
Kudüs ve Filistin’in; hak dinlerin, İslam’ın himayesinde olduğu dönemlerde saadet yurdu, huzur ve barış diyarı olmuş. Davut (as), Süleyman (as) dönemler ve İslam Tarihi’ndeki konumu hep böyle. Hıristiyan ve Yahudi egemenliğinde ise hep savaş, çatışma, kavga, acı, kan ve gözyaşı…
Burak Mescidinde Yahudi
Sohbetimizin ardından Harem içindeki kutsal mekânları ziyaret ediyoruz. Rehberlerimizin yanında bölgeyi iyi bilen Ömer Lekesiz gibi bu alanda uzman dostlarında ekip içinde olması büyük şans. Ömer Hoca girdiğimiz her mekân ile alakalı eşsiz bilgiler aktarıyor bizlere. İlk durak Peygamberimizin (sav) Miraca yükselirken Burak isimli vasıtasını bağladığı mekân. Hemen yanında bir mescit de yapılmış. Burak Mescidi önünde İsrail Polisi nöbet tutuyor. Mescit küçük olduğu için içerdekilerin çıkmasını bekliyoruz. Sıra bize geldiğinde büyük bir edeple içeri giriyoruz. Duvarda Peygamberimizin Burağı bağladığı halka var. Kadınlar mekânın darlığı nedeni ile mecburen erkeklerin hemen yanında dualarını yapıyorlar. Bir ara gözüm Zehra Hanıma takılıyor, kendinden geçmiş, secdeye kapanmış dua ediyor. Hangimiz öyle değildik ki?

Türkiye Filistin’in yanında
Haremin içini gezmeye devam ediyoruz. Mervan Mescidi, Meryem Annemizin 15 yaşına kadar kaldığı yer. Birkaç yıl öncesine kadar çok kötü bir durumda imiş. Türkiye tarafından onarılmış. Bu arada ülkemizin Filistin’e, Kudüs’e yaptığı hizmetler tartışılmaz. Allah sebep olanlardan razı olsun. En son yakılıp yıkılan, İsrail askerlerinin kirli botları ile çiğnenen Mescid-i Aksa’nın halılarını yenilemiş ülkemiz. Aksa’nın hemen altında yer alan Süleyman Mabedi’nin günümüze kadar korunmuş temellerini ziyaret ediyoruz. Binlerce yıllık sütunlar koruma altına alınmış. Bir tanesi 62 ton geliyor. O zamanlarda ki teknoloji ile yapılması akla ziyan…
Peygamberimizin (sav) peşine giden taş
Ve işte tam karşımızda Kubbetü-s Sahra, Peygamberimizin miraca yükseldiği yer. Ortasında bulunan taş, Peygamberimizin (sav) peşine gitmek istemiş ve yükselmiş. Resullah (sav) izin vermeyince havada öylesine kalmış. Kudüs ve Mescid-i Aksa hareminin bir sembolü olarak gördüğümüz altın kubbeli, mavi çinili cami, Emevi halifesi Abdülmelik B. Mervan, Kubbetü-s Sahra’yı 691 tarihinde yaptırmış. Osmanlı döneminde ise aslına uygun olarak tamiratı yapılmış, İstanbullu sanatkârlar tarafından hat işlemeleri ile bezenmiş. Kubbetü-s Sahra avlusunda tek kubbeli şirin bir yapı dikkatimizi çekiyor. Peygamber Efendimizin (sav) Miraca yükselirken peygamberlere namaz kıldırdığı ‘Kubbetün Nebi’ mihrabı olduğunu öğreniyor ve şükür namazı kılmayı ihmal etmiyoruz.
Ağlama duvarına Türkleri almadılar
Yahudilerce kutsal sayılan Ağlama Duvarı’nın Süleyman mabedinin ayakta kalan kısmı olduğuna inanılıyor. Duvarın hemen arkasında Peygamberimizin (sav) Miraca çıkarken burağını bağladığı ve Burak Mescidinin olduğu kısım var. Osmanlı döneminde Mimar Sinan duvarın tamiratını yapmış. Bizler gitmeden bir hafta önce bir gurup Türk, Ağlama Duvarında İstiklal marşı okuyup, pankart açmışlar. Bu nedenle Türk gurupların girişine izin verilmiyor. Duvarı yüksekten gören bir terastan izliyoruz.
Kıyamet Kilisesi ve Hazreti Ömer Camii
Hıristiyan inancına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra naşını alıp bugünkü Kıyamet Kilisesi’nin bulunduğu yere getirerek defnetmişler. Bizans imparatoru Konstantin’in annesi Helena, 335 tarihinde bu kiliseyi yaptırmış. İranlılar Kudüs’ü işgal edince diğerleri ile birlikte bu kiliseyi de yakıp yıkmışlar. Daha sonra Rahip Modistos, 636 yılında Kıyamet Kilisesi’ni yeniden yaptırmış. Hıristiyan aleminin en kutsal kilisesi olarak bilinen kilisenin içi, altın mozaiklerle süslü. Dünyanın dört bir tarafından Hristiyan inancına mensup insanlar buraya akın ediyor.
Kilisenin hemen karşısında İslam’ın bir hoşgörü dini olduğunun kanıtı duruyor adeta. Hz. Ömer (ra) Kudüs’ü fethettikten sonra kiliseye dokunmamış, Hristiyanların ibadet etmelerini engellememiş. Kilisenin hemen karşısında ki alanda namazını kılmış. Müslümanlar daha sonra buraya bir mescit yapmışlar. Hz. Ömer Mescidine gidiyoruz, ikindi namazına biraz vakit var. Gurubumuzdaki bir müezzin Kuranı Kerim okuyor. Az sonra Mescidin imamı gelerek arkadaşın ikindi ezanını okumasını istiyor. İstanbullu müezzinin okuduğu ezan, kilisenin çan seslerini bastırıyor.

