
İstismar kelimesi bugünkü Türkçede kullanıldığı anlamıyla Allah Resûlü’nün yaşadığı dönemde ve daha sonra uzunca bir süre Arapların dilinde yer almamıştır. İstismar ifadesi dilimize, “Bir şeyi veya bir kimseyi kendi çıkarına alet etmek, sömürmek, ondan haksız çıkar sağlamak.” şeklindeki olumsuz tanımıyla yerleşmiştir. İstismar, yani “insanların birilerini veya bir şeyleri kullanarak haksız menfaat sağlaması” her çağ ve kültürde farklı şekillerde yaşanan bir durumdur.
İnsanlık tarihi boyunca da görüle gelmiş bir olgudur. İstismar söz konusu olduğunda istismar eden, istismar edilen ve istismarın konusu olmak üzere üç unsur karşımıza çıkmaktadır. Hak, hukuk, makam, mevki, sevgi, merhamet, erkek, kadın demeden maddî veya manevi her şeyi menfaat aracı hâline getiren istismar, ahlâk dışı bir anlayışın ürünüdür. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü gibi bütün peygamberlerin tebliğinde hep zayıfı koruma ve onun hakkını ihlâl etmeme prensibi vardır. Bu yüzden onların etrafında ilk toplananlar, köleler, fakirler gibi toplumun zayıf ve istismara açık grupları olmuştur.
Tarihin hemen hemen her döneminde kadınlar, çocuklar, ucuz işgücü adına ağır şartlarda çalıştırılan işçiler, yeterince donanımlı olmayan gençler ve zaman zaman hayvanlar da istismarın alanı olmuştur. İstismara malzeme olan unsurlar somut olabileceği gibi, duygular, değerler gibi soyut olgular da olabilir. Günümüzde özellikle insanların merhamet duygularını ve iyi niyetlerini kötüye kullanarak haksız kazanç elde eden dilenciler yaygınlaşmıştır. “Allah rızası için.” diyerek el açan bu kişiler, aynı zamanda insanların samimi inançlarını da istismar etmekte, kendi çıkarlarına Allah’ın ismini alet etmektedirler. Bu nedenle Allah Resulü, “Az olsun çok olsun, servetine servet katmak için başkalarından dilenen kişi, kor ateş dilenir.” (Müslim, Zekât,105) diyerek inananları dilencilikten sakındırmıştır.
Değerlerin istismarının en ağır şekli, dinin ve dinî değerlerin kötüye kullanılmasıdır. Resûlüllah (sav) hayatta iken de vefat ettikten sonra da bizzat kendisini ve onun tebliğ ettiği dini istismar etmeye cüret edenler olmuştu. Asr-ı saadette yaşanan bir olayda Hz. Peygamber’in görevi istismara yol açabilecek rüşvet niteliğindeki uygulamaların önüne geçme hususundaki hassasiyetini göstermektedir. Ezd kabilesine mensup İbnü’l-Lütbiyye isimli bir adam Süleymoğulları’nın zekâtlarını toplamak üzere Peygamberimiz (sav) tarafından görevlendirilmişti. Toplama işini bitirip geldiğinde zekât için verilen malları Resûlullah’a teslim etmiş, ancak bir kısmını kenara ayırıp, “Yâ Resûlallah! Bu size aittir. Bu da bana hediye edilendir.” demişti. Bunun üzerine Resûlullah, “Gerçekten öyleyse, sen ana babanın evinde otursaydın bu hediye sana gelir miydi?” demiş, ardından bir hutbe vererek insanların haksızlıkla elde ettiği malların, kıyamette ağır bir ceza olarak karşılarına çıkacağını ifade etmiştir. (Buhari, Hıyel,15)
Din istismarının en kötü ve aynı zamanda en tehlikeli şekli, Allah’ın Kitabı’nın ve Resûlullah’ın sözlerinin istismar edilmesidir. Kur’ân-ı Kerîm, Allah’a verdikleri sözü ve yemini az bir karşılığa değişen (Al-i İmran,77) okudukları, kitaptan sanılsın diye kitabı okurken dillerini eğip büken (Al-i İmran,78) ve kendi menfaatleri için Tevrat’taki bazı âyetleri görmezden gelen, hatta bilerek tahrif edenlerin (Al-i İmran,78) din istismarı yaptığını ortaya koymuştur. Allah (cc) aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’deki müteşâbih âyetleri fitne çıkarmak ve arzularına göre yorumda bulunmak suretiyle istismar edenlerin olabileceğini de bildirmiştir. (Al-i İmran,7) “Kur’an’ın müteşâbihlerine tâbi olanları gördüğünüz zaman, onlardan sakınınız. Onlar, Allah’ın bu âyette belirttiği kimselerdir.” (Buhari, Tefsir,1) buyuran Allah Resûlü (sav) de, inananların âyetleri istismar etmek isteyen kimselere itibar etmemeleri gerektiğini ifade etmiştir.
