
İki ay kadar önce turizm yönetimi danışmanı değerli dostum Mehmet Çakır, sosyal medya sayfasında Rosenhan Deneyi’ni yazmıştı:
Psikoloji tarihinin belki de en ilginç deneylerinden birini doğuran araştırma sürecinin başlarında Dr. David L. Rosenhan (ABD, 1929-2012), 'Aklı başında olmak veya olmamak diye bir şey varsa, bu ikisinin arasındaki kesin farkı nasıl bilebiliriz? Gerçekte kim deli, kim akıllı?' sorusunu kendine soruyordu.
Dr. Rosenhan, 1973’te Science dergisinde ‘On Being Sane in Insane Places’ (Akıl Hastanelerinde Akıllı Olmak Üzerine) başlıklı, psikoloji literatürünün en çok okunan makalesini yayımlamadan önce Kaliforniya, Arizona ve Harvard Üniversitelerindeki jürilerde tezini sunup olağanüstü ilgiyle karşılanmıştı. Dr. Rosenhan ve onun ünlü deneyi, çokça tartışılmakla birlikte psikiyatrinin bugünkü standartlara ulaşmasında dönüm noktalarından biri kabul ediliyor.
Rosenhan Deneyi’nin özetlendiği ünlü makale şöyle başlıyor: ‘Pek çok cinayet davasında, savunma tarafındaki ünlü psikiyatrlar, sanığın akıl sağlığı yerinde olmadığından ceza sorumluluğunun bulunmadığını iddia ediyor. Savcılık tarafında yer alan, en az onlar kadar ünlü başka psikiyatrlar ise, aynı kişinin akıl sağlığını yerinde bulup ceza sorumluluğu var diyor.’
Ve Dr. Rosenhan soruyordu: ‘Bir kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığı ve akıl sağlığının derecesi anlaşılabilir mi?’
Tahmin edebileceğiniz gibi Rosenhan, bu konuda bir hayli kötümserdir ve psikiyatri uzmanlarının özellikle mahkemelerdeki yorumlarını objektif kriterlere dayandıramadıklarını deneylerle kanıtlamaya çalışır.
Rosenhan Deneyi’nin gerçekleşme biçimi de en az bu bilim insanını deneye sürükleyen soru kadar ilginçtir:
Üç psikolog, bir psikiyatr, bir öğrenci, bir pedagog, bir ev kadını ve bir ressamdan oluşan sekiz kişi, ayrı ayrı, halüsinasyon işittiklerini söyleyerek, bir kliniğe müracaat ederler. Aslında hiçbir rahatsızlıkları yoktur. Kendilerine, kliniğe kabul edildikten hemen sonra, bir rahatsızlıkları kalmadığını söylemeleri ve normal davranmaları tembihlenmiştir.
Öyle de yaparlar…
Ancak en erken çıkan bile klinikte yedi gün kalmak zorunda kalır. Klinikten çıkanlar, aynı iddia ve başka isimlerle başka bir kliniğe başvururlar. Rosenhan ve ekibi, bu şekilde tam bir düzine kliniği ziyaret eder. Hasta olmadıklarına hekimleri ikna etmeleri, ortalama olarak on dokuz gün sürer…
Hatta biri elli iki gün klinikte tutulur.
Rosenhan ve arkadaşları elbette kliniklerde kalmaktan zevk aldıkları için yapmamışlardı bu işi. Aklı başında olan ile olmayanı ayırt etmek hususunda ne kadar başarılı olunabileceğini araştırdıkları için katlanırlar buna.
Araştırmanın sonuçlarını Ocak 1973'te, Science dergisinde yayımlanır. Makalede şok edici bilgiler vardır:
Mesela Rosenhan'ın tuzağına düşmeyeceğini iddia eden bir kliniğe üç ay içinde sahte hastalar yollanacağı söylenmiştir. Kliniğin güvenilirliği, bu sahte hastaları tespit edebilmesiyle ölçülecektir. Kliniktekiler bunu bilir; ama kimin, ne zaman, hangi isimle ve hangi şikayetle geleceğini bilmezler. İzleyen üç ayda kliniğe müracaat eden 193 kişinin 40’tan fazlası, en az bir uzman tarafından sahte hasta olarak tespit edilir. Mesele şu ki, kliniğe bir tek sahte hasta bile gönderilmiştir!
Kliniklerde yatan 118 gerçek hastadan 35’ine ‘Sen deli olamazsın, muhtemelen de hastaneyi teftişe gelen bir gazeteci ya da profesörsün’ denir.
Dr. Rosenhan deneyler için yola çıktığı zaman not defterine kaydettiği soruyu yineler: 'Aklı başında olmak veya olmamak diye bir şeyler varsa, bu ikisinin arasındaki kesin sınırı nasıl çizebiliriz?'
Dr. Rosenhan, yanıtlardan emin olabilmek için bir de deneyin tersini uygular:
Bir araştırma ve eğitim hastanesinin başhekimi ve çalışan personeline, gelecek üç ay içinde bir ya da birkaç sahte hastanın, psikiyatri servisine yatmak amacıyla başvuracağını bildirir. Yatırılan her hasta ile doğrudan bağlantısı bulunan psikiyatr, hekim ve hemşirelerin bir form doldurmasını, hastalara 1 ile 10 arasında puan vermesini, sahte hasta olduğundan kuşkulandığında, 1 ya da 2’yi işaretlemesini ister.
