
Aysun Ulusan, Deniz Özalp, İsmail Hakkı Erdağ paylaşım zinciriyle belki bin bir yüreğin sıcaklığına bulana bulana, hiç soğumadan bana ulaşan, benden de size ulaşacak olan çok dokunaklı ve yüzde yüz gerçek bir hikâye bu:
“Foça'da, sahilde bir köpek var. Çok ilginç bir köpek…
Deniz kenarında, kanalın denizle birleştiği yerdeki su birikintisinde olur genelde. Yarı gövdesine kadar suyun içinde, dolaşır durur.
Arada bir sanki suyun içinde bir şey görür, kafayı daldırır.
Bir şey mi yakalıyor, oyun mu oynuyor bilemezsiniz.
Kuyruğunu durmaksızın sallar.
Gördüğüm en mutlu köpeğin bile o kadar kuyruk salladığına şahit olmadım. İnsanların seslenmelerine kesinlikle tepki vermez, dönüp bakmaz bile.
Yaz kış ya o su birikintisinde ya da daha ilerideki tekne çekeğinde görürsünüz. Hep ıslaktır.
Dondurucu soğukta bile ıslak ıslak gezer. Bacaklarındaki tüylerin çoğu tuzlu sudan dolayı dökülmüştür.
Birkaç kez yiyecek verdik. Yemedi.
Önüne salam, sosis koyup yemesi için yalvaranları gördüm.
Kesinlikle yemiyor.
Onu bir süredir görememiştim. ‘Acaba başına bir şey mi geldi, kanalın pis suyu onu hasta mı etti?’ diye düşünürken dün karşıma çıkıp eski bir dostu tekrar görmüş gibi sevindirdi beni.
Yine denize açılan kanalın yemyeşil suyu içinde kuyruğunu pervane gibi sallaya sallaya dolaşıyordu.
Kardeşimle durup izlemeye başladık.
Suyun içine bakıp bir şey arıyor gibi dolanıyordu.
Seslenmemize de hiçbir karşılık vermiyordu.
Biz onu izleyip hakkında konuşurken bir genç geldi yanımıza.Hikâyesini merak ettiğimizi anlamış olacak ki anlatmaya başladı:
-Abi, tam üç senedir o burada. Üç sene önce sahibi burada yüzerken kalp krizi geçirip öldü. O günden beri de köpek buradan ayrılmadı. Ölen adamın yakınları bir iki kez alıp götürmeyi denediler ama köpek her seferinde kaçıp yine buraya geldi. Öyle, sürekli denize bakar ve sahibinin gelmesini bekler. İnsanlarla pek iletişim kurmaz. Diğer köpekler de ilişmez ona. Asla kendisine verilen yiyecekleri yemez. Sadece yosunla ve yakaladığı yengeçlerle beslenir. Deniz kıyısından asla ayrılmaz. Geceleri de yine kıyıdaki kayaların arasında uyur. İlgilenenler, sahiplenmek isteyenler oldu ama başka yere götürülürse ölür bu köpek.Kendini sonsuz bir bekleyişe adadığı bu kıyıdan başka bir yerde yaşayamaz o....
…
Hikâyeyi dinlerken boğazım düğümlendi, göğsüme koskoca bir taş oturdu sanki. Nefes alamadığımı hissettim…
Bu, nasıl bir sevgidir, nasıl bir vefadır, nasıl asla pes etmeyen bir sadakat örneğidir...
Bu, ne kadar aziz bir varlıktır...
O yüzden işte Foça kıyısındaki o köpeğin adına Aziz dedik.
Aziz'in tam şu an, orada, yine denize bakıp kuyruğunu pervane gibi salladığından emin olabilirsiniz.
Eğer yaşıyorsa…”
***
İşte o Aziz’i görüp bu yazıyı kaleme alan Aysun Ulusan gibi; sonra yazıyı sosyal medyadaki hayvanseverlere sunan Deniz Özalp gibi; nihayet kendi sayfasında paylaşarak benim okumama vesile olan Alanya Demiratlılar Motorsiklet Kulübü Onursal Başkanı sevgili ağabeyim İsmail Hakkı Erdağ gibi -ve tabii benim gibi- sizin de boğazınız düğümdüğüm oldu, bundan eminim…
Ve eminim ki bu yazı size -eğer izlediyseniz-Haçiko adlı o muhteşem filmi anımsattı.
