeki depremlerin etkisinin bir sonucu olabilir. Nitekim Erzurum Ömer Nasuhi Bilmen Eğitim Merkezi Müdürü Dr. Zeki Koçak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın web sitesinde yer alan, “Anadolu’da Kur’an Kültürü” adlı çalışmaya yazdığı ‘1001 Hatim’ maddesinde, şifahi bir nakilde bulunarak, “Âlim ve zahit olan bu zat (Pir Ali Baba) ‘Eğer her yıl 1001 hatim okunursa Allah Teâlâ bu memleketi felaketlerden, hususen zelzeleden korur’ ifadesini nakletmektedir. (bkz. Kuran temmuz ek kapak (diyanet.gov.tr)
7. Demek ki, 1001 Hatimlerin depremlerin önlenmesine iliştirilmesi ve bu tema ile takdim edilmesinin dinî bir temeli yoktur, dile getirilmiş bir temenni kaynak olarak kullanılmaktadır. Böylece halka tabii afet tehdidi gösterilerek, dindarane tavırlar içinde bulunmalarının temin edilmeye çalışıldığı düşünülebilir.

8. Şu tür değerlendirmeleri de hemen reddetmemek ve üzerinde düşünmek gerekir: Malûm, yüz yıl önce, Erzurum nüfusunun dörtte biri Hristiyan’dı. Hazreti İsa (as)’ın doğum günü Hristiyanların çoğunluğu tarafından 24–25 Aralık'ta kutlanır. Ermeni Kilisesi gibi, bazı Doğu Ortodoks Kiliseleri, Jülyen takviminde 25 Aralık'a denk gelen 6 Ocak'ı Noel olarak kutlarlar. Noel kutlama aralığı günlerinde Erzurum’da Hristiyanlar için dinî bir coşku ve dinî bir atmosfer meydana gelmekteydi. Pir Ali Baba yahut sonraki zaman uleması ve şehrin politik önderle Hicri yılbaşı olmamasına rağmen, aynı tarihlerde, Müslümanlar adına dinî bir faaliyet olarak, 1001 Hatim okunması geleneğini başlatmış da olabilirler. (Erzurum'da ezanların peşine okunan salatu selamların -ki, bu usulün aynı zamanda bir Enderun ezanı olduğu da ifade edilmektedir- nasıl komşumuz Şii İran’ın ezana Hazreti Ali lehine bir ziyade yapmasına verilmiş bir cevap olduğu ileri sürülmüşse, bu kültürel etkinlik de, iç içe yaşadığı farklı kültürlerle bir etkileşim zemininde değerlendirilebilir. Yani; 1001 Hatimler, Erzurum’daki Noel arifesindeki Hıristiyan dini coşkusuna karşı geliştirilmiş tepkisel bir temele de sahip olabilir.)
9. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Hocalarından Prof. Dr. Ümit Kılıç Bey, ellerinde, Pir Ali Baba’ya isnat edilen ve sonraki devirlerde yazılmış, pek güvenilir olmayan ve yayınlamadıkları bir vakıfname olduğunu; bu evrakta bazı köy isimlerinin sayılarak, gelirlerinin 1001 Hatim okunması hizmetine vakfedildiği bilgisinin yer aldığını ifade etti.
10. Prof. Dr. Sadi Çöğenli Bey ise, Erzurum'un unutulan iki geleneğini daha hatırlattı. Bunlar, Esat Paşa Camiinde, yine kış aylarında okunan, Şifaname /Şifâ-i Şerif (Şifâ-i Şerif; gönüllerde Peygamber sevgisini tutuşturmak, O'nu bütün yönleriyle tanıtıp anlatmak ve Müslümanlara, Sultân-ı Enbiyâ'nın haklarını savunmayı öğretmek maksadıyla yaklaşık 9 asır önce Endülüslü tanınmış âlim Kâdî İyâz tarafından kaleme alınmış bir eserdir.) ile Ulu Cami’de okunan Buhar-i Şerif (İmam Buhari'nin 16 yıl boyunca İslam beldelerini dolaşarak hazırladığı eser. İslam coğrafyasında medrese ve Darulhadisler’in temel ders kitabı olarak kabul edilmiştir.) Erzurum’da Şifa-i Şerif okuma ve ‘Buhar-i Şerif Hatmi’ indirme geleneği, 1001 Hatim okuma geleneği gibi, dinî gelenekler arasında yer alıyordu. Bu uygulama 1001 Hatim geleneği gibi uzun zamanlar devam ettirilmişti. Çöğenli Hoca, daha sonra unutulan her iki uygulamanın canlandırılmasının şehrin manevî kültürle mayalanmasında pek çok yararı olacağını ifade etti. (Müftülüklerimizin dikkatine sunulur.)