Üç ay sonra Rosenhan, yatırılan 193 hasta ile ilgili formları inceler. Hastalardan 41’i, değerlendirmeyi yapanların en az birine göre ‘kesinlikle sahte hasta’ olarak rapor edilir. 19’u, birden fazla psikiyatr ve sağlık personeli için ‘sahte hasta olabilir’ diye tanımlanır. Halbuki, deneyin sürdüğü üç ayda başvuran hastaların hiçbiriyle Dr. Rosenhan’ın ilgisi yoktur, bir başka deyişle, aralarında ‘sahte hasta’ yoktur!
Dr. Rosenhan, ünlü makalesine final notunu düşer:
‘İkiden fazla psikiyatri uzmanının normal zannettiği, buna rağmen kliniğe yatırılan 19 kişi, gerçekte normal miydi, yoksa akıl hastası mıydı? Bunu ne yazık ki hiçbir zaman bilemeyeceğiz!’
Ve devam eder: ‘Psikiyatri kliniklerinde, akıl sağlığı yerinde olanla olmayanı ayıramadığımız apaçık ortadadır!’
***
Hukuk ve Psikoloji Profesörü Rosenhan, sadece akıl hastalıklarının tanısında kullanılacak kriterleri değil, modern yargılamayı düzenleyen yasalara psikoloji biliminin dahil edilmesi ve jüri -veya jürinin olmadığı yargı sistemlerinde bilirkişi- seçiminde psikolojiden yararlanılması usullerinin yeniden belirlenmesi gibi devrim niteliğindeki değişikliklere önayak oldu.
Ama o ilginç deney ve Dr. David L. Rosenhan bir yana; kendi küçük hayatlarımıza dönünce ve sokağa, sokakta olanlara, haber bültenlerine bakınca şu soruyu kendimize sormadan edemiyoruz:
Hakikaten sınır ne?
Doğrular var… Ama kime göre?
Haklı olmak önemli… Ama neye göre?
Gerçekler… Ne kadar süreyle gerçek?
Kriter ne; eğer psikiyatri uzmanları bile zorlanıyorsa biz çevremizdekileri nasıl ayıklayacağız:
Kim deli, kim akıllı?..
Ve belki burası biraz bencilce ama bence en önemlisi şu:
Ben, acaba akıllı mıyım, deli miyim?
Beni etkileyenler peki… Onların hangisi akıllı, hangisi deli?
Psikoloji tarihinin belki de en ilginç deneylerinden birini doğuran araştırma sürecinin başlarında Dr. David L. Rosenhan (ABD, 1929-2012), 'Aklı başında olmak veya olmamak diye bir şey varsa, bu ikisinin arasındaki kesin farkı nasıl bilebiliriz? Gerçekte kim deli, kim akıllı?' sorusunu kendine soruyordu.
Dr. Rosenhan, 1973’te Science dergisinde ‘On Being Sane in Insane Places’ (Akıl Hastanelerinde Akıllı Olmak Üzerine) başlıklı, psikoloji literatürünün en çok okunan makalesini yayımlamadan önce Kaliforniya, Arizona ve Harvard Üniversitelerindeki jürilerde tezini sunup olağanüstü ilgiyle karşılanmıştı. Dr. Rosenhan ve onun ünlü deneyi, çokça tartışılmakla birlikte psikiyatrinin bugünkü standartlara ulaşmasında dönüm noktalarından biri kabul ediliyor.
Rosenhan Deneyi’nin özetlendiği ünlü makale şöyle başlıyor: ‘Pek çok cinayet davasında, savunma tarafındaki ünlü psikiyatrlar, sanığın akıl sağlığı yerinde olmadığından ceza sorumluluğunun bulunmadığını iddia ediyor. Savcılık tarafında yer alan, en az onlar kadar ünlü başka psikiyatrlar ise, aynı kişinin akıl sağlığını yerinde bulup ceza sorumluluğu var diyor.’
Ve Dr. Rosenhan soruyordu: ‘Bir kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığı ve akıl sağlığının derecesi anlaşılabilir mi?’
Tahmin edebileceğiniz gibi Rosenhan, bu konuda bir hayli kötümserdir ve psikiyatri uzmanlarının özellikle mahkemelerdeki yorumlarını objektif kriterlere dayandıramadıklarını deneylerle kanıtlamaya çalışır.
Rosenhan Deneyi’nin gerçekleşme biçimi de en az bu bilim insanını deneye sürükleyen soru kadar ilginçtir:
Üç psikolog, bir psikiyatr, bir öğrenci, bir pedagog, bir ev kadını ve bir ressamdan oluşan sekiz kişi, ayrı ayrı, halüsinasyon işittiklerini söyleyerek, bir kliniğe müracaat ederler. Aslında hiçbir rahatsızlıkları yoktur. Kendilerine, kliniğe kabul edildikten hemen sonra, bir rahatsızlıkları kalmadığını söylemeleri ve normal davranmaları tembihlenmiştir.