Labirent gibi sokaklarda kayboluyoruz
İkindi namazının ardında akşam namazında buluşmak üzere gurup dağılıyor. Bizde eski Kudüs çarşılarında gezerek otelimize gitmek istiyoruz. Dar, labirent gibi çarşılarda yürümek oldukça zor. Sevda ve Zehra Hanım minik dükkânlardan birine girip diğerinden çıkıyor. Film platolarını andıran çarşıda yaşlı bir berber dikkatimi çekiyor. Küçücük dükkânında müşterisini tıraş ediyor. İçeriye girip selam veriyorum. Türk olduğumu öğrenince cep telefonunu çıkarıyor ve ekran görüntüsünü gösteriyor. Telefonunda Osmanlı arması var. Abdülhamit Han Hazretlerinin büyük adam olduğunu, Tayyip Erdoğan’ın da onun gibi büyük bir lider olduğunu ifade ediyor, yaşlı gözlerle. Bir yandan gururlanıyor, diğer yandan hüzünleniyorum.
Sevda ve Zehra Hanımı kaybetmemek için kucaklaşıp çıkıyorum yaşlı berberin dükkânından. Az ileride Filistin yerel kıyafetlerinin satıldığı bir işyerinde pazarlık yaparken buluyorum iki Erzurumluyu. Çarşılarda ilerlerken doğal olarak yönümüzü kaybediyoruz, burası zaman tüneli gibi. Otelimize yakın kapıyı bulamaz isek işimiz zor. İki genç kız rastlıyor sokakta, kaybolduğumuzu söyleyerek otelimizi tarif ediyoruz. Bizimle beraber geldikleri yönün aksine yürümeye başlıyorlar. Bu ara Zehra Hanım İngilizce kızlar ile sohbet ediyor. Bir psikoloji okumuş, diğerini hatırlamıyorum ama ikisinin de eğitimli olduğunu söylemeliyim. Yaklaşık 20 dakika bizimle beraber yürüyerek, dar sokaklardan geçip çıkış kapısına getiriyorlar. Vedalaştıktan sonra tekrar geldikleri yönden kayboluyorlar.

Yürek burkan manzaralar
Akşam namazından sonra Zehra Taşkesenlioğlu ile birlikte Gazze’den gelen çocukların tedavi edildiği hastaneyi ziyaret ediyoruz. Burası çocuklar için tahsis edilmiş kıt imkanlar ile hizmet vermeye çalışan bir sağlık merkezi. Gurup içinde topladığımız paralar ve Türkiye’den götürdüğümüz hediyeleri çocuklara dağıtmak niyetindeyiz. Hastane görevlilerinden izin aldıktan sonra koridorlarda geziniyoruz. Çocuklar anneleri ile kaldıkları için içeriye girmiyorum. Sevda ve Zehra Hanım girdiği her odada gözleri yaşlı olarak çıkıyor. Açık kapıdan çocukları görünce yüreğim burkuluyor, boğazım düğümleniyor. Kimisi kanser olmuş, kimisi gıdasızlıktan ölmek üzere. Anneleri çaresiz başlarında ağlaşıyorlar, birlikte ağlaşıyoruz...