Japonya’da bir tren istasyonunda hiç gelmeyecek sevgili sahibini ömrü boyunca bekleyen ve öldükten sonra aynı yere bir vefa abidesi olarak heykeli dikilen Akita cinsi o muhteşem köpeği…
Onunki de gerçek bir hikâyeydi…
Belki bir gün Foça sahiline de köpeklerin insanlara verdiği vefa ve sadakat dersini ölümsüzleştirsin diye Terrier Aziz’in heykeli dikilir, kim bilir?
***
Yazı burada bitirilebilirdi…
Ama yapamam…
Aziz’in hikâyesi bana ömrüm boyunca aklımdan hiç çıkmayacak bir başka gerçek hikâyeyi anımsattı. Onu sizinle paylaşmadan bitirmem büyük vefasızlık olur:
2015 yazı biterkenbenim için değeri sözcüklere sığdırılamaz bir büyüğümü kaybettim. Çok etkilendiğim, öğretmenliğe başladığım yıllarda neredeyse her şeyi kendisinden öğrendiğim amcam, ağabeyim, manevi babam ve okul müdürüm sevgili Kenan Gümüş, ziyaret için gittiği memleketi Kastamonu-Abana’da yüzerken kalp krizi geçirip vefat etmişti.
Zaman nasıl hızlı geçiyor, onsuz 6 yıl geçirmişiz.
Aramızdan ayrıldığında 68 yaşındaydı ama yüzyıllara sığmayacak kadar muhteşem ve verimli bir hayat yaşamıştı.
Trajediye bakın ki ömrünün neredeyse tamamını gurbette yaşadıktan sonra çocukluğunun geçtiği kıyıda, ona belki de yaşam direncini kazandıran Karadeniz’in kolları arasında sılasına, gurbetine, ailesine, biz dostlarına ve yaşam denen girdaba veda etmişti…
Şimdi; denizi gözleyen ve denizde yitirdiği sahibini bekleyen Aziz’i düşününce kafamda kendi kendimi canlandırdım. Kenan Gümüş’ün sonsuz uykusuna daldığı o kıyıya gidince denize nasıl bakacağım?
Aziz’in ufka baktığı gibi mi?
Kim bilir?
Ben bilemiyorum…
***
Sevgili büyüğüm, ağabeyim, manevi babam ve okul müdürüm Kenan Gümüş’ü ölüm yıl dönümünde özlemle, duayla ve rahmetle anıyorum.
“Foça'da, sahilde bir köpek var. Çok ilginç bir köpek…
Deniz kenarında, kanalın denizle birleştiği yerdeki su birikintisinde olur genelde. Yarı gövdesine kadar suyun içinde, dolaşır durur.
Arada bir sanki suyun içinde bir şey görür, kafayı daldırır.
Bir şey mi yakalıyor, oyun mu oynuyor bilemezsiniz.
Kuyruğunu durmaksızın sallar.
Gördüğüm en mutlu köpeğin bile o kadar kuyruk salladığına şahit olmadım. İnsanların seslenmelerine kesinlikle tepki vermez, dönüp bakmaz bile.
Yaz kış ya o su birikintisinde ya da daha ilerideki tekne çekeğinde görürsünüz. Hep ıslaktır.
Dondurucu soğukta bile ıslak ıslak gezer. Bacaklarındaki tüylerin çoğu tuzlu sudan dolayı dökülmüştür.
Birkaç kez yiyecek verdik. Yemedi.
Önüne salam, sosis koyup yemesi için yalvaranları gördüm.
Kesinlikle yemiyor.
Onu bir süredir görememiştim. ‘Acaba başına bir şey mi geldi, kanalın pis suyu onu hasta mı etti?’ diye düşünürken dün karşıma çıkıp eski bir dostu tekrar görmüş gibi sevindirdi beni.
Yine denize açılan kanalın yemyeşil suyu içinde kuyruğunu pervane gibi sallaya sallaya dolaşıyordu.
Kardeşimle durup izlemeye başladık.
Suyun içine bakıp bir şey arıyor gibi dolanıyordu.
Seslenmemize de hiçbir karşılık vermiyordu.
