
Farkında mısınız?
Yaşını başını almış insanlar çoğunlukla geçmişe öykünüyor: ‘Ah o güzel günler, her şey ne de güzeldi…’
Hele de şu küresel salgının öncesi...
Sanki daha bir güzeldi…
Yaş almış kimselere göre.
Ama bakıyoruz, henüz ergenliği bile yaşamamış çoluk çocuk da bugünden yakınıyor ama onlar başka türlü yakınıyor. Daha hızlıyı, daha gelişmişi, daha kablosuzu, daha sınırsızı istedikleri için bugünün sınırlı (!) dünyasını beğenmiyorlar.
Tatminsizlik duygusu her yanda, herkesi etkisi altına almış. Bu da başka türlü bir salgın yani. Ne test kiti var bunun ne de aşısı, ilacı.
Özetle azizim, mekanik konfor koşullarının harikulade iyileşmesine karşın, ruhanî taraf -maneviyat ibresi- aynı yönü göstermiyor.
Mutsuzuz!
Huzursuzuz!
Genellikle, çoğu zaman…
Peki birden bire bir niye böyle olduk, ne değişti?
Ben bu sorunun yanıtını, orijinal kaynağını maalesef belirleyemediğim bir sosyal medya paylaşımında buldum. Toplu yozlaşmanın, aslında sadece bizi kasıp kavurmayan, başka memleketleri de bedbaht eden küresel-moral çöküntünün; Ağrı dağından Mont Blanc’a, Pamir dağlarından And dağlarına bir mahya gibi gerilen o ‘Mutsuzuz, gerginiz, huzursuzuz!’ arz-ı hâlinin, bir bakıma da çığ gibi büyüyen şu popüler rahatsızlıkların ya da nasıl diyorlar, ‘tükenmişlik sendromunun’ falan açıklaması şöyle:
Haksız mıyım?
Kimin atasözleri bunlar?
Elbette ki bunun on katı, yüz katı doğru, güzel, gönül zenginleştiren sözlerimiz var; ama evet, bunlar da var işte!
‘İyilik yap denize at; balık bilmezse Hâlık bilir’ diyen bizken diğer tarafta bu sözleri de yine biz türetiyoruz, kullanıyoruz, doğruluğuna inanıyoruz; sonra da ‘Toplum neden bozuluyor?’ diye efkârlanıyoruz, oturup entelektüel ağıtlar yakıyoruz.
★★
Kültürümüz, olumlu geleneklerimiz, örfümüz adetimiz; bunlar toplumun yazıya geçirilmemiş yüzlerce yıllık hukuk kurallarıdır. Dolayısıyla yozlaşmayı zaman zaman, hatta genellikle yazılı olmayan kurallarla -maalesef- körükleyip kurumsallaştırdık.
Ama unutmayalım: Yukarıdaki atasözlerini üretip yaygınlaştıran ‘bazı’ atalar, tetikledikleri yıkıma karşın ‘Hasta tavuktan sağlıklı yumurta çıkmaz’ diyerek de bir bakıma özür beyanında bulunmuşlar.
‘Günah çıkarmışlar’ diyeceğim ama o da bizim kültürümüzde yok.
★★
Son söz olarak şöyle desek, bilmem kabul görür mü?
‘Hocanın dediğini yap ama her yaptığını yapma!..’
Yapacaksan da bir irdele, bir sorgula…
Akıl terazisi heba etme.
Bütün hocalar öyle mi yapıyor, bir öğren!
Kendini zâyi etme!
Bir yerde iyi bir örnek var; var mutlaka! Sen o iyi örneği ve o iyi örneğe ithaf edilmiş güzel sözü, doğru tarifi bul.
Yaşını başını almış insanlar çoğunlukla geçmişe öykünüyor: ‘Ah o güzel günler, her şey ne de güzeldi…’
Hele de şu küresel salgının öncesi...
Sanki daha bir güzeldi…
Yaş almış kimselere göre.
Ama bakıyoruz, henüz ergenliği bile yaşamamış çoluk çocuk da bugünden yakınıyor ama onlar başka türlü yakınıyor. Daha hızlıyı, daha gelişmişi, daha kablosuzu, daha sınırsızı istedikleri için bugünün sınırlı (!) dünyasını beğenmiyorlar.
Tatminsizlik duygusu her yanda, herkesi etkisi altına almış. Bu da başka türlü bir salgın yani. Ne test kiti var bunun ne de aşısı, ilacı.