Kağıt üzerindeki ülke
Ertesi gün El Halil’e gitmek için yola çıkıyoruz. Yolda ilerlerken utanç duvarları ve yeni Yahudi yerleşim birimlerinin yanından geçiyoruz. İsrailliler kanser virüsü gibi yayılmış Filistin topraklarında. Kontrol noktalarına yaklaştığımızda aracımız stabilize yola girmişçesine sarsılıyor. İsrail askerleri bombalı araçlar için kendilerince önlem almışlar. Filistin topraklarına giriş yapıyoruz, ne bir polis ne bir bayrak var etrafta. Resmi olarak Filistin Devleti’ne bağlı olan El-Halil şehri, Kudüs’ün otuz beş kilometre güneyinde. Şehrin nüfusu yüz yirmi bin civarında ve tamamı Filistinli.
El Halil Halilür'rahman Camiinde Hz. İbrahim (as), Hz. İshak(as), Hz. Yakup (as) ve Hz. Yusuf (as) Peygamberlerin kabirlerini ziyaret ediyoruz. Caminin girişinde İsrail askerleri barikat kurmuş. Oeygamberlerini öldüren Yahudiler, zulüm etmeye devam ediyor. Pasaport göstererek turnikelerden geçip camiye giriyoruz. Caminin yüzde 60 kısmına Müslümanların girmesi yasaklanmış. Selahattin Eyyübi döneminden kalma mihrap muhteşem. Aynısı Mescid-i Aksa’da da varmış ama Yahudiler yakmışlar. Abdülhamit Han mühürlü şamdanlar hala hizmet veriyor. Caminin içinde kukuleta giyinen Hristiyan kafilelere rastlıyoruz. Ziyaretlerimizin ardından İsrail askerlerinin arasından geçerek turnikelerden çıkıp sokak aralarında ilerliyoruz. Filistin direnişinin sembolü Arafat’ın resimleri sokakları süsülüyor. Filistinli rehberimiz etrafımızı saran çocuklara, dilenmeye alışmasınlar diye para vermememiz için uyarıyor. Yüreğimiz burkulsa da uyarısını dikkate alıyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim; Her kutsal mekânın içinde sadaka kutuları var. Buralara verilen sadakalar ile mekânın giderleri karşılanıyor. Arta kalan paralarla şehit ailelerine yardım yapılıyor.
Filistinli rehberimiz Muhammet Amira, El Halil’de fazla kalma taraftarı değil. Her an bir olay çıkabilirmiş, Türk kafilesinin zarar görmesinden endişe duyuyor. Uyarılarını ciddiye alarak Lut kavminin helak edildiği dünyanın ibret merkezlerinden Ürdün sınırında yer alan Ölü Deniz'e doğru hareket ediyoruz.

Lanetlenmiş bölge
Peygamberimiz (sav) Müslümanların ibret için bölgeyi ziyaret etmesini buyurmuş. Lut kavminin helak olduğu bölge deniz seviyesinden 450 metre aşağıda. Gölde hiçbir canlı yaşamıyor, tıpkı etrafındaki arazilerde olduğu gibi. Mars yüzeyini anımsatıyor. Karşı kıyılar Ürdün toprakları, lüks oteller yapılmış. İnsanlar göl sularının cilde iyi geldiğine inanıyor. Fırsatı kaçırmayan işletmeciler gayrimüslimler için kafe ve lokantalar açmış bölgeye. Ruhsuz bir yer olmasına rağmen sahil insanla kaynıyor.
Dünyanın en eski şehirlerinden Eriha
Mülteci kamplarını da barındıran Eriha’ya doğru ilerliyoruz. İsrailin yayılımcı politikası ile yerlerinden yurtlarından olan Filistinliler burada ki kamplarda yaşam mücadelesi veriyor. Eriha’da hurma ağaçları bir hayli fazla, ticaret gelişmiş. Rehberimiz Müslüman tüccarların burada olması nedeni ile alışverişimizi Eriha’da yapmamızı tavsiye ediyor. Dünya tarihinin en eski şehirlerinden olan Eriha’da Müslümanlar yoğunlukta, az sayıda Hristiyan da varmış. Alışverişin ardından Musa (as) makamını ziyaret ediyoruz. TİKA buraya da el atmış, içerde inşaat var.
Yunus Emre Kültür Merkezi
Yatsı namazının ardından otele döndüğümüzde Türkiye’nin Filistin Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu ile karşılaşıyoruz. Aynı zamanda Kudüs Başkonsolosu olan Türkoğlu, bizleri Türkiye tarafından kurulan Yunus Emre Kültür Merkezi’ne davet ediyor. Kaldığımız otele yürüme mesafesinde olan kültür merkezini ekip olarak ziyaret ediyoruz. Sosyal ve kültürel aktivitelerin yapıldığı kültür merkezinde oldukça başarılı organizasyonlar yapılmış. Türkiye konulu resim yarışması bunlardan biri. Ülkemizi gezerek resim çekip sosyal medyada paylaşan Filistinliler arasında yapılan resim yarışmasında birbirinden güzel karelere rastlıyoruz. Yarımda yer alan eserler ile daha sonra sergi açılmış.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısının ardından karşılıklı olarak iki ülke vatandaşlarının seyahatleri artmış. Türkiye’ye gidiş için verilen vizelerin yüzde yüz arttığını söylüyor Gürcan Bey. Türkiye’nin İsrail işgalini tanımadığını hatırlatan Filistin Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu, “ On ülke tanımıyor ve bunların hepsinin burada konsoloslukları mevcut. Bizler 1967 sınırlarını tanıyoruz. Kudüs zor bir durumda, işgal koşulları var. Filistin halkı bölünmüş bir halk, hayatın her alanında bunun izlerini görmek mümkün. Bu halk ile ortak bir tarihimiz var. Filistin’i ilk tanıyan ülke biziz. Bağımsız egemen bir devlet olması için çaba sarf ediyoruz, diplomatik ve güvenlik konularında eğitim gibi. TİKA burada çok itibarlı bir kurum. İki büyük hastane yaptık. Siyasi, kalkınma ve insani destek veriyoruz. Yunus Emre Kültür Merkezi ile moralleri yüksek tutmaya çalışıyoruz. Eğitim kadromuz ile öğrencilere kurslar veriyoruz, Türk sanatçılar gelip konserler düzenliyor” dedi.
Müslüman ülkelerin çoğunun İsrail’i tanımadığını hatırlatan Filistin Büyükelçisi Türkoğlu, “ Burada olan nadir Müslüman ülkelerden biriyiz. Uzun vadede Kudüs’ü Yahudileştirmek istiyorlar. Bu nedenle buralara gelmek çok önemli. İnsanlar evlerini tamir edemiyor, yeni ev yapamıyorlar. Sınırlamalar nedeni ile Mescid-i Aksa cemaati azaldı. Gelen turistler caminin boş kalmamasını sağlıyor. Kudüs’ün sosyal ve ekonomik olarak kalkınmasın da turizmin etkisi büyük. Burada yapılan harcamalar esnafın ayakta kalmasını sağlıyor” diye konuştu.
Sohbetimizin ardından Zehra Hanım yanında getirdiği Erzurum işi gümüş fincanları Filistin Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu’na hediye ediyor.