Allah’ın Kitabı’nı, Peygamberi’ni, dinini, halkın samimi inançlarını ve çaresizliklerini sömürdükleri gibi âdeta Allah’ın merhametini ve tevbeleri kabul etme vasfını da istismar ederek, şahsi çıkarlarına alet etmek isteyenler maalesef günümüzde din kisvesi altında, üstelik yaptıklarının yanlış olduğunu bile bile, sihir, büyü, fal, üfürükçülük gibi dine aykırı olan her şeyi yapan ve bundan kazanç elde edenler, bilinçsiz insanları sömürenler hiç de azımsanacak sayıda değildir. Dinimiz kolay ve haksız yoldan kazanç sağlamayı, başkalarının sırtından geçinmeyi asla tasvip etmemektedir. Her ne şekilde olursa olsun istismar, samimi ve ihlaslı bir mümine yakışmayacak, sakınılması gereken, ahlâksız bir tutumdur. Zira Resûlullah (sav) “...Dini dünyaya alet eden insan ne kötüdür!... Arzu ve isteklerinin kendisini saptırdığı insan ne kötüdür!” (Tirmizi, Sıfatü’l –kıyame,17 ) buyurmuştur.
İnsanlık tarihi boyunca da görüle gelmiş bir olgudur. İstismar söz konusu olduğunda istismar eden, istismar edilen ve istismarın konusu olmak üzere üç unsur karşımıza çıkmaktadır. Hak, hukuk, makam, mevki, sevgi, merhamet, erkek, kadın demeden maddî veya manevi her şeyi menfaat aracı hâline getiren istismar, ahlâk dışı bir anlayışın ürünüdür. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü gibi bütün peygamberlerin tebliğinde hep zayıfı koruma ve onun hakkını ihlâl etmeme prensibi vardır. Bu yüzden onların etrafında ilk toplananlar, köleler, fakirler gibi toplumun zayıf ve istismara açık grupları olmuştur.
Tarihin hemen hemen her döneminde kadınlar, çocuklar, ucuz işgücü adına ağır şartlarda çalıştırılan işçiler, yeterince donanımlı olmayan gençler ve zaman zaman hayvanlar da istismarın alanı olmuştur. İstismara malzeme olan unsurlar somut olabileceği gibi, duygular, değerler gibi soyut olgular da olabilir. Günümüzde özellikle insanların merhamet duygularını ve iyi niyetlerini kötüye kullanarak haksız kazanç elde eden dilenciler yaygınlaşmıştır. “Allah rızası için.” diyerek el açan bu kişiler, aynı zamanda insanların samimi inançlarını da istismar etmekte, kendi çıkarlarına Allah’ın ismini alet etmektedirler. Bu nedenle Allah Resulü, “Az olsun çok olsun, servetine servet katmak için başkalarından dilenen kişi, kor ateş dilenir.” (Müslim, Zekât,105) diyerek inananları dilencilikten sakındırmıştır.