Özetle azizim, mekanik konfor koşullarının harikulade iyileşmesine karşın, ruhanî taraf -maneviyat ibresi- aynı yönü göstermiyor.
Mutsuzuz!
Huzursuzuz!
Genellikle, çoğu zaman…
Peki birden bire bir niye böyle olduk, ne değişti?
Ben bu sorunun yanıtını, orijinal kaynağını maalesef belirleyemediğim bir sosyal medya paylaşımında buldum. Toplu yozlaşmanın, aslında sadece bizi kasıp kavurmayan, başka memleketleri de bedbaht eden küresel-moral çöküntünün; Ağrı dağından Mont Blanc’a, Pamir dağlarından And dağlarına bir mahya gibi gerilen o ‘Mutsuzuz, gerginiz, huzursuzuz!’ arz-ı hâlinin, bir bakıma da çığ gibi büyüyen şu popüler rahatsızlıkların ya da nasıl diyorlar, ‘tükenmişlik sendromunun’ falan açıklaması şöyle:
- ‘Bal tutan parmağını yalar’ dedik hırsızlığı mübah gösterdik…
- ‘Devletin malı deniz, yemeyen keriz’ dedik devleti soymayı mübah gösterdik…
- ‘Yemeyenin malını yerler’ dedik; tasarruf edeni aşağılarken soygunculuğu, dolandırıcılığı mübah gösterdik…
- ‘At binenin, kılıç kuşananın’ dedik; köşe dönmeciliği mübah gördük, gösterdik...
- ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ dedik; kendi yakınımızdaki insanların hırsızlıklarını, haksızlıklarını, adaletsizliklerini mübah görüp ört bas ettik…
- ‘Söz gümüş ise sükût altındır’ dedik; eleştiriye sırt çevirmekle de kalmayıp ortamı iş bilmez sahtekârlara bırakmayı mübah gördük, gerekli gösterdik…
- ‘Komşuda pişer bize de düşer’ dedik; hazıra konmacılığı, iğrenç kelepircilik kültürünü mübah gördük...
- ‘Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez’ dedik; çıkarcılığı mübah gösterdik…
- ‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ dedik; korkaklığı ve yalan söylemeyi mübah gösterdik…
- ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ dedik; bencilliği ve vurdumduymazlığı mübah gösterdik…
- ‘Üzümünü ye bağını sorma’ dedik; haramı mübah gösterdik…
- ‘Köprüden geçene kadar ayıya dayı de’ dedik; kurnazlığı, takiyeyi , riyayı, ikiyüzlülüğü mübah gösterdik…
Haksız mıyım?
Kimin atasözleri bunlar?
Elbette ki bunun on katı, yüz katı doğru, güzel, gönül zenginleştiren sözlerimiz var; ama evet, bunlar da var işte!
‘İyilik yap denize at; balık bilmezse Hâlık bilir’ diyen bizken diğer tarafta bu sözleri de yine biz türetiyoruz, kullanıyoruz, doğruluğuna inanıyoruz; sonra da ‘Toplum neden bozuluyor?’ diye efkârlanıyoruz, oturup entelektüel ağıtlar yakıyoruz.
★★
Kültürümüz, olumlu geleneklerimiz, örfümüz adetimiz; bunlar toplumun yazıya geçirilmemiş yüzlerce yıllık hukuk kurallarıdır. Dolayısıyla yozlaşmayı zaman zaman, hatta genellikle yazılı olmayan kurallarla -maalesef- körükleyip kurumsallaştırdık.
Ama unutmayalım: Yukarıdaki atasözlerini üretip yaygınlaştıran ‘bazı’ atalar, tetikledikleri yıkıma karşın ‘Hasta tavuktan sağlıklı yumurta çıkmaz’ diyerek de bir bakıma özür beyanında bulunmuşlar.
‘Günah çıkarmışlar’ diyeceğim ama o da bizim kültürümüzde yok.
★★
Son söz olarak şöyle desek, bilmem kabul görür mü?
‘Hocanın dediğini yap ama her yaptığını yapma!..’
Yapacaksan da bir irdele, bir sorgula…
Akıl terazisi heba etme.
Bütün hocalar öyle mi yapıyor, bir öğren!
Kendini zâyi etme!
Bir yerde iyi bir örnek var; var mutlaka! Sen o iyi örneği ve o iyi örneğe ithaf edilmiş güzel sözü, doğru tarifi bul.