Ortak kullanılan mabet
Ziyaretimizin sonlarına yaklaşıyoruz, bugün Kudüs’te ki son günümüz. Yirmiye yakın Hristiyan mezhebinin birleşmesi ile oluşturulan Dünya Kilisesine gidiyoruz. İçerde ayin yapılıyor. Hemen alt kısmında yer alan ve Meryem Annemizin babasının evi olarak bilinen yerde ki kiliseyi ziyaret ediyoruz. Kilise haftanın altı Hıristiyanlara Cuma günü ise Müslümanlara hizmet veriyor.
Dünyanın en eski zeytin ağacını gördükten sonra Hz. Davut (as) Peygamberin kabrini ziyaret ediyoruz. Girişte İsrail askerlerinin çokluğu dikkat çekici, olağanüstü bir güvenlik var. Askeri üniformalıların yanı sıra sivil kıyafetli askerler de dikkat çekici. Kalabalığı yararak kurşun izleri ile delik deşik olmuş ana kapıdan içeri giriyoruz. İçerde Yahudiler kendi inanışlarına göre ibadet ediyorlar. Duamızı yapıp Hz. İsa (as) Peygamberin havarileri ile son öğlen yemeği yediği mekâna geliyoruz. Osmanlı buraya küçük bir mescit yaptırmış. Dünyanın dört bir tarafından akın akın geliyorlar…

Dönüş Çin işkencesi gibi
Seyahatimizin son gününde dönüş için yola koyuluyoruz, istikametimiz Tel Aviv. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından havalimanına varıyoruz. Giriş kapısında askerler aracımızı durduruyor. Rehberimiz konuşmak için aşağıya iniyor. İsrailliler özellikle Türklerin bir daha gelmemesi için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar! Bir süre bekledikten sonra havalimanına giriş yapıyoruz. Burada ki güvenlikçiler pasaport işlemlerinden önce valizleri için kontrol olduğunu söyleyip bekletiyorlar. Devreye diplomatik pasaport sahibi olan Zehra Taşkesenlioğlu giriyor. Tüm kafileye kefil olduğunu söyleyince telefon trafiği başlıyor. Bir saate yakın bekletildikten sonra gelen telefon ile Zehra Hanım’ın gözetiminde güvenlik kontrol bölgesine ikişer ikişer alınıyoruz. Valizde bomba veya makineli silah olup olmadığı gibi saçma sapan sorular yöneltiyorlar. Gerekli cevapları ciddiyetle vermemiz konusunda uyarılıyoruz. İki saatlik bir bekleyişin ardından valizlerimizi teslim edip pasaport kontrolü için yine sıraya giriyoruz.
Bu arada Zehra Hanım hala geride kalanların içeri girmesini bekliyor, saatlerdir ayakta şekeri düşmüştür düşüncesi ile Sevda içecek bir şeyler götürüyor yanına. Sırası gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, Zehra Taşkesenlioğlu milletvekili sıfatı ile isteseydi hiçbir kontrol noktasına uğramadan direk ülkemize gelebilirdi. Ancak o bizlerin mağdur olabileceği düşüncesi ile saatlerce ayakta beklemek pahasına vekillik görevinin adeta hakkını verdi. Buradan tüm kafile adına teşekkürü bir borç biliyorum.
Yaklaşık dört saatlik bir bekleyiş ve sinir harbinin ardından uluslararası bölüme atıyoruz kendimizi. İlk yaptığımız şey kaçırdığımız namazları eda etmek oluyor. Ekip içinde,“ Bizlerin buraya bir daha gelmemesi için böyle yapıyorlar, ancak Türkleri tanımıyorlar” yorumları yapılıyor. En kısa sürede yeniden gelmek için söz birliği yapıyoruz.
Uçak Türkiye’ye gelmek için havalanırken arkamızda bir parçayı bıraktığımızı hissediyoruz. İçimizde hüzün… (son)
Burak Mescidinde Yahudi
Sohbetimizin ardından Harem içindeki kutsal mekânları ziyaret ediyoruz. Rehberlerimizin yanında bölgeyi iyi bilen Ömer Lekesiz gibi bu alanda uzman dostlarında ekip içinde olması büyük şans. Ömer Hoca girdiğimiz her mekân ile alakalı eşsiz bilgiler aktarıyor bizlere. İlk durak Peygamberimizin (sav) Miraca yükselirken Burak isimli vasıtasını bağladığı mekân. Hemen yanında bir mescit de yapılmış. Burak Mescidi önünde İsrail Polisi nöbet tutuyor. Mescit küçük olduğu için içerdekilerin çıkmasını bekliyoruz. Sıra bize geldiğinde büyük bir edeple içeri giriyoruz. Duvarda Peygamberimizin Burağı bağladığı halka var. Kadınlar mekânın darlığı nedeni ile mecburen erkeklerin hemen yanında dualarını yapıyorlar. Bir ara gözüm Zehra Hanıma takılıyor, kendinden geçmiş, secdeye kapanmış dua ediyor. Hangimiz öyle değildik ki?