Biz onu izleyip hakkında konuşurken bir genç geldi yanımıza.Hikâyesini merak ettiğimizi anlamış olacak ki anlatmaya başladı:
-Abi, tam üç senedir o burada. Üç sene önce sahibi burada yüzerken kalp krizi geçirip öldü. O günden beri de köpek buradan ayrılmadı. Ölen adamın yakınları bir iki kez alıp götürmeyi denediler ama köpek her seferinde kaçıp yine buraya geldi. Öyle, sürekli denize bakar ve sahibinin gelmesini bekler. İnsanlarla pek iletişim kurmaz. Diğer köpekler de ilişmez ona. Asla kendisine verilen yiyecekleri yemez. Sadece yosunla ve yakaladığı yengeçlerle beslenir. Deniz kıyısından asla ayrılmaz. Geceleri de yine kıyıdaki kayaların arasında uyur. İlgilenenler, sahiplenmek isteyenler oldu ama başka yere götürülürse ölür bu köpek.Kendini sonsuz bir bekleyişe adadığı bu kıyıdan başka bir yerde yaşayamaz o....
…
Hikâyeyi dinlerken boğazım düğümlendi, göğsüme koskoca bir taş oturdu sanki. Nefes alamadığımı hissettim…
Bu, nasıl bir sevgidir, nasıl bir vefadır, nasıl asla pes etmeyen bir sadakat örneğidir...
Bu, ne kadar aziz bir varlıktır...
O yüzden işte Foça kıyısındaki o köpeğin adına Aziz dedik.
Aziz'in tam şu an, orada, yine denize bakıp kuyruğunu pervane gibi salladığından emin olabilirsiniz.
Eğer yaşıyorsa…”
***
İşte o Aziz’i görüp bu yazıyı kaleme alan Aysun Ulusan gibi; sonra yazıyı sosyal medyadaki hayvanseverlere sunan Deniz Özalp gibi; nihayet kendi sayfasında paylaşarak benim okumama vesile olan Alanya Demiratlılar Motorsiklet Kulübü Onursal Başkanı sevgili ağabeyim İsmail Hakkı Erdağ gibi -ve tabii benim gibi- sizin de boğazınız düğümdüğüm oldu, bundan eminim…
Ve eminim ki bu yazı size -eğer izlediyseniz-Haçiko adlı o muhteşem filmi anımsattı.
Japonya’da bir tren istasyonunda hiç gelmeyecek sevgili sahibini ömrü boyunca bekleyen ve öldükten sonra aynı yere bir vefa abidesi olarak heykeli dikilen Akita cinsi o muhteşem köpeği…
Onunki de gerçek bir hikâyeydi…
Belki bir gün Foça sahiline de köpeklerin insanlara verdiği vefa ve sadakat dersini ölümsüzleştirsin diye Terrier Aziz’in heykeli dikilir, kim bilir?
***
Yazı burada bitirilebilirdi…
Ama yapamam…
Aziz’in hikâyesi bana ömrüm boyunca aklımdan hiç çıkmayacak bir başka gerçek hikâyeyi anımsattı. Onu sizinle paylaşmadan bitirmem büyük vefasızlık olur:
2015 yazı biterkenbenim için değeri sözcüklere sığdırılamaz bir büyüğümü kaybettim. Çok etkilendiğim, öğretmenliğe başladığım yıllarda neredeyse her şeyi kendisinden öğrendiğim amcam, ağabeyim, manevi babam ve okul müdürüm sevgili Kenan Gümüş, ziyaret için gittiği memleketi Kastamonu-Abana’da yüzerken kalp krizi geçirip vefat etmişti.
Zaman nasıl hızlı geçiyor, onsuz 6 yıl geçirmişiz.
Aramızdan ayrıldığında 68 yaşındaydı ama yüzyıllara sığmayacak kadar muhteşem ve verimli bir hayat yaşamıştı.
Trajediye bakın ki ömrünün neredeyse tamamını gurbette yaşadıktan sonra çocukluğunun geçtiği kıyıda, ona belki de yaşam direncini kazandıran Karadeniz’in kolları arasında sılasına, gurbetine, ailesine, biz dostlarına ve yaşam denen girdaba veda etmişti…
Şimdi; denizi gözleyen ve denizde yitirdiği sahibini bekleyen Aziz’i düşününce kafamda kendi kendimi canlandırdım. Kenan Gümüş’ün sonsuz uykusuna daldığı o kıyıya gidince denize nasıl bakacağım?
Aziz’in ufka baktığı gibi mi?
Kim bilir?
Ben bilemiyorum…
***
Sevgili büyüğüm, ağabeyim, manevi babam ve okul müdürüm Kenan Gümüş’ü ölüm yıl dönümünde özlemle, duayla ve rahmetle anıyorum.