
Milletçe çok büyük bir coşkuyu, büyük bir mutluluğu yaşadığımız 29 Ekim ile yine milletçe çok derin bir matemi, bir onulmaz üzüntüyü yaşadığımız 10 Kasım arasında sadece 12 gün var…
Herhangi bir yıl içerisinde o iki zıt hissiyatı sadece 12 günlük arayla idrak ediyoruz. Her yıl da yineliyoruz.
Ne hızlı bir geçiş!
Ama tabii gerçekte Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 ile Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938 tarihleri arasında tam 15 yıl 11 gün 23 saat var. Görece 12 güne göre çok daha uzun bir zaman. Bir milletin ömrü düşünülünce halbuki, yine çok kısa bir zaman içerisinde çok hızlı bir geçiş olduğunu söylemek mümkün.
Ulusal coşkudan ulusal mateme…
★★
Erkenden anımsatmamı nasıl karşılayacağınızı bilemem ama birkaç gün sonra 29 Ekim. Cumhuriyet Bayramı. Onun birkaç gün sonrası da 10 Kasım. Ata’mızın ölüm yıldönümü…
Bir yanda 98’inci yıl, diğer yanda 83’üncü yıl duruyor. Böyle bir eşikte insan ister istemez geçmişin fotoğraflarına, metinlerine, unutulmaz anılara dönüyor.
★★
Prof.Dr. Rıdvan Karluk’tan alıntılıyorum bu muhteşem metni. Sayın Karluk’un girizgâhında şu referans notu geçiyor:
“Turhan Topaçoğulları, yıllar önce bir internet müzayedesinden D. von Mikusch’un 1929 baskılı ‘Gazi Mustafa Kemal’ kitabını alır. Kitabın arasından 1938 yılına ait, sonradan kesilip oraya konmuş bir gazete kupürü çıkar. Topaçoğulları, Atatürk’ün cenaze törenini izleyen bir Alman gazetecinin haberini Türkçeye çevirdiğini söyleyerek bir dostuyla paylaşır.”
(Kaynak: Turhan Topaçoğulları’nın sosyal medya sayfası, 10 Kasım 2015).
Topaçoğulları, bu yazıyı daha geniş bir kesimin okuyabilmesi için Prof. Dr. Karluk’a gönderir. O da çok etkilenir ve 10 Kasım 2019 tarihinde Turkish News’da okuyucularla paylaşır. Ben de bu metni hem Sayın Topaçoğulları’nı hem de Sayın Prof. Dr. Karluk’u saygıyla anarak sizlere aktarıyorum:
Bu, Atatürk'ün cenaze törenini takip eden bir Alman gazetecinin aynı gün ülkesine geçtiği haber metnidir:
Atatürk İçin Yas
Ankara'da cenaze töreni…
Ankara, 21 Kasım 1938…
Atatürk'ün cenazesi, onun son zaferi oldu. Cenaze töreninde tüm tezatlar susmuştu. Türk ve Alman askerleri naaşının arkasında yürüyorlardı.
Stalin ve Hitler'in temsilcileri aynı sıradaydı.
Valencia ve Franco çelenk göndermişlerdi.
Naaşının önünde faşistler, demokratlar ve komünistler eğildiler…
Türk halkının her kesimi ağlıyordu…
Fakir ve zengin, alt ve üst arasında hiç bir fark yoktu.
Ankara bugün dünyanın şimdiye kadar gördüğü en etkileyici cenaze törenine tanıklık ediyordu.
Tören, bir süvari bölüğü tarafından açıldı.
Onların arkasından bir topçu bölüğü ile ellerinde bayraklarla ve bando ile cumhuriyet muhafızları geliyordu. Sonra askeri okulların öğrencileri ve alfabetik sırayla önce Almanlar olmak üzere Bulgarlar, İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, Romenler, Ruslar ve nihayet Yugoslavlardan oluşan birlikler yer alıyordu.
Her dilde komutlar yükseliyordu.
Almanca komutu Farsça komut, Yunanca komutu Rusça komut takip ediyordu.