Türkiye Filistin’in yanında
Haremin içini gezmeye devam ediyoruz. Mervan Mescidi, Meryem Annemizin 15 yaşına kadar kaldığı yer. Birkaç yıl öncesine kadar çok kötü bir durumda imiş. Türkiye tarafından onarılmış. Bu arada ülkemizin Filistin’e, Kudüs’e yaptığı hizmetler tartışılmaz. Allah sebep olanlardan razı olsun. En son yakılıp yıkılan, İsrail askerlerinin kirli botları ile çiğnenen Mescid-i Aksa’nın halılarını yenilemiş ülkemiz. Aksa’nın hemen altında yer alan Süleyman Mabedi’nin günümüze kadar korunmuş temellerini ziyaret ediyoruz. Binlerce yıllık sütunlar koruma altına alınmış. Bir tanesi 62 ton geliyor. O zamanlarda ki teknoloji ile yapılması akla ziyan…

Ve işte tam karşımızda Kubbetü-s Sahra, Peygamberimizin miraca yükseldiği yer. Ortasında bulunan taş, Peygamberimizin (sav) peşine gitmek istemiş ve yükselmiş. Resullah (sav) izin vermeyince havada öylesine kalmış. Kudüs ve Mescid-i Aksa hareminin bir sembolü olarak gördüğümüz altın kubbeli, mavi çinili cami, Emevi halifesi Abdülmelik B. Mervan, Kubbetü-s Sahra’yı 691 tarihinde yaptırmış. Osmanlı döneminde ise aslına uygun olarak tamiratı yapılmış, İstanbullu sanatkârlar tarafından hat işlemeleri ile bezenmiş. Kubbetü-s Sahra avlusunda tek kubbeli şirin bir yapı dikkatimizi çekiyor. Peygamber Efendimizin (sav) Miraca yükselirken peygamberlere namaz kıldırdığı ‘Kubbetün Nebi’ mihrabı olduğunu öğreniyor ve şükür namazı kılmayı ihmal etmiyoruz.

Yahudilerce kutsal sayılan Ağlama Duvarı’nın Süleyman mabedinin ayakta kalan kısmı olduğuna inanılıyor. Duvarın hemen arkasında Peygamberimizin (sav) Miraca çıkarken burağını bağladığı ve Burak Mescidinin olduğu kısım var. Osmanlı döneminde Mimar Sinan duvarın tamiratını yapmış. Bizler gitmeden bir hafta önce bir gurup Türk, Ağlama Duvarında İstiklal marşı okuyup, pankart açmışlar. Bu nedenle Türk gurupların girişine izin verilmiyor. Duvarı yüksekten gören bir terastan izliyoruz.
Kıyamet Kilisesi ve Hazreti Ömer Camii
Hıristiyan inancına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra naşını alıp bugünkü Kıyamet Kilisesi’nin bulunduğu yere getirerek defnetmişler. Bizans imparatoru Konstantin’in annesi Helena, 335 tarihinde bu kiliseyi yaptırmış. İranlılar Kudüs’ü işgal edince diğerleri ile birlikte bu kiliseyi de yakıp yıkmışlar. Daha sonra Rahip Modistos, 636 yılında Kıyamet Kilisesi’ni yeniden yaptırmış. Hıristiyan aleminin en kutsal kilisesi olarak bilinen kilisenin içi, altın mozaiklerle süslü. Dünyanın dört bir tarafından Hristiyan inancına mensup insanlar buraya akın ediyor.
Kilisenin hemen karşısında İslam’ın bir hoşgörü dini olduğunun kanıtı duruyor adeta. Hz. Ömer (ra) Kudüs’ü fethettikten sonra kiliseye dokunmamış, Hristiyanların ibadet etmelerini engellememiş. Kilisenin hemen karşısında ki alanda namazını kılmış. Müslümanlar daha sonra buraya bir mescit yapmışlar. Hz. Ömer Mescidine gidiyoruz, ikindi namazına biraz vakit var. Gurubumuzdaki bir müezzin Kuranı Kerim okuyor. Az sonra Mescidin imamı gelerek arkadaşın ikindi ezanını okumasını istiyor. İstanbullu müezzinin okuduğu ezan, kilisenin çan seslerini bastırıyor.

