
Yunus suresi seksen yedinci ayette şu uyarı yer alır: “…evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namazı kılın…”
İçinde amel edilmiyorsa camii nedir; boş bir bina? İçinde ibadet edilmeyen ev de cemaatsiz cami gibidir; orası da sadece bedenlerin bir barınağıdır.
Oysa Müslümanların evleri aynı zamanda birer mescittir.
Evlerin mescit olması için öncelikle o evlerin içinde yaşayanların kalplerinde (batın) birer mescit kurmaları lazımdır. Bu da Allah’a iman ve amel-i salih işlemek demektir.
Bir bedende zikir, fikir, ahlak, namaz, oruç vb. ibadetler yoksa o beden şeytani bir mekândır; katiyen bir Beytullah değildir!
Kâbe, Hazreti Muhammed (sav) öncesinde de vardı, fakat bir mekân olarak içi put doluydu. Aynı mekân İslam’ın evi olunca içinde put kalmadı ve ancak bu sayede Allah teâlânın evi, kutsal Beytullah unvanını aldı.
İnsan, bedenini, maneviyatla tezyin (ibadetler, ahlak) ettiğinde o insan kendi içinde mescidini inşa etmeye başlar. Ömrü oldukça mescidiyle meşgul olur. Yıldan yıla mescidini amel-i salihlerle imar eder. Kendi eliyle inşa ettiği bu muhteşem mescidinde ölür ve Rabbine kavuşmak üzere, cennetine gider, inşallah.
Kalplerinde, yani batınlarında, mescitlerini inşa edenler, zahirde namaz kılıp oruç tutanlar, Rabbi nefislerinde bulmuş kimselerdir…
Arayan bulur? Aramayan bir şey bulamaz!
Nerede arayacağız Rabbimizi?
Önce kendi içimizde… Kim ki nefsini bildi Rabbini bildi!
Rabbi kuvvetlice aramak çok önemlidir… Çocuğunu kaybedenin çocuğunu araması, altınlarını düşürenin altınlarını araması kuvvetli bir aramadır; kişi en değerli bildiği şeyini kaybetmiştir; aklı ve hisleri tam uyanık halde, kaybının ardına düşer. Öyle ki, bu yolda tere-kana batmayı hatta ölmeyi bile umursamaz.
Kişinin kaybettiği bir liralık bir kurşun kalem ise onun için fazla zaman ve gayret harcamayacaktır. Kurşun kalem araması sağına soluna bakmaktan ibaret zayıf bir aramadan ibaret kalacaktır.
İşte Müslüman kişiler olarak bizim için namaz; bizim çocuğumuz, altınımız mahiyetindedir, hatta daha da önemlidir. Beş vakit namazını elinde tutamayan ve kaybeden, kaybının paniğini yaşamıyorsa, namaz onun çocuğu yahut altını ya da bankamatik kartı seviyesinde bir değere sahip değil demektir; hatta kaybolan kurşun kalemi kadar olsun, namazının kaybı kişiye ağır gelmemiştir!
Durum bu noktada ise kişinin hâli vahimdir; çünkü o, Rabbini bilecek her türlü donanıma sahipken, iradesini ortaya koyup Rabbini batınında (kalp) arayıp bulamamış, ladini bir insan gibi, laik bir hayat yaşamayı tercih etmiştir. Gerçekte ise kişi yaşamıyor; o, içinde Rabbini bulamamış, kalp mescidini inşa edememiş ve haliyle namaz kılamamış canlı bir ölüdür, fakat o ölü bir insan olduğunun farkında değildir; vahim olan budur işte.
Evet; kişinin aklına ibadet etmek gelmiyorsa, kişi kalp evinde (batın) Rabbini bulamamış ve batınında bir mescit kuramamışsa o bir kıblesiz; o bir beytullahsız; o bir zombidir!
Kişinin batınında (kalp-ruh) Tanrısı zahir olunca, kişinin içeride bir mescidi, namazı, Rabbin emirlerini kollayıp koruması, her bir farzın üzerine titremesi, mescidini temiz tutması (ahlak) ve mescidini imarı (amel) söz konusu olur.
İçinde Tanrısı ve mescidi olan bir bedenin eylemleri manevileşir.
Sadece batınlarında Beytullahı (mescit) olanların zahirde –duygu, düşünce, tutum ve davranış düzeyinde- kıblesi ve ibadeti gözükür. Zahirde ibadeti olanların batınında mescitleri (Beytullah) vardır; mescitleri olanların Tanrısı kayıp değildir, Tanrı onların batınında ve zahirinde apaçıktır; elhamdülillah.
Sîreten ve sureten ‘el-İnsan’ sadece iman edenlerdir; geriye kalanlar, iman etmeden ahirete giderlerse eğer, sadece sureten insan olarak giderler. Sureten insanların akıbetiyse berbatlıktır; çünkü onlar haşrolurken suretleri değiştirilir ve o suretle cehenneme girerler:
“O gün bazı yüzler aydınlanacak, bazı yüzler de kararacaktır.” (Âl-i İmrân 106)
“…Yüzleri, gecenin (karanlık) parçaları kaplamış gibi kapkaranlıktır. Bunlar ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.” (Yûnus 27)
İçinde amel edilmiyorsa camii nedir; boş bir bina? İçinde ibadet edilmeyen ev de cemaatsiz cami gibidir; orası da sadece bedenlerin bir barınağıdır.