11. 1001 Hatim, bir önceki yazıda vurguladığımız gibi, tek kelimeyle ahlakın pekişmesine, ihlasın artmasına, iman kardeşliğinin ziyadeleşmesine, Rabbimize yakınlığa ve daha nice hikmete özne bir faaliyettir. Geleneğin başlama sebebi her ne olursa olsun, bu mübarek faaliyeti deprem fikrini ön plana çıkararak takdim etmekten ve suni sahneler icat etmekten vaz geçilerek, Kuran okumayı sadece Rabbimizin rızasına hasredip böylece ifade edilmesine özen göstermek hakşinaslık olacaktır.

Gölbaşı’nda yaşama sevinci
Bu yazının fotoğrafını Aralık’ın ilk haftasında, Erzurum’un Gölbaşı semtinde, öğlen üzeri, çektim.
Dede, oğul ve torunlar; kaldırım kenarında soba yakıp çay demlemişler.
Samimi bir muhabbet, sanki derin bir huzur; sanırsınız göğe ermişler…
Böyle bir hayat mı olur oysa? ‘Böyle bir hayatla mutlu olmam!’ der, kim duysa!
Yok, yok… Bulamamış garipler bir arpalık!
Hele bir de dedenin koltuğuna bak, sanki milyarlık!
Çek fotoğrafımı, altına da bir şeyler yaz, ‘sıcak çayım elimde, vız gelir ayaz!’
Bu bir meydan okuma, ‘her şeyi’ olup şükrü olmayanlara bir hakaret!
Bir de bakışlarındaki hicve bak, sanki nakarat:
‘Ulan! Bütün koltuklarınıza karnım tok!
Yaşama sevincim var benim, benim gibi zengin yok…’
Oysa bizim her şeyimiz var, fakat bu insanlar kadar yaşama sevincimiz yok.
Söz çok! İmkânlarımız artmaya yaşama sevincimiz ise azalmaya devam ediyor.
Bu ilişkide bir acayiplik var
Neden gönüllerimiz ahu zar?
Eskiden sokak vardı, mahalle vardı, insanın insana selamı, kelamı vardı…
Yoktu akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar, TV’ler, müzik çalarlar.
Yoktu bu kadar çok evler, apartmanlar...
Yoktu pıtrak dikeni gibi her yanı işgal eden otomobiller.
İnsanın önüne fazla ‘yaşam malzemesi!’ yığılmamıştı henüz.
O fukara günleri gördü ‘bendenüz!’
Komşuları vardı insanların samimi dostları.
Bahçeleri vardı evlerin semaver tüttürdükleri.
Akıllı telefon arkadaşa alternatif olmamıştı henüz.
Hiç böyle olmamıştı kişilerin dışı bahar içi güz.
Çocukların dedesi nenesi vardı tableti değil.
‘Avil’ değildi çocuklar; üst baş gariban olsa da, ruhları asil.
Bir de sıhhatliydiler, hem nasıl!
Gün boyu oynardılar karda,
Üşüdüler mi ısınırlardı barda
Tey, teyy…
Hey! Hayat kolaylaştı şimdi!
Bu kolay hayatla hayatımızı ne yapacağız peki?
Tüketemiyoruz vakti mesela, ne izlesek acaba?
Yemek programları en iyisi!
Yok, o değil, bilmem ne dayısı. Bir de kim kimi boynuzlamış dizileri, aç hele; seyredelim dürzüleri
Hayat kolaylaştı şimdi!
İyi de geçmiyor vakit. Nereye sarf etsek acaba, her şeye olur, olmaz çıplağa aça! Şey, şu saat kaça!
Kasa da duruyor nakit!
Çook hayırlı işlere oluyor ‘yakit!’
Gel, google dolaşalım biraz, facebook, twittr…
Nasıl da arttı zekâmız
Çalışıyor arı gibi; vız vızzz…
Hayat kolay şimdi!
Bilişim çağı bir harika, Tanrım!
Acayip akıllıyız! Ne yapsak acaba? Hadi kalkın AVM’ye gidelim, hamburger yiyelim, üst baş alıp giyelim, insanları seyredip tiye alalım.