Labirent gibi sokaklarda kayboluyoruz
İkindi namazının ardında akşam namazında buluşmak üzere gurup dağılıyor. Bizde eski Kudüs çarşılarında gezerek otelimize gitmek istiyoruz. Dar, labirent gibi çarşılarda yürümek oldukça zor. Sevda ve Zehra Hanım minik dükkânlardan birine girip diğerinden çıkıyor. Film platolarını andıran çarşıda yaşlı bir berber dikkatimi çekiyor. Küçücük dükkânında müşterisini tıraş ediyor. İçeriye girip selam veriyorum. Türk olduğumu öğrenince cep telefonunu çıkarıyor ve ekran görüntüsünü gösteriyor. Telefonunda Osmanlı arması var. Abdülhamit Han Hazretlerinin büyük adam olduğunu, Tayyip Erdoğan’ın da onun gibi büyük bir lider olduğunu ifade ediyor, yaşlı gözlerle. Bir yandan gururlanıyor, diğer yandan hüzünleniyorum.
Sevda ve Zehra Hanımı kaybetmemek için kucaklaşıp çıkıyorum yaşlı berberin dükkânından. Az ileride Filistin yerel kıyafetlerinin satıldığı bir işyerinde pazarlık yaparken buluyorum iki Erzurumluyu. Çarşılarda ilerlerken doğal olarak yönümüzü kaybediyoruz, burası zaman tüneli gibi. Otelimize yakın kapıyı bulamaz isek işimiz zor. İki genç kız rastlıyor sokakta, kaybolduğumuzu söyleyerek otelimizi tarif ediyoruz. Bizimle beraber geldikleri yönün aksine yürümeye başlıyorlar. Bu ara Zehra Hanım İngilizce kızlar ile sohbet ediyor. Bir psikoloji okumuş, diğerini hatırlamıyorum ama ikisinin de eğitimli olduğunu söylemeliyim. Yaklaşık 20 dakika bizimle beraber yürüyerek, dar sokaklardan geçip çıkış kapısına getiriyorlar. Vedalaştıktan sonra tekrar geldikleri yönden kayboluyorlar.

Yürek burkan manzaralar
Akşam namazından sonra Zehra Taşkesenlioğlu ile birlikte Gazze’den gelen çocukların tedavi edildiği hastaneyi ziyaret ediyoruz. Burası çocuklar için tahsis edilmiş kıt imkanlar ile hizmet vermeye çalışan bir sağlık merkezi. Gurup içinde topladığımız paralar ve Türkiye’den götürdüğümüz hediyeleri çocuklara dağıtmak niyetindeyiz. Hastane görevlilerinden izin aldıktan sonra koridorlarda geziniyoruz. Çocuklar anneleri ile kaldıkları için içeriye girmiyorum. Sevda ve Zehra Hanım girdiği her odada gözleri yaşlı olarak çıkıyor. Açık kapıdan çocukları görünce yüreğim burkuluyor, boğazım düğümleniyor. Kimisi kanser olmuş, kimisi gıdasızlıktan ölmek üzere. Anneleri çaresiz başlarında ağlaşıyorlar, birlikte ağlaşıyoruz...

