
İslamin aydınlık yolu olan Hidayet; Lütfederek yol göstermek, doğruyu, hakikati göstermek anlamına gelir. Şaşkınlık ve haktan sapmak anlamındaki dalâlet’in zıttıdır. Yine aynı kökten gelen “hedy” kavramı da sîret (yaşam tarzı), hâl ve gidişat anlamındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de farklı biçimlerde üç yüzü aşkın yerde tekrarlanan hidayet, çoğunlukla Allah’a izafe edilmektedir. Kur’an’da çokça yer alan “Hudâ” lafzı sadece Allah’a mahsus kullanılırken (Bakara,38) “ihtida”, insanın kendi iradesiyle yaptığı tercihlerini ifade etmektedir. (En’am,97) Allah’ın sıfatlarından biri olan “el-Hâdî” ise kullarına basiret veren ve gerek zâtını (cc) tanımaları gerekse de dünyada varlıklarını sürdürebilmeleri için kendilerine “yol gösteren” manasına gelir.
Kur’an’ın, hidayetin bizzat kendisi veya kaynağı olduğu çeşitli hadislerde de ifade edilmiştir. Nitekim Efendimiz (sav) ömrünün sonlarına doğru yaptığı bir konuşmasında ashâbına, içinde “nur” ve “hidayet” olan Allah’ın Kitabı’na sımsıkı sarılmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Allah’ın Kitabı’na sarılanın hidayet üzere olacağı, onu terk edenin ise dalâlete düşeceği ifade edilmiştir. (Müslim, Fedailü’s – Sahabe,37)
Hidayet, insana yol gösteren akıl, zekâ ve bilgiyi de ifade eder. Bu hidayet her mükellefe bahşedilmiştir. Gerek Kur’an’daki ayetlerde gerekse de Hz. Peygamber’in hadislerinde hidayet verenin Allah olduğuna sık sık işaret edilir. Hz. Peygamber (sav) bizlere bu hususta çok önemli bir mesaj vermektedir: “Son anına bakmadan biri hakkında (sadece) hoşunuza gittiği için hemen karar vermeyin. Kişi, uzun zaman ya da bir dönem iyi işler yapar ki bu hâlde ölse cennete gidecektir. Ancak sonra bozulur ve kötü işler yapar. Başkası da bir dönem hep kötü işler yapar. Öyle ki, o vaziyette ölse cehenneme gidecektir. Sonra düzelir ve iyi işler yapar. Allah, kişinin hayrını isterse ölümünden önce onu yönlendirir.” Oradakiler “Allah nasıl yönlendirir?” deyince Peygamberimiz, “Ona iyi işler yapma imkânı verir ve o hâlde ruhunu alır.” buyurdu. (İbn Hanbel, III,121)
Başka bir hadisi şerifte Hz. Ali’den nakledildiğine göre hidayet rehberi Efendimiz (sav), bu hakikati kendine has bir üslûpla ifade etmiştir. Resul-i Ekrem bir gün oturmuş, elindeki ağaç dalı ile toprağı çiziyordu. Birden başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Sizden her bir kişinin, cennet ya da cehennemdeki yeri bilinmektedir.” Bunun üzerine oradakiler, “Peki ey Allah’ın Resulü! O zaman biz niçin çalışıyoruz ki?” dediler. Allah’ın Elçisi ise, “İyi işler yapmaya devam edin, herkes, yaratılışına kolay geleni seçecektir.” (dedi ve şu ayetleri okudu): “Kim infak eder, takva sahibi olmaya çalışır ve güzeli/doğruyu (sürekli) tasdik ederse, huzur (cennet) yolunu ona kolaylaştırırız. Kim de cimrilik yapar, kendi kendine yeterli olduğunu kabul eder ve güzeli/doğruyu (sürekli) yalanlarsa, sıkıntı (cehennem) yolunu ona kolaylaştırırız.” (Leyl,5) Dolayısıyla kulun isteği ve eğilimleri muvacehesinde tercih ettiği yolu kendisine kolaylaştırdığı için ayet ve hadislerde hidayet ve dalâletin Allah tarafından verildiği ifade edilirken Allah’ın mutlak gücü ve kudretine vurgu yapılmaktadır.