Tuhaf! Bu çağ çok boyalı. Ben boyalı, sen boyalı, çoluk çocuk boyalı; boyalı, yiyecekler de boyalı.
Hayat kolay şimdi!
İtlerle doldu evler… Bir it de biz mi alsak… İyi gelir mi yalnızlığımıza…
Mesaj geldi! Kış kreasyonları da gelmiş, talandan önce gidip görsek, mübareklere elimizi yüzümüzü sürsek.
Yok, yok! Sen asabisin! İyice depresif.
Anladık! Peki, yaşama sevincime ne oldu?
Yiyip içiyoruz durmadan.
Zayıflayamıyoruz bir de mezara girmeden
Ne yapacağız bu ‘hareketsiz enerji’yi biz?
Namaz kılsana… Namaz mı?.. A, şey, duymuyoruz ki ezan sesini, kıstılar mikrofonun basını, şimdi tutuyorum onun yasını; yoksa tutsam, ‘kılacağum o namazi!’
Hayat kolay şimdi!
Ne yiyeceğiz bugün hanım? Hep abur cubur, hep hamur, hep tatlı, hem de çift çift katlı, yesek mi arada pazı. Ööö! Tamam da dolapta da kokuttun kazı.
İndir hele duvardaki sazı, görelim ne dedi niyazi:
Ruhumuzda bedenimizde çoğalır ağrılar
Vay anam vay! Vay anam vay! Vay! Vay!
Neden yaşama sevinci duyar, Gölbaşı’nda ağalar
Neden saraylarda it besler beyler, hanımlar
Vay anam vay! Vay anam vay! Vay! Vay!

ERZURUM HANLARI
Erzurum’da çok han vardı, gez bak her yana
Hanlar çeşit çeşitti; hem âlâ hem ednâ
Yeni Han, Hacılar Hanı, Gürcükapı’da
Dinle hikâye edeyim birkaçın sana
Kamburoğlu Hanı, Gözdeydi Pastırmacı
Muhtar, Aziziye, Kapan, Havuzlu Hanı
Hacı İzzet Paşa, Menzilci Mehmet Emin
Hanlarla cıvıl cıvıldı şehrin her yanı
Tahinci, Yiğit, Derviş Ağa, Mavi, Haban
Kadıoğlu, Pervizoğlu, Taş Han, hep yaman
Cennetzade , Mansuroğlu sürdü devranı
Nemlizade, Memişağa hem Tophaneli
Daha; Hacı Ahmet, Komesli, Küçük Salih
Art arda yok oldular, ah buda bir talih
Değişince zaman değişti her bir âlem
Mazide kalana dendi, bu artık tarih
Erzurum’a geldi Çin-ü Maçin, Hindistan
Türkistan, Pakistan, İran, tüm Kafkasistan
İpekyolu insan taşıdı beldemize
Erzurum konaktı, çarşısı hem gülistan
(Uzunyaylalı)
1. 1001 Hatim okunması Erzurum’da asırlar boyu devam etmiştir. Yolu açan hayırlı bir yol açmıştır, şehir halkı bu yolun bugün de takipçisidir.
2. 1001 Hatimlerin depremlere iltisaklı gösterilmesi ilk ne zaman başladı bilinmemektedir? Bu konu hakkında, nakli bilgi kırıntıları dışında, akademisyenlerin, Erzurum yerel tarihçileri ile din ulemasının ortaya koyduğu bir belge henüz bulunmamaktadır.
3. Erzurum İl Müftülüğü, bu yılki 1001 Hatim program kitapçığında, manevi etkinliğin başlangıcıyla ilgili, bir vakfiyeden ve yazılı bir kaynaktan söz etmemekte, sözlü rivayetlere atıf yapmaktadır: “Sözlü rivayete göre Pir Ali Baba, miladi 1500–1600 yılları arasında Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde Erzurum Dutçu Köyü’nde (Tuzcu Mahallesi) yaşamıştır. Pir Ali Baba, âlim, fazıl, zahit mübarek bir zat olup, aynı zamanda o devrin zenginlerindendir. Pir Ali Baba ‘Eğer her yıl 1001 hatim okursanız Allah Teâlâ bu memleketi hususiyetle zelzeleden korur’ diyerek sahibi bulunduğu 8 köyden 3’ünün gelirini Bin Bir Hatimlerin okunmasına vakfetmiş ve bu kutlu geleneği başlatmıştır. Evlerde ve mabetlerde okunan 1001 hatmin sonuncusu ise, şehrin etrafını at sırtında dolaşan iki hafız tarafından okunur ve böylece sayı bin bir’e tamamlanırdı.”