Oysa Müslümanların evleri aynı zamanda birer mescittir.
Evlerin mescit olması için öncelikle o evlerin içinde yaşayanların kalplerinde (batın) birer mescit kurmaları lazımdır. Bu da Allah’a iman ve amel-i salih işlemek demektir.
Bir bedende zikir, fikir, ahlak, namaz, oruç vb. ibadetler yoksa o beden şeytani bir mekândır; katiyen bir Beytullah değildir!
Kâbe, Hazreti Muhammed (sav) öncesinde de vardı, fakat bir mekân olarak içi put doluydu. Aynı mekân İslam’ın evi olunca içinde put kalmadı ve ancak bu sayede Allah teâlânın evi, kutsal Beytullah unvanını aldı.
İnsan, bedenini, maneviyatla tezyin (ibadetler, ahlak) ettiğinde o insan kendi içinde mescidini inşa etmeye başlar. Ömrü oldukça mescidiyle meşgul olur. Yıldan yıla mescidini amel-i salihlerle imar eder. Kendi eliyle inşa ettiği bu muhteşem mescidinde ölür ve Rabbine kavuşmak üzere, cennetine gider, inşallah.
Kalplerinde, yani batınlarında, mescitlerini inşa edenler, zahirde namaz kılıp oruç tutanlar, Rabbi nefislerinde bulmuş kimselerdir…
Arayan bulur? Aramayan bir şey bulamaz!
Nerede arayacağız Rabbimizi?
Önce kendi içimizde… Kim ki nefsini bildi Rabbini bildi!
Rabbi kuvvetlice aramak çok önemlidir… Çocuğunu kaybedenin çocuğunu araması, altınlarını düşürenin altınlarını araması kuvvetli bir aramadır; kişi en değerli bildiği şeyini kaybetmiştir; aklı ve hisleri tam uyanık halde, kaybının ardına düşer. Öyle ki, bu yolda tere-kana batmayı hatta ölmeyi bile umursamaz.
Kişinin kaybettiği bir liralık bir kurşun kalem ise onun için fazla zaman ve gayret harcamayacaktır. Kurşun kalem araması sağına soluna bakmaktan ibaret zayıf bir aramadan ibaret kalacaktır.
İşte Müslüman kişiler olarak bizim için namaz; bizim çocuğumuz, altınımız mahiyetindedir, hatta daha da önemlidir. Beş vakit namazını elinde tutamayan ve kaybeden, kaybının paniğini yaşamıyorsa, namaz onun çocuğu yahut altını ya da bankamatik kartı seviyesinde bir değere sahip değil demektir; hatta kaybolan kurşun kalemi kadar olsun, namazının kaybı kişiye ağır gelmemiştir!
Durum bu noktada ise kişinin hâli vahimdir; çünkü o, Rabbini bilecek her türlü donanıma sahipken, iradesini ortaya koyup Rabbini batınında (kalp) arayıp bulamamış, ladini bir insan gibi, laik bir hayat yaşamayı tercih etmiştir. Gerçekte ise kişi yaşamıyor; o, içinde Rabbini bulamamış, kalp mescidini inşa edememiş ve haliyle namaz kılamamış canlı bir ölüdür, fakat o ölü bir insan olduğunun farkında değildir; vahim olan budur işte.
Evet; kişinin aklına ibadet etmek gelmiyorsa, kişi kalp evinde (batın) Rabbini bulamamış ve batınında bir mescit kuramamışsa o bir kıblesiz; o bir beytullahsız; o bir zombidir!
Kişinin batınında (kalp-ruh) Tanrısı zahir olunca, kişinin içeride bir mescidi, namazı, Rabbin emirlerini kollayıp koruması, her bir farzın üzerine titremesi, mescidini temiz tutması (ahlak) ve mescidini imarı (amel) söz konusu olur.
İçinde Tanrısı ve mescidi olan bir bedenin eylemleri manevileşir.
Sadece batınlarında Beytullahı (mescit) olanların zahirde –duygu, düşünce, tutum ve davranış düzeyinde- kıblesi ve ibadeti gözükür. Zahirde ibadeti olanların batınında mescitleri (Beytullah) vardır; mescitleri olanların Tanrısı kayıp değildir, Tanrı onların batınında ve zahirinde apaçıktır; elhamdülillah.
Sîreten ve sureten ‘el-İnsan’ sadece iman edenlerdir; geriye kalanlar, iman etmeden ahirete giderlerse eğer, sadece sureten insan olarak giderler. Sureten insanların akıbetiyse berbatlıktır; çünkü onlar haşrolurken suretleri değiştirilir ve o suretle cehenneme girerler:
“O gün bazı yüzler aydınlanacak, bazı yüzler de kararacaktır.” (Âl-i İmrân 106)
“…Yüzleri, gecenin (karanlık) parçaları kaplamış gibi kapkaranlıktır. Bunlar ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.” (Yûnus 27)