
Roland Diggelman’a -ve yani küresel düzeyde en fazla satış yapan ilaç firmalarından birinin CEO’suna- atfedilen bir söz var. Güya Diggelman demiş ki:
‘İlaç firmaları için tedavi edilmiş her hasta, kaybedilmiş bir müşteri demektir. Çoğu ilaç firmasının felsefesi ‘Öldürmeyin ama sakın iyileştirmeyin’ şeklindedir. Kanser, şeker, tansiyon, kalp, kemik erimesi gibi hastalıklar ilaç şirketleri için altın yumurtlayan tavuk gibidir. İlaç şirketleri kansere çare falan aramıyor; insanları kanserli biçimde daha uzun süre yaşatıp sömürmeyi hedefliyorlar. Dünyanın bunu bilmeye hakkı var!’
…
Sözün öncesinde ‘Güya’ dedim; çünkü bu sözün -daha doğrusu bu şok edici itirafın- nerede, niye dile getirildiğini ve eğer gerçekten söylendiyse hangi sonuçları doğurduğunu bilmiyorum. Eskilerin deyimiyle ‘tashih edemedim’, doğrulayamadım… Onun için ‘Koskoca ilaç firmasının CEO’su bile bunu itiraf etmiş’ demek, hukuk ve etik açısından doğru olmaz. Böyleyken ben de o ‘güya’yı kendi cümleme bilerek iliştirdim.
Bununla birlikte, farmakoloji alanında en yüksek katılımlı tanılama platformlardan biri olan Dijital Diagnostik Platform da dahil olmak üzere, içinde Diggelman adının geçtiği onlarca kaynağı, forumu, caps’i, twit’i taramama rağmen o çok dramatik sözün izine rastlayamadığımı da belirtmeliyim.
Muhtemelen Diggelman bu sözü söylememiş olabilir.
Yine de ‘Diggelman dezenformasyonu’ ya da ‘Diggelman efekti’ diyebileceğimiz bu ‘beyanı’ (?) etkileyici -ama sonuçta sahte- bir argüman olarak kullanıp meramını ifade edenlerin dramatik girişimi, şu gerçeği değiştirmiyor:
Kanser başta olmak üzere, birçok hastalığa karşı kullanılan ilaçların hastaları öldürmeyip süründürdüğü; halbuki -eğer istenirse- gerçek tedavinin bugünkü teknolojiyle aslında çok da mümkün göründüğü ‘kanısı’ toplumda egemen bir kanı.
Ve daha ilginci bu, galat-ı meşhur seviyesinde yaygındır, neredeyse bilimsel gerçek muamelesi gören bir kanı haline gelmiştir:
Sanki bütün hastalıkları tedavi edebilecek malzeme ve birikime sahibiz de bile isteye son noktayı koymuyoruz, tedaviyi erteliyoruz.
‘Sanki…’ (?)
Belki hüsnükuruntudur bu…
Bilim ve teknoloji abarttığımız kadar ileride değildir.
Ama yine de ‘umut dünyası’ işte.
Öyle olmasını umuyoruz, diliyoruz galiba…
Kimler besliyor peki bu umudu?
Hastalar tabii…
Ve hasta yakınları…
Kanser hastaları ve onların yakınları mesela böyle bir umuda hep sahip; korkunç bir girdabın, maddi-manevi büyük bir yıkımın içerisinde o umutla ayakta kalıyorlar…
Ama umudun biraz ilerisinde, o kadar da parlak gözükmeyen başka şeyler var aslında. Çağımıza ve sürekli iniş çıkışlarla eriştiğimiz şimdiki medeniyet ve bilgi düzeyimize yakışmayan başka başka beceriksizlikler:
Bencilliğimiz…
Kusurlu bir paradigmaya körü körüne bağlanıp kalmışlığımız…
Hâlâ akıllanmamış oluşumuz…
Apaçık beceriksizliğimiz !..
Bunları nasıl anlayabiliriz; kime-nasıl anlatabiliriz?
Zor, çok zor şeyler!
Yaman çelişkiler bunlar…
Onun için Folkland adalarından Pasifik antillerine, İngiltere’den Türkiye’ye, dünya toprakları üzerinde her yıl 40 milyar dolar ciro yapan, başka bir deyişle Türkiye’nin dış borcunu tek başına birkaç yılda kapatabilecek büyüklükte ve yani devlet gücünde bir şirketin CEO’sunun böyle bir çelişkiyi, batıdan doğuya uzayan böyle trajik bir fay kırığını görmüş ve -inşallah- dile getirmiş olması umuluyor.
O düzeyde birinin çıkıp ‘herkesin içinden geçeni’ en yüksek perdeden dile getirmesi, -eğer gerçekten kapitalizm bu kadar gaddarca bir sonuç doğurmuşsa- hukuk dışı, insanlık dışı -ve şimdilik iddia düzeyindeki- bu yaklaşımın önüne geçilmesi için ‘en yukarıdan’ birilerinin isyanı anlamın gelir diye düşünüyoruz…
İşte bu, hayal de olsa çok olumlu bir adımdır.
Diggelman’a atfedilen söz, tam da bu nedenle -masum bir hayal efektiyle- inandırıcı bulunuyor ve kutsanıyor, kullanılıyor olabilir.
Sözün bizzat kendisi, kaynağı ve verdiği mesaj bir hüsnükuruntu olsa da olmasa da bu ihtimal öne çıkıyor.