4. Anadolu depremleriyle ilgili kronolojileri taradık. Pir Ali Baba’nın yaşadığı ifade edilen 1500–1600 yıllarında Erzurum'da meydana gelmiş etkili bir deprem kaydına rastlanılmamaktadır. (Türkiye'de 10 Eylül 1509'da 7,2 büyüklüğünde Büyük İstanbul Depremi, 23 Şubat 1653'de 7,5 büyüklüğünde Doğu İzmir Depremi meydana gelmiştir.)
5. Erzurum ana fay hatları üzerinde değildir, şehrimizde kırık faylar mevcuttur. Bu yüzden tarihsel olarak 7 şiddetinin üzerinde deprem kaydı bulunmamaktadır. Erzurum’da 2 Haziran 1859’da, saat 10.30’da meydana gelen deprem en şiddetli deprem olarak kayda geçmiştir. Bu yıkıcı depremde on beş bin kişi hayatını kaybetmiş ve şehirde çok sayıda ev, tarihi eser ve mabet zarar görmüştür. Bölgemizdeki diğer yıkıcı depremler: 1924 Pasinler depremi 6,9; 1939 Erzincan depremi 7,2; 1971 Bingöl depremi 6,9...
6. Erzurum'da 1001 Hatimlerin okunmasının depremle ilgili hale getirilmesi süreç içerisinde, merkez, ilçeler ve civar şehirlerdeki depremlerin etkisinin bir sonucu olabilir. Nitekim Erzurum Ömer Nasuhi Bilmen Eğitim Merkezi Müdürü Dr. Zeki Koçak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın web sitesinde yer alan, “Anadolu’da Kur’an Kültürü” adlı çalışmaya yazdığı ‘1001 Hatim’ maddesinde, şifahi bir nakilde bulunarak, “Âlim ve zahit olan bu zat (Pir Ali Baba) ‘Eğer her yıl 1001 hatim okunursa Allah Teâlâ bu memleketi felaketlerden, hususen zelzeleden korur’ ifadesini nakletmektedir. (bkz. Kuran temmuz ek kapak (diyanet.gov.tr)
7. Demek ki, 1001 Hatimlerin depremlerin önlenmesine iliştirilmesi ve bu tema ile takdim edilmesinin dinî bir temeli yoktur, dile getirilmiş bir temenni kaynak olarak kullanılmaktadır. Böylece halka tabii afet tehdidi gösterilerek, dindarane tavırlar içinde bulunmalarının temin edilmeye çalışıldığı düşünülebilir.

8. Şu tür değerlendirmeleri de hemen reddetmemek ve üzerinde düşünmek gerekir: Malûm, yüz yıl önce, Erzurum nüfusunun dörtte biri Hristiyan’dı. Hazreti İsa (as)’ın doğum günü Hristiyanların çoğunluğu tarafından 24–25 Aralık'ta kutlanır. Ermeni Kilisesi gibi, bazı Doğu Ortodoks Kiliseleri, Jülyen takviminde 25 Aralık'a denk gelen 6 Ocak'ı Noel olarak kutlarlar. Noel kutlama aralığı günlerinde Erzurum’da Hristiyanlar için dinî bir coşku ve dinî bir atmosfer meydana gelmekteydi. Pir Ali Baba yahut sonraki zaman uleması ve şehrin politik önderle Hicri yılbaşı olmamasına rağmen, aynı tarihlerde, Müslümanlar adına dinî bir faaliyet olarak, 1001 Hatim okunması geleneğini başlatmış da olabilirler. (Erzurum'da ezanların peşine okunan salatu selamların -ki, bu usulün aynı zamanda bir Enderun ezanı olduğu da ifade edilmektedir- nasıl komşumuz Şii İran’ın ezana Hazreti Ali lehine bir ziyade yapmasına verilmiş bir cevap olduğu ileri sürülmüşse, bu kültürel etkinlik de, iç içe yaşadığı farklı kültürlerle bir etkileşim zemininde değerlendirilebilir. Yani; 1001 Hatimler, Erzurum’daki Noel arifesindeki Hıristiyan dini coşkusuna karşı geliştirilmiş tepkisel bir temele de sahip olabilir.)
9. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Hocalarından Prof. Dr. Ümit Kılıç Bey, ellerinde, Pir Ali Baba’ya isnat edilen ve sonraki devirlerde yazılmış, pek güvenilir olmayan ve yayınlamadıkları bir vakıfname olduğunu; bu evrakta bazı köy isimlerinin sayılarak, gelirlerinin 1001 Hatim okunması hizmetine vakfedildiği bilgisinin yer aldığını ifade etti.
10. Prof. Dr. Sadi Çöğenli Bey ise, Erzurum'un unutulan iki geleneğini daha hatırlattı. Bunlar, Esat Paşa Camiinde, yine kış aylarında okunan, Şifaname /Şifâ-i Şerif (Şifâ-i Şerif; gönüllerde Peygamber sevgisini tutuşturmak, O'nu bütün yönleriyle tanıtıp anlatmak ve Müslümanlara, Sultân-ı Enbiyâ'nın haklarını savunmayı öğretmek maksadıyla yaklaşık 9 asır önce Endülüslü tanınmış âlim Kâdî İyâz tarafından kaleme alınmış bir eserdir.) ile Ulu Cami’de okunan Buhar-i Şerif (İmam Buhari'nin 16 yıl boyunca İslam beldelerini dolaşarak hazırladığı eser. İslam coğrafyasında medrese ve Darulhadisler’in temel ders kitabı olarak kabul edilmiştir.) Erzurum’da Şifa-i Şerif okuma ve ‘Buhar-i Şerif Hatmi’ indirme geleneği, 1001 Hatim okuma geleneği gibi, dinî gelenekler arasında yer alıyordu. Bu uygulama 1001 Hatim geleneği gibi uzun zamanlar devam ettirilmişti. Çöğenli Hoca, daha sonra unutulan her iki uygulamanın canlandırılmasının şehrin manevî kültürle mayalanmasında pek çok yararı olacağını ifade etti. (Müftülüklerimizin dikkatine sunulur.)
11. 1001 Hatim, bir önceki yazıda vurguladığımız gibi, tek kelimeyle ahlakın pekişmesine, ihlasın artmasına, iman kardeşliğinin ziyadeleşmesine, Rabbimize yakınlığa ve daha nice hikmete özne bir faaliyettir. Geleneğin başlama sebebi her ne olursa olsun, bu mübarek faaliyeti deprem fikrini ön plana çıkararak takdim etmekten ve suni sahneler icat etmekten vaz geçilerek, Kuran okumayı sadece Rabbimizin rızasına hasredip böylece ifade edilmesine özen göstermek hakşinaslık olacaktır.

Gölbaşı’nda yaşama sevinci
Bu yazının fotoğrafını Aralık’ın ilk haftasında, Erzurum’un Gölbaşı semtinde, öğlen üzeri, çektim.
Dede, oğul ve torunlar; kaldırım kenarında soba yakıp çay demlemişler.
Samimi bir muhabbet, sanki derin bir huzur; sanırsınız göğe ermişler…
Böyle bir hayat mı olur oysa? ‘Böyle bir hayatla mutlu olmam!’ der, kim duysa!
Yok, yok… Bulamamış garipler bir arpalık!
Hele bir de dedenin koltuğuna bak, sanki milyarlık!
Çek fotoğrafımı, altına da bir şeyler yaz, ‘sıcak çayım elimde, vız gelir ayaz!’
Bu bir meydan okuma, ‘her şeyi’ olup şükrü olmayanlara bir hakaret!
Bir de bakışlarındaki hicve bak, sanki nakarat:
‘Ulan! Bütün koltuklarınıza karnım tok!
Yaşama sevincim var benim, benim gibi zengin yok…’
Oysa bizim her şeyimiz var, fakat bu insanlar kadar yaşama sevincimiz yok.
Söz çok! İmkânlarımız artmaya yaşama sevincimiz ise azalmaya devam ediyor.
Bu ilişkide bir acayiplik var
Neden gönüllerimiz ahu zar?
Eskiden sokak vardı, mahalle vardı, insanın insana selamı, kelamı vardı…
Yoktu akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar, TV’ler, müzik çalarlar.
Yoktu bu kadar çok evler, apartmanlar...
Yoktu pıtrak dikeni gibi her yanı işgal eden otomobiller.
İnsanın önüne fazla ‘yaşam malzemesi!’ yığılmamıştı henüz.
O fukara günleri gördü ‘bendenüz!’
Komşuları vardı insanların samimi dostları.
Bahçeleri vardı evlerin semaver tüttürdükleri.