Kağıt üzerindeki ülke
Ertesi gün El Halil’e gitmek için yola çıkıyoruz. Yolda ilerlerken utanç duvarları ve yeni Yahudi yerleşim birimlerinin yanından geçiyoruz. İsrailliler kanser virüsü gibi yayılmış Filistin topraklarında. Kontrol noktalarına yaklaştığımızda aracımız stabilize yola girmişçesine sarsılıyor. İsrail askerleri bombalı araçlar için kendilerince önlem almışlar. Filistin topraklarına giriş yapıyoruz, ne bir polis ne bir bayrak var etrafta. Resmi olarak Filistin Devleti’ne bağlı olan El-Halil şehri, Kudüs’ün otuz beş kilometre güneyinde. Şehrin nüfusu yüz yirmi bin civarında ve tamamı Filistinli.
El Halil Halilür'rahman Camiinde Hz. İbrahim (as), Hz. İshak(as), Hz. Yakup (as) ve Hz. Yusuf (as) Peygamberlerin kabirlerini ziyaret ediyoruz. Caminin girişinde İsrail askerleri barikat kurmuş. Oeygamberlerini öldüren Yahudiler, zulüm etmeye devam ediyor. Pasaport göstererek turnikelerden geçip camiye giriyoruz. Caminin yüzde 60 kısmına Müslümanların girmesi yasaklanmış. Selahattin Eyyübi döneminden kalma mihrap muhteşem. Aynısı Mescid-i Aksa’da da varmış ama Yahudiler yakmışlar. Abdülhamit Han mühürlü şamdanlar hala hizmet veriyor. Caminin içinde kukuleta giyinen Hristiyan kafilelere rastlıyoruz. Ziyaretlerimizin ardından İsrail askerlerinin arasından geçerek turnikelerden çıkıp sokak aralarında ilerliyoruz. Filistin direnişinin sembolü Arafat’ın resimleri sokakları süsülüyor. Filistinli rehberimiz etrafımızı saran çocuklara, dilenmeye alışmasınlar diye para vermememiz için uyarıyor. Yüreğimiz burkulsa da uyarısını dikkate alıyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim; Her kutsal mekânın içinde sadaka kutuları var. Buralara verilen sadakalar ile mekânın giderleri karşılanıyor. Arta kalan paralarla şehit ailelerine yardım yapılıyor.
Filistinli rehberimiz Muhammet Amira, El Halil’de fazla kalma taraftarı değil. Her an bir olay çıkabilirmiş, Türk kafilesinin zarar görmesinden endişe duyuyor. Uyarılarını ciddiye alarak Lut kavminin helak edildiği dünyanın ibret merkezlerinden Ürdün sınırında yer alan Ölü Deniz'e doğru hareket ediyoruz.

Lanetlenmiş bölge
Peygamberimiz (sav) Müslümanların ibret için bölgeyi ziyaret etmesini buyurmuş. Lut kavminin helak olduğu bölge deniz seviyesinden 450 metre aşağıda. Gölde hiçbir canlı yaşamıyor, tıpkı etrafındaki arazilerde olduğu gibi. Mars yüzeyini anımsatıyor. Karşı kıyılar Ürdün toprakları, lüks oteller yapılmış. İnsanlar göl sularının cilde iyi geldiğine inanıyor. Fırsatı kaçırmayan işletmeciler gayrimüslimler için kafe ve lokantalar açmış bölgeye. Ruhsuz bir yer olmasına rağmen sahil insanla kaynıyor.
Dünyanın en eski şehirlerinden Eriha
Mülteci kamplarını da barındıran Eriha’ya doğru ilerliyoruz. İsrailin yayılımcı politikası ile yerlerinden yurtlarından olan Filistinliler burada ki kamplarda yaşam mücadelesi veriyor. Eriha’da hurma ağaçları bir hayli fazla, ticaret gelişmiş. Rehberimiz Müslüman tüccarların burada olması nedeni ile alışverişimizi Eriha’da yapmamızı tavsiye ediyor. Dünya tarihinin en eski şehirlerinden olan Eriha’da Müslümanlar yoğunlukta, az sayıda Hristiyan da varmış. Alışverişin ardından Musa (as) makamını ziyaret ediyoruz. TİKA buraya da el atmış, içerde inşaat var.

Yatsı namazının ardından otele döndüğümüzde Türkiye’nin Filistin Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu ile karşılaşıyoruz. Aynı zamanda Kudüs Başkonsolosu olan Türkoğlu, bizleri Türkiye tarafından kurulan Yunus Emre Kültür Merkezi’ne davet ediyor. Kaldığımız otele yürüme mesafesinde olan kültür merkezini ekip olarak ziyaret ediyoruz. Sosyal ve kültürel aktivitelerin yapıldığı kültür merkezinde oldukça başarılı organizasyonlar yapılmış. Türkiye konulu resim yarışması bunlardan biri. Ülkemizi gezerek resim çekip sosyal medyada paylaşan Filistinliler arasında yapılan resim yarışmasında birbirinden güzel karelere rastlıyoruz. Yarımda yer alan eserler ile daha sonra sergi açılmış.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısının ardından karşılıklı olarak iki ülke vatandaşlarının seyahatleri artmış. Türkiye’ye gidiş için verilen vizelerin yüzde yüz arttığını söylüyor Gürcan Bey. Türkiye’nin İsrail işgalini tanımadığını hatırlatan Filistin Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu, “ On ülke tanımıyor ve bunların hepsinin burada konsoloslukları mevcut. Bizler 1967 sınırlarını tanıyoruz. Kudüs zor bir durumda, işgal koşulları var. Filistin halkı bölünmüş bir halk, hayatın her alanında bunun izlerini görmek mümkün. Bu halk ile ortak bir tarihimiz var. Filistin’i ilk tanıyan ülke biziz. Bağımsız egemen bir devlet olması için çaba sarf ediyoruz, diplomatik ve güvenlik konularında eğitim gibi. TİKA burada çok itibarlı bir kurum. İki büyük hastane yaptık. Siyasi, kalkınma ve insani destek veriyoruz. Yunus Emre Kültür Merkezi ile moralleri yüksek tutmaya çalışıyoruz. Eğitim kadromuz ile öğrencilere kurslar veriyoruz, Türk sanatçılar gelip konserler düzenliyor” dedi.
Müslüman ülkelerin çoğunun İsrail’i tanımadığını hatırlatan Filistin Büyükelçisi Türkoğlu, “ Burada olan nadir Müslüman ülkelerden biriyiz. Uzun vadede Kudüs’ü Yahudileştirmek istiyorlar. Bu nedenle buralara gelmek çok önemli. İnsanlar evlerini tamir edemiyor, yeni ev yapamıyorlar. Sınırlamalar nedeni ile Mescid-i Aksa cemaati azaldı. Gelen turistler caminin boş kalmamasını sağlıyor. Kudüs’ün sosyal ve ekonomik olarak kalkınmasın da turizmin etkisi büyük. Burada yapılan harcamalar esnafın ayakta kalmasını sağlıyor” diye konuştu.
Sohbetimizin ardından Zehra Hanım yanında getirdiği Erzurum işi gümüş fincanları Filistin Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu’na hediye ediyor.