Öyle de yaparlar…
Ancak en erken çıkan bile klinikte yedi gün kalmak zorunda kalır. Klinikten çıkanlar, aynı iddia ve başka isimlerle başka bir kliniğe başvururlar. Rosenhan ve ekibi, bu şekilde tam bir düzine kliniği ziyaret eder. Hasta olmadıklarına hekimleri ikna etmeleri, ortalama olarak on dokuz gün sürer…
Hatta biri elli iki gün klinikte tutulur.
Rosenhan ve arkadaşları elbette kliniklerde kalmaktan zevk aldıkları için yapmamışlardı bu işi. Aklı başında olan ile olmayanı ayırt etmek hususunda ne kadar başarılı olunabileceğini araştırdıkları için katlanırlar buna.
Araştırmanın sonuçlarını Ocak 1973'te, Science dergisinde yayımlanır. Makalede şok edici bilgiler vardır:
Mesela Rosenhan'ın tuzağına düşmeyeceğini iddia eden bir kliniğe üç ay içinde sahte hastalar yollanacağı söylenmiştir. Kliniğin güvenilirliği, bu sahte hastaları tespit edebilmesiyle ölçülecektir. Kliniktekiler bunu bilir; ama kimin, ne zaman, hangi isimle ve hangi şikayetle geleceğini bilmezler. İzleyen üç ayda kliniğe müracaat eden 193 kişinin 40’tan fazlası, en az bir uzman tarafından sahte hasta olarak tespit edilir. Mesele şu ki, kliniğe bir tek sahte hasta bile gönderilmiştir!
Kliniklerde yatan 118 gerçek hastadan 35’ine ‘Sen deli olamazsın, muhtemelen de hastaneyi teftişe gelen bir gazeteci ya da profesörsün’ denir.
Dr. Rosenhan deneyler için yola çıktığı zaman not defterine kaydettiği soruyu yineler: 'Aklı başında olmak veya olmamak diye bir şeyler varsa, bu ikisinin arasındaki kesin sınırı nasıl çizebiliriz?'
Dr. Rosenhan, yanıtlardan emin olabilmek için bir de deneyin tersini uygular:
Bir araştırma ve eğitim hastanesinin başhekimi ve çalışan personeline, gelecek üç ay içinde bir ya da birkaç sahte hastanın, psikiyatri servisine yatmak amacıyla başvuracağını bildirir. Yatırılan her hasta ile doğrudan bağlantısı bulunan psikiyatr, hekim ve hemşirelerin bir form doldurmasını, hastalara 1 ile 10 arasında puan vermesini, sahte hasta olduğundan kuşkulandığında, 1 ya da 2’yi işaretlemesini ister.
Üç ay sonra Rosenhan, yatırılan 193 hasta ile ilgili formları inceler. Hastalardan 41’i, değerlendirmeyi yapanların en az birine göre ‘kesinlikle sahte hasta’ olarak rapor edilir. 19’u, birden fazla psikiyatr ve sağlık personeli için ‘sahte hasta olabilir’ diye tanımlanır. Halbuki, deneyin sürdüğü üç ayda başvuran hastaların hiçbiriyle Dr. Rosenhan’ın ilgisi yoktur, bir başka deyişle, aralarında ‘sahte hasta’ yoktur!
Dr. Rosenhan, ünlü makalesine final notunu düşer:
‘İkiden fazla psikiyatri uzmanının normal zannettiği, buna rağmen kliniğe yatırılan 19 kişi, gerçekte normal miydi, yoksa akıl hastası mıydı? Bunu ne yazık ki hiçbir zaman bilemeyeceğiz!’
Ve devam eder: ‘Psikiyatri kliniklerinde, akıl sağlığı yerinde olanla olmayanı ayıramadığımız apaçık ortadadır!’
***
Hukuk ve Psikoloji Profesörü Rosenhan, sadece akıl hastalıklarının tanısında kullanılacak kriterleri değil, modern yargılamayı düzenleyen yasalara psikoloji biliminin dahil edilmesi ve jüri -veya jürinin olmadığı yargı sistemlerinde bilirkişi- seçiminde psikolojiden yararlanılması usullerinin yeniden belirlenmesi gibi devrim niteliğindeki değişikliklere önayak oldu.
Ama o ilginç deney ve Dr. David L. Rosenhan bir yana; kendi küçük hayatlarımıza dönünce ve sokağa, sokakta olanlara, haber bültenlerine bakınca şu soruyu kendimize sormadan edemiyoruz:
Hakikaten sınır ne?
Doğrular var… Ama kime göre?
Haklı olmak önemli… Ama neye göre?
Gerçekler… Ne kadar süreyle gerçek?
Kriter ne; eğer psikiyatri uzmanları bile zorlanıyorsa biz çevremizdekileri nasıl ayıklayacağız:
Kim deli, kim akıllı?..
Ve belki burası biraz bencilce ama bence en önemlisi şu:
Ben, acaba akıllı mıyım, deli miyim?
Beni etkileyenler peki… Onların hangisi akıllı, hangisi deli?