Ruslar Karadeniz filosunun bir müfrezesini göndermişlerdi. Çelik miğferli ve SS üniforması içindeki Baron v. Neurath kolu yukarıda, Prusya merasim yürüyüşüyle geçen Alman bahriye birliğini selamlıyordu…
Yabancı birlikleri Türk denizcileri takip etti.
Bando, Chopin'in cenaze marşını çalıyordu...
Onların arkasından o büyük ölünün naaşını taşıyan top arabası geliyordu. Top arabasının her iki tarafında kılıçlarını çekmiş on iki Türk general yürüyordu…
Mütevazi giyimli yaşlı bir kadın, tek aile üyesi olarak Atatürk’ün kız kardeşi, eşinin kolundaydı. Onları, kanunun öngördüğü şekilde yalnız olarak cumhuriyetin yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü takip ediyordu. Onun arkasında da tek sıra halinde Millet Meclisi Başkanı, Başbakan ve Türk ordusunun Genel Kurmay Başkanı geliyordu.
Yabancı özel misyonların renkli üniformaları baş döndürücü bir görüntü teşkil ediyordu.
O an, orada dünyanın tüm ülkeleri temsil ediliyordu.
Böyle bir şey daha evvel yaşanmış mıydı ve bundan sonra yaşanabilir mi, emin olamıyorum…
İtalyan heyetine eski Milletler Cemiyeti delegesi Baron Aloisi, Fransız heyetine içişleri bakanı Sarraut, Yunanistan heyetine ise Başbakan Metaksas başkanlık ediyordu. Onların arkasından Türk hükümeti üyeleri, milletvekilleri, devlet memurları ve subaylar geliyordu. Bir bölük piyade ile görkemli cenaze alayı son buluyordu.
Cenaze alayı saat on ikide, Atatürk’ün şanına layık bir anıtkabir yapılıncaya kadar geçici istirahatgâhı olması TBMM’de kararlaştırılan Etnografya Müzesine ulaştı.
Yaşamında imkansızı mümkün kılmış olan Mustafa Kemal Atatürk, ölümünde de aynı şeyi yaptı: Onun naaşının arkasında ilk defa birbirleri ile savaşan İspanyol cumhuriyet hükümetinin temsilcileri ile Franco’nun resmi olmayan askeri idaresinin temsilcileri yürüyorlardı.
(…)
(Devamı yarın…)
Herhangi bir yıl içerisinde o iki zıt hissiyatı sadece 12 günlük arayla idrak ediyoruz. Her yıl da yineliyoruz.
Ne hızlı bir geçiş!
Ama tabii gerçekte Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 ile Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938 tarihleri arasında tam 15 yıl 11 gün 23 saat var. Görece 12 güne göre çok daha uzun bir zaman. Bir milletin ömrü düşünülünce halbuki, yine çok kısa bir zaman içerisinde çok hızlı bir geçiş olduğunu söylemek mümkün.
Ulusal coşkudan ulusal mateme…
★★
Erkenden anımsatmamı nasıl karşılayacağınızı bilemem ama birkaç gün sonra 29 Ekim. Cumhuriyet Bayramı. Onun birkaç gün sonrası da 10 Kasım. Ata’mızın ölüm yıldönümü…
Bir yanda 98’inci yıl, diğer yanda 83’üncü yıl duruyor. Böyle bir eşikte insan ister istemez geçmişin fotoğraflarına, metinlerine, unutulmaz anılara dönüyor.
★★
Prof.Dr. Rıdvan Karluk’tan alıntılıyorum bu muhteşem metni. Sayın Karluk’un girizgâhında şu referans notu geçiyor:
“Turhan Topaçoğulları, yıllar önce bir internet müzayedesinden D. von Mikusch’un 1929 baskılı ‘Gazi Mustafa Kemal’ kitabını alır. Kitabın arasından 1938 yılına ait, sonradan kesilip oraya konmuş bir gazete kupürü çıkar. Topaçoğulları, Atatürk’ün cenaze törenini izleyen bir Alman gazetecinin haberini Türkçeye çevirdiğini söyleyerek bir dostuyla paylaşır.”
(Kaynak: Turhan Topaçoğulları’nın sosyal medya sayfası, 10 Kasım 2015).