Ortak kullanılan mabet
Ziyaretimizin sonlarına yaklaşıyoruz, bugün Kudüs’te ki son günümüz. Yirmiye yakın Hristiyan mezhebinin birleşmesi ile oluşturulan Dünya Kilisesine gidiyoruz. İçerde ayin yapılıyor. Hemen alt kısmında yer alan ve Meryem Annemizin babasının evi olarak bilinen yerde ki kiliseyi ziyaret ediyoruz. Kilise haftanın altı Hıristiyanlara Cuma günü ise Müslümanlara hizmet veriyor.
Dünyanın en eski zeytin ağacını gördükten sonra Hz. Davut (as) Peygamberin kabrini ziyaret ediyoruz. Girişte İsrail askerlerinin çokluğu dikkat çekici, olağanüstü bir güvenlik var. Askeri üniformalıların yanı sıra sivil kıyafetli askerler de dikkat çekici. Kalabalığı yararak kurşun izleri ile delik deşik olmuş ana kapıdan içeri giriyoruz. İçerde Yahudiler kendi inanışlarına göre ibadet ediyorlar. Duamızı yapıp Hz. İsa (as) Peygamberin havarileri ile son öğlen yemeği yediği mekâna geliyoruz. Osmanlı buraya küçük bir mescit yaptırmış. Dünyanın dört bir tarafından akın akın geliyorlar…

Dönüş Çin işkencesi gibi
Seyahatimizin son gününde dönüş için yola koyuluyoruz, istikametimiz Tel Aviv. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından havalimanına varıyoruz. Giriş kapısında askerler aracımızı durduruyor. Rehberimiz konuşmak için aşağıya iniyor. İsrailliler özellikle Türklerin bir daha gelmemesi için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar! Bir süre bekledikten sonra havalimanına giriş yapıyoruz. Burada ki güvenlikçiler pasaport işlemlerinden önce valizleri için kontrol olduğunu söyleyip bekletiyorlar. Devreye diplomatik pasaport sahibi olan Zehra Taşkesenlioğlu giriyor. Tüm kafileye kefil olduğunu söyleyince telefon trafiği başlıyor. Bir saate yakın bekletildikten sonra gelen telefon ile Zehra Hanım’ın gözetiminde güvenlik kontrol bölgesine ikişer ikişer alınıyoruz. Valizde bomba veya makineli silah olup olmadığı gibi saçma sapan sorular yöneltiyorlar. Gerekli cevapları ciddiyetle vermemiz konusunda uyarılıyoruz. İki saatlik bir bekleyişin ardından valizlerimizi teslim edip pasaport kontrolü için yine sıraya giriyoruz.
Bu arada Zehra Hanım hala geride kalanların içeri girmesini bekliyor, saatlerdir ayakta şekeri düşmüştür düşüncesi ile Sevda içecek bir şeyler götürüyor yanına. Sırası gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, Zehra Taşkesenlioğlu milletvekili sıfatı ile isteseydi hiçbir kontrol noktasına uğramadan direk ülkemize gelebilirdi. Ancak o bizlerin mağdur olabileceği düşüncesi ile saatlerce ayakta beklemek pahasına vekillik görevinin adeta hakkını verdi. Buradan tüm kafile adına teşekkürü bir borç biliyorum.
Yaklaşık dört saatlik bir bekleyiş ve sinir harbinin ardından uluslararası bölüme atıyoruz kendimizi. İlk yaptığımız şey kaçırdığımız namazları eda etmek oluyor. Ekip içinde,“ Bizlerin buraya bir daha gelmemesi için böyle yapıyorlar, ancak Türkleri tanımıyorlar” yorumları yapılıyor. En kısa sürede yeniden gelmek için söz birliği yapıyoruz.
Uçak Türkiye’ye gelmek için havalanırken arkamızda bir parçayı bıraktığımızı hissediyoruz. İçimizde hüzün… (son)