Değerlerin istismarının en ağır şekli, dinin ve dinî değerlerin kötüye kullanılmasıdır. Resûlüllah (sav) hayatta iken de vefat ettikten sonra da bizzat kendisini ve onun tebliğ ettiği dini istismar etmeye cüret edenler olmuştu. Asr-ı saadette yaşanan bir olayda Hz. Peygamber’in görevi istismara yol açabilecek rüşvet niteliğindeki uygulamaların önüne geçme hususundaki hassasiyetini göstermektedir. Ezd kabilesine mensup İbnü’l-Lütbiyye isimli bir adam Süleymoğulları’nın zekâtlarını toplamak üzere Peygamberimiz (sav) tarafından görevlendirilmişti. Toplama işini bitirip geldiğinde zekât için verilen malları Resûlullah’a teslim etmiş, ancak bir kısmını kenara ayırıp, “Yâ Resûlallah! Bu size aittir. Bu da bana hediye edilendir.” demişti. Bunun üzerine Resûlullah, “Gerçekten öyleyse, sen ana babanın evinde otursaydın bu hediye sana gelir miydi?” demiş, ardından bir hutbe vererek insanların haksızlıkla elde ettiği malların, kıyamette ağır bir ceza olarak karşılarına çıkacağını ifade etmiştir. (Buhari, Hıyel,15)
Din istismarının en kötü ve aynı zamanda en tehlikeli şekli, Allah’ın Kitabı’nın ve Resûlullah’ın sözlerinin istismar edilmesidir. Kur’ân-ı Kerîm, Allah’a verdikleri sözü ve yemini az bir karşılığa değişen (Al-i İmran,77) okudukları, kitaptan sanılsın diye kitabı okurken dillerini eğip büken (Al-i İmran,78) ve kendi menfaatleri için Tevrat’taki bazı âyetleri görmezden gelen, hatta bilerek tahrif edenlerin (Al-i İmran,78) din istismarı yaptığını ortaya koymuştur. Allah (cc) aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’deki müteşâbih âyetleri fitne çıkarmak ve arzularına göre yorumda bulunmak suretiyle istismar edenlerin olabileceğini de bildirmiştir. (Al-i İmran,7) “Kur’an’ın müteşâbihlerine tâbi olanları gördüğünüz zaman, onlardan sakınınız. Onlar, Allah’ın bu âyette belirttiği kimselerdir.” (Buhari, Tefsir,1) buyuran Allah Resûlü (sav) de, inananların âyetleri istismar etmek isteyen kimselere itibar etmemeleri gerektiğini ifade etmiştir.
Allah’ın Kitabı’nı, Peygamberi’ni, dinini, halkın samimi inançlarını ve çaresizliklerini sömürdükleri gibi âdeta Allah’ın merhametini ve tevbeleri kabul etme vasfını da istismar ederek, şahsi çıkarlarına alet etmek isteyenler maalesef günümüzde din kisvesi altında, üstelik yaptıklarının yanlış olduğunu bile bile, sihir, büyü, fal, üfürükçülük gibi dine aykırı olan her şeyi yapan ve bundan kazanç elde edenler, bilinçsiz insanları sömürenler hiç de azımsanacak sayıda değildir. Dinimiz kolay ve haksız yoldan kazanç sağlamayı, başkalarının sırtından geçinmeyi asla tasvip etmemektedir. Her ne şekilde olursa olsun istismar, samimi ve ihlaslı bir mümine yakışmayacak, sakınılması gereken, ahlâksız bir tutumdur. Zira Resûlullah (sav) “...Dini dünyaya alet eden insan ne kötüdür!... Arzu ve isteklerinin kendisini saptırdığı insan ne kötüdür!” (Tirmizi, Sıfatü’l –kıyame,17 ) buyurmuştur.