Topaçoğulları, bu yazıyı daha geniş bir kesimin okuyabilmesi için Prof. Dr. Karluk’a gönderir. O da çok etkilenir ve 10 Kasım 2019 tarihinde Turkish News’da okuyucularla paylaşır. Ben de bu metni hem Sayın Topaçoğulları’nı hem de Sayın Prof. Dr. Karluk’u saygıyla anarak sizlere aktarıyorum:
Bu, Atatürk'ün cenaze törenini takip eden bir Alman gazetecinin aynı gün ülkesine geçtiği haber metnidir:
Atatürk İçin Yas
Ankara'da cenaze töreni…
Ankara, 21 Kasım 1938…
Atatürk'ün cenazesi, onun son zaferi oldu. Cenaze töreninde tüm tezatlar susmuştu. Türk ve Alman askerleri naaşının arkasında yürüyorlardı.
Stalin ve Hitler'in temsilcileri aynı sıradaydı.
Valencia ve Franco çelenk göndermişlerdi.
Naaşının önünde faşistler, demokratlar ve komünistler eğildiler…
Türk halkının her kesimi ağlıyordu…
Fakir ve zengin, alt ve üst arasında hiç bir fark yoktu.
Ankara bugün dünyanın şimdiye kadar gördüğü en etkileyici cenaze törenine tanıklık ediyordu.
Tören, bir süvari bölüğü tarafından açıldı.
Onların arkasından bir topçu bölüğü ile ellerinde bayraklarla ve bando ile cumhuriyet muhafızları geliyordu. Sonra askeri okulların öğrencileri ve alfabetik sırayla önce Almanlar olmak üzere Bulgarlar, İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, Romenler, Ruslar ve nihayet Yugoslavlardan oluşan birlikler yer alıyordu.
Her dilde komutlar yükseliyordu.
Almanca komutu Farsça komut, Yunanca komutu Rusça komut takip ediyordu.
Ruslar Karadeniz filosunun bir müfrezesini göndermişlerdi. Çelik miğferli ve SS üniforması içindeki Baron v. Neurath kolu yukarıda, Prusya merasim yürüyüşüyle geçen Alman bahriye birliğini selamlıyordu…
Yabancı birlikleri Türk denizcileri takip etti.
Bando, Chopin'in cenaze marşını çalıyordu...
Onların arkasından o büyük ölünün naaşını taşıyan top arabası geliyordu. Top arabasının her iki tarafında kılıçlarını çekmiş on iki Türk general yürüyordu…
Mütevazi giyimli yaşlı bir kadın, tek aile üyesi olarak Atatürk’ün kız kardeşi, eşinin kolundaydı. Onları, kanunun öngördüğü şekilde yalnız olarak cumhuriyetin yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü takip ediyordu. Onun arkasında da tek sıra halinde Millet Meclisi Başkanı, Başbakan ve Türk ordusunun Genel Kurmay Başkanı geliyordu.
Yabancı özel misyonların renkli üniformaları baş döndürücü bir görüntü teşkil ediyordu.
O an, orada dünyanın tüm ülkeleri temsil ediliyordu.
Böyle bir şey daha evvel yaşanmış mıydı ve bundan sonra yaşanabilir mi, emin olamıyorum…
İtalyan heyetine eski Milletler Cemiyeti delegesi Baron Aloisi, Fransız heyetine içişleri bakanı Sarraut, Yunanistan heyetine ise Başbakan Metaksas başkanlık ediyordu. Onların arkasından Türk hükümeti üyeleri, milletvekilleri, devlet memurları ve subaylar geliyordu. Bir bölük piyade ile görkemli cenaze alayı son buluyordu.
Cenaze alayı saat on ikide, Atatürk’ün şanına layık bir anıtkabir yapılıncaya kadar geçici istirahatgâhı olması TBMM’de kararlaştırılan Etnografya Müzesine ulaştı.
Yaşamında imkansızı mümkün kılmış olan Mustafa Kemal Atatürk, ölümünde de aynı şeyi yaptı: Onun naaşının arkasında ilk defa birbirleri ile savaşan İspanyol cumhuriyet hükümetinin temsilcileri ile Franco’nun resmi olmayan askeri idaresinin temsilcileri yürüyorlardı.
(…)
(Devamı yarın…)