‘İlaç firmaları için tedavi edilmiş her hasta, kaybedilmiş bir müşteri demektir. Çoğu ilaç firmasının felsefesi ‘Öldürmeyin ama sakın iyileştirmeyin’ şeklindedir. Kanser, şeker, tansiyon, kalp, kemik erimesi gibi hastalıklar ilaç şirketleri için altın yumurtlayan tavuk gibidir. İlaç şirketleri kansere çare falan aramıyor; insanları kanserli biçimde daha uzun süre yaşatıp sömürmeyi hedefliyorlar. Dünyanın bunu bilmeye hakkı var!’
…
Sözün öncesinde ‘Güya’ dedim; çünkü bu sözün -daha doğrusu bu şok edici itirafın- nerede, niye dile getirildiğini ve eğer gerçekten söylendiyse hangi sonuçları doğurduğunu bilmiyorum. Eskilerin deyimiyle ‘tashih edemedim’, doğrulayamadım… Onun için ‘Koskoca ilaç firmasının CEO’su bile bunu itiraf etmiş’ demek, hukuk ve etik açısından doğru olmaz. Böyleyken ben de o ‘güya’yı kendi cümleme bilerek iliştirdim.
Bununla birlikte, farmakoloji alanında en yüksek katılımlı tanılama platformlardan biri olan Dijital Diagnostik Platform da dahil olmak üzere, içinde Diggelman adının geçtiği onlarca kaynağı, forumu, caps’i, twit’i taramama rağmen o çok dramatik sözün izine rastlayamadığımı da belirtmeliyim.
Muhtemelen Diggelman bu sözü söylememiş olabilir.
Yine de ‘Diggelman dezenformasyonu’ ya da ‘Diggelman efekti’ diyebileceğimiz bu ‘beyanı’ (?) etkileyici -ama sonuçta sahte- bir argüman olarak kullanıp meramını ifade edenlerin dramatik girişimi, şu gerçeği değiştirmiyor:
Kanser başta olmak üzere, birçok hastalığa karşı kullanılan ilaçların hastaları öldürmeyip süründürdüğü; halbuki -eğer istenirse- gerçek tedavinin bugünkü teknolojiyle aslında çok da mümkün göründüğü ‘kanısı’ toplumda egemen bir kanı.
Ve daha ilginci bu, galat-ı meşhur seviyesinde yaygındır, neredeyse bilimsel gerçek muamelesi gören bir kanı haline gelmiştir:
Sanki bütün hastalıkları tedavi edebilecek malzeme ve birikime sahibiz de bile isteye son noktayı koymuyoruz, tedaviyi erteliyoruz.
‘Sanki…’ (?)
Belki hüsnükuruntudur bu…
Bilim ve teknoloji abarttığımız kadar ileride değildir.
Ama yine de ‘umut dünyası’ işte.
Öyle olmasını umuyoruz, diliyoruz galiba…
Kimler besliyor peki bu umudu?
Hastalar tabii…
Ve hasta yakınları…
Kanser hastaları ve onların yakınları mesela böyle bir umuda hep sahip; korkunç bir girdabın, maddi-manevi büyük bir yıkımın içerisinde o umutla ayakta kalıyorlar…
Ama umudun biraz ilerisinde, o kadar da parlak gözükmeyen başka şeyler var aslında. Çağımıza ve sürekli iniş çıkışlarla eriştiğimiz şimdiki medeniyet ve bilgi düzeyimize yakışmayan başka başka beceriksizlikler:
- Dünyada yaşanabilir toprakların çokluğuna rağmen yersiz-yurtsuz insanlar sorununun hâlâ aşılamamış olması mesela…
- Ya da başımızdan aşacak kadar toprağa, susuzluğumuzu gidermeye yetecek kadar tatlı suya sahip olduğumuz halde başta Afrika olmak üzere insanların yaşadığı yerlerin üçte birinde açlık ve susuzluk sorununu hâlâ çözemiyor oluşumuz…
- Barış için çabalayanların, savaş çığıtkanlarına ve silah tüccarlarına bir türlü güç yetiremiyor oluşu…
- Ve bize sunduğu paha biçilemez varlıklarına rağmen bizim Dünya’yı daha yaşanılası bir yere dönüştüremeyişimiz…
Bencilliğimiz…
Kusurlu bir paradigmaya körü körüne bağlanıp kalmışlığımız…
Hâlâ akıllanmamış oluşumuz…
Apaçık beceriksizliğimiz !..
Bunları nasıl anlayabiliriz; kime-nasıl anlatabiliriz?
Zor, çok zor şeyler!
Yaman çelişkiler bunlar…
Onun için Folkland adalarından Pasifik antillerine, İngiltere’den Türkiye’ye, dünya toprakları üzerinde her yıl 40 milyar dolar ciro yapan, başka bir deyişle Türkiye’nin dış borcunu tek başına birkaç yılda kapatabilecek büyüklükte ve yani devlet gücünde bir şirketin CEO’sunun böyle bir çelişkiyi, batıdan doğuya uzayan böyle trajik bir fay kırığını görmüş ve -inşallah- dile getirmiş olması umuluyor.
O düzeyde birinin çıkıp ‘herkesin içinden geçeni’ en yüksek perdeden dile getirmesi, -eğer gerçekten kapitalizm bu kadar gaddarca bir sonuç doğurmuşsa- hukuk dışı, insanlık dışı -ve şimdilik iddia düzeyindeki- bu yaklaşımın önüne geçilmesi için ‘en yukarıdan’ birilerinin isyanı anlamın gelir diye düşünüyoruz…
İşte bu, hayal de olsa çok olumlu bir adımdır.
Diggelman’a atfedilen söz, tam da bu nedenle -masum bir hayal efektiyle- inandırıcı bulunuyor ve kutsanıyor, kullanılıyor olabilir.
Sözün bizzat kendisi, kaynağı ve verdiği mesaj bir hüsnükuruntu olsa da olmasa da bu ihtimal öne çıkıyor.