Hidayet, nihaî olarak kulun vicdanıyla baş başa kaldığında verdiği bir karardır. Ancak Allah’ın yardımı olmadan hidayeti bulmak imkânsızdır. Dolayısıyla hidayet, Allah’ın kullarına bir lütfudur. Peygamberler veya kullar sadece vesile olurlar. Nitekim Resûlullah Efendimiz (sav), Ensarın Huneyn ganimetlerinin dağıtılması esnasındaki sitemkâr tavırları karşısında onlara şöyle seslenmiştir: “Ey Ensar topluluğu! Ben, sizi dalâlette bulmadım mı? Allah size benim vasıtamla hidayet vermedi mi? Sizi dağınık bularak benim vasıtam ile bir araya getirmedi mi? Sizi fakir bularak benim vasıtam ile zengin etmedi mi?” (Buhari, Meğazi,57)
Modern zamanlarda hidayetten saptırıcı unsurların çok olduğu aşikârdır. Hidayete ermek kadar hidayette kalabilmek de önem arz etmektedir. İnsan aklını ve basiretini örten dünyevileşme, hırs, kirli arzular, mümini ulvî hedeflerden saptıran başlıca faktörlerdir. İlâhî, nebevî, fıtrî ve ahlâkî hakikatler doğrultusunda yaratılış gayesine uygun olarak istikamet üzere kalabilenler hidayettedirler. İnsan sıhhat ve afiyette kalabilmek için nasıl ki vücudun ihtiyacı olan besinleri almak zorunluysa, sürekli hidayette kalabilmek için de dua ve ibadetlerle Yaratıcı ile irtibatı diri ve zinde tutmak gerekir. Hidayet kaynağımız Kur’an’da müminlerin şöyle dua ettikleri buyrulmaktadır: “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” (Ali imran,8)
Kur’an’ın, hidayetin bizzat kendisi veya kaynağı olduğu çeşitli hadislerde de ifade edilmiştir. Nitekim Efendimiz (sav) ömrünün sonlarına doğru yaptığı bir konuşmasında ashâbına, içinde “nur” ve “hidayet” olan Allah’ın Kitabı’na sımsıkı sarılmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Allah’ın Kitabı’na sarılanın hidayet üzere olacağı, onu terk edenin ise dalâlete düşeceği ifade edilmiştir. (Müslim, Fedailü’s – Sahabe,37)
Hidayet, insana yol gösteren akıl, zekâ ve bilgiyi de ifade eder. Bu hidayet her mükellefe bahşedilmiştir. Gerek Kur’an’daki ayetlerde gerekse de Hz. Peygamber’in hadislerinde hidayet verenin Allah olduğuna sık sık işaret edilir. Hz. Peygamber (sav) bizlere bu hususta çok önemli bir mesaj vermektedir: “Son anına bakmadan biri hakkında (sadece) hoşunuza gittiği için hemen karar vermeyin. Kişi, uzun zaman ya da bir dönem iyi işler yapar ki bu hâlde ölse cennete gidecektir. Ancak sonra bozulur ve kötü işler yapar. Başkası da bir dönem hep kötü işler yapar. Öyle ki, o vaziyette ölse cehenneme gidecektir. Sonra düzelir ve iyi işler yapar. Allah, kişinin hayrını isterse ölümünden önce onu yönlendirir.” Oradakiler “Allah nasıl yönlendirir?” deyince Peygamberimiz, “Ona iyi işler yapma imkânı verir ve o hâlde ruhunu alır.” buyurdu. (İbn Hanbel, III,121)
Başka bir hadisi şerifte Hz. Ali’den nakledildiğine göre hidayet rehberi Efendimiz (sav), bu hakikati kendine has bir üslûpla ifade etmiştir. Resul-i Ekrem bir gün oturmuş, elindeki ağaç dalı ile toprağı çiziyordu. Birden başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Sizden her bir kişinin, cennet ya da cehennemdeki yeri bilinmektedir.” Bunun üzerine oradakiler, “Peki ey Allah’ın Resulü! O zaman biz niçin çalışıyoruz ki?” dediler. Allah’ın Elçisi ise, “İyi işler yapmaya devam edin, herkes, yaratılışına kolay geleni seçecektir.” (dedi ve şu ayetleri okudu): “Kim infak eder, takva sahibi olmaya çalışır ve güzeli/doğruyu (sürekli) tasdik ederse, huzur (cennet) yolunu ona kolaylaştırırız. Kim de cimrilik yapar, kendi kendine yeterli olduğunu kabul eder ve güzeli/doğruyu (sürekli) yalanlarsa, sıkıntı (cehennem) yolunu ona kolaylaştırırız.” (Leyl,5) Dolayısıyla kulun isteği ve eğilimleri muvacehesinde tercih ettiği yolu kendisine kolaylaştırdığı için ayet ve hadislerde hidayet ve dalâletin Allah tarafından verildiği ifade edilirken Allah’ın mutlak gücü ve kudretine vurgu yapılmaktadır.
Hidayet, nihaî olarak kulun vicdanıyla baş başa kaldığında verdiği bir karardır. Ancak Allah’ın yardımı olmadan hidayeti bulmak imkânsızdır. Dolayısıyla hidayet, Allah’ın kullarına bir lütfudur. Peygamberler veya kullar sadece vesile olurlar. Nitekim Resûlullah Efendimiz (sav), Ensarın Huneyn ganimetlerinin dağıtılması esnasındaki sitemkâr tavırları karşısında onlara şöyle seslenmiştir: “Ey Ensar topluluğu! Ben, sizi dalâlette bulmadım mı? Allah size benim vasıtamla hidayet vermedi mi? Sizi dağınık bularak benim vasıtam ile bir araya getirmedi mi? Sizi fakir bularak benim vasıtam ile zengin etmedi mi?” (Buhari, Meğazi,57)
Modern zamanlarda hidayetten saptırıcı unsurların çok olduğu aşikârdır. Hidayete ermek kadar hidayette kalabilmek de önem arz etmektedir. İnsan aklını ve basiretini örten dünyevileşme, hırs, kirli arzular, mümini ulvî hedeflerden saptıran başlıca faktörlerdir. İlâhî, nebevî, fıtrî ve ahlâkî hakikatler doğrultusunda yaratılış gayesine uygun olarak istikamet üzere kalabilenler hidayettedirler. İnsan sıhhat ve afiyette kalabilmek için nasıl ki vücudun ihtiyacı olan besinleri almak zorunluysa, sürekli hidayette kalabilmek için de dua ve ibadetlerle Yaratıcı ile irtibatı diri ve zinde tutmak gerekir. Hidayet kaynağımız Kur’an’da müminlerin şöyle dua ettikleri buyrulmaktadır: “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” (Ali imran,8)