Akıllı telefon arkadaşa alternatif olmamıştı henüz.
Hiç böyle olmamıştı kişilerin dışı bahar içi güz.
Çocukların dedesi nenesi vardı tableti değil.
‘Avil’ değildi çocuklar; üst baş gariban olsa da, ruhları asil.
Bir de sıhhatliydiler, hem nasıl!
Gün boyu oynardılar karda,
Üşüdüler mi ısınırlardı barda
Tey, teyy…
Hey! Hayat kolaylaştı şimdi!
Bu kolay hayatla hayatımızı ne yapacağız peki?
Tüketemiyoruz vakti mesela, ne izlesek acaba?
Yemek programları en iyisi!
Yok, o değil, bilmem ne dayısı. Bir de kim kimi boynuzlamış dizileri, aç hele; seyredelim dürzüleri
Hayat kolaylaştı şimdi!
İyi de geçmiyor vakit. Nereye sarf etsek acaba, her şeye olur, olmaz çıplağa aça! Şey, şu saat kaça!
Kasa da duruyor nakit!
Çook hayırlı işlere oluyor ‘yakit!’
Gel, google dolaşalım biraz, facebook, twittr…
Nasıl da arttı zekâmız
Çalışıyor arı gibi; vız vızzz…
Hayat kolay şimdi!
Bilişim çağı bir harika, Tanrım!
Acayip akıllıyız! Ne yapsak acaba? Hadi kalkın AVM’ye gidelim, hamburger yiyelim, üst baş alıp giyelim, insanları seyredip tiye alalım.
Tuhaf! Bu çağ çok boyalı. Ben boyalı, sen boyalı, çoluk çocuk boyalı; boyalı, yiyecekler de boyalı.
Hayat kolay şimdi!
İtlerle doldu evler… Bir it de biz mi alsak… İyi gelir mi yalnızlığımıza…
Mesaj geldi! Kış kreasyonları da gelmiş, talandan önce gidip görsek, mübareklere elimizi yüzümüzü sürsek.
Yok, yok! Sen asabisin! İyice depresif.
Anladık! Peki, yaşama sevincime ne oldu?
Yiyip içiyoruz durmadan.
Zayıflayamıyoruz bir de mezara girmeden
Ne yapacağız bu ‘hareketsiz enerji’yi biz?
Namaz kılsana… Namaz mı?.. A, şey, duymuyoruz ki ezan sesini, kıstılar mikrofonun basını, şimdi tutuyorum onun yasını; yoksa tutsam, ‘kılacağum o namazi!’
Hayat kolay şimdi!
Ne yiyeceğiz bugün hanım? Hep abur cubur, hep hamur, hep tatlı, hem de çift çift katlı, yesek mi arada pazı. Ööö! Tamam da dolapta da kokuttun kazı.
İndir hele duvardaki sazı, görelim ne dedi niyazi:
Ruhumuzda bedenimizde çoğalır ağrılar
Vay anam vay! Vay anam vay! Vay! Vay!
Neden yaşama sevinci duyar, Gölbaşı’nda ağalar
Neden saraylarda it besler beyler, hanımlar
Vay anam vay! Vay anam vay! Vay! Vay!

ERZURUM HANLARI
Erzurum’da çok han vardı, gez bak her yana
Hanlar çeşit çeşitti; hem âlâ hem ednâ
Yeni Han, Hacılar Hanı, Gürcükapı’da
Dinle hikâye edeyim birkaçın sana
Kamburoğlu Hanı, Gözdeydi Pastırmacı
Muhtar, Aziziye, Kapan, Havuzlu Hanı
Hacı İzzet Paşa, Menzilci Mehmet Emin
Hanlarla cıvıl cıvıldı şehrin her yanı
Tahinci, Yiğit, Derviş Ağa, Mavi, Haban
Kadıoğlu, Pervizoğlu, Taş Han, hep yaman
Cennetzade , Mansuroğlu sürdü devranı
Nemlizade, Memişağa hem Tophaneli
Daha; Hacı Ahmet, Komesli, Küçük Salih
Art arda yok oldular, ah buda bir talih
Değişince zaman değişti her bir âlem
Mazide kalana dendi, bu artık tarih
Erzurum’a geldi Çin-ü Maçin, Hindistan
Türkistan, Pakistan, İran, tüm Kafkasistan
İpekyolu insan taşıdı beldemize
Erzurum konaktı, çarşısı hem gülistan
(Uzunyaylalı)