
Hikâye, Oruç Aruoba’ya atfedilir:
Yirminci yüzyılın bu naif filozofu, yanındaki köpekle parkta gezinirken pek de hazzetmediği bir tanıdığıyla karşılaşmış. Aruoba’yla konuşmanın bir yolunu arayan adam seslenmiş:
-Köpek senin mi?
Filozof, kısa kesmiş:
-Hayır, ben onun insanıyım…
Yanı başımızdaki bir canlının ‘bize ait’ olabileceği yanılsaması…
Evet bir yanılsama bu, bir illüzyon…
Ve oluşturduğu etki ne kadar trajikomik, değil mi?
Aynı durum, kadın-erkek ilişkileri için de geçerli.
İster kolunuza girerek yanınızda, sizinle birlikte geziniyor olsun, ister cüzdanınızda onun fotoğrafını, saç telini filan taşıyor olun; özlemden kahrolun, aşkından ölün, içinizi lime lime edin ya da ne bileyim, onu yeni baştan yarattığınız gibi megalomanca bir fikre sahip olun; fark etmez.
Asla bir kadının her şeyiyle size ait olduğu yanılgısına kapılmayın!
Çünkü kadın, sadece kendi kendine aittir.
***
Bu da başka bir hikâye:
Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman generaline:
-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var
demiş ve eklemiş:
-‘Kadınlar hayatta en çok ne isterler?’ bunu bilmek istiyorum. Bana bu sorunun yanıtını getir, kelleni kurtar…
General sormuş soruşturmuş, bu çetin sorunun yanıtını Kaf dağındaki bir cadının bildiğini öğrenmiş. Günlerce gecelerce at koşturmuş, cadıyı bulmuş ve soruyu nakletmiş:
-‘Kadınlar hayatta en çok ne ister?’
Korkunç cadı, yanıt için öyle bir şart ileri sürmüş ki yenilir yutulur cinsten değilmiş:
-Evlen benimle! O zaman söylerim ancak yanıtı…
Bu korkunç teklifi kabul etmiş General ve doğru yanıtı alır almaz da Harun Reşit'e koşmuş:
-Kadınlar, hayatta en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmeyi isterler!
Harun Reşit Generalin hayatını bağışlamış; ancak General, cadıya evlenmek için söz vermiş bir kere. Çaresiz yeniden Kaf dağının ardına doğru yola koyulmuş.
Evlenmişler. İlk gece General bir bakmış ki o korkunç cadı dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş kapkaranlık odada.
Konuşmuş cadı:
-Benim kaderim böyle. Günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer yarısında ise çirkin… Ne dersin, geceleri sadece seninleyken mi güzel olayım, yoksa gündüzleri başkalarının yanındayken mi?
General düşünmüş ve:
-Sen bilirsin, kararı kendin ver
demiş. İşte o an korkunç cadı bir daha değişmemek üzere güzel bir kadına dönüşmüş.
Bu hikâyeden çıkarılacak üç ders var:
1.Kadınlar, en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2.Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın, her zaman güzeldir.
3.İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın, aslında içinde bir cadı saklar. Damarına basmaya gör!
***
Bizi sekizinci yüzyıl sonlarının İran’ına götüren bu ikinci hikâye ilk hangi kaynakta geçmiş, maalesef belirleyemedim. Ben, tanıdığım en karizmatik eğitim girişimcilerinden birinden, sevgili Şule Noyan’dan işitmiştim.
Kulakları çınlasın.
Erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere dönüşmediği; masumiyetin, aşkın, arkadaşça sevginin ya da sadece karşı cinse saygının öne çıktığı; bunların zaten her gün, her an en önde olduğu bir hayat düşlüyoruz.
Birbirimize dönüşmeden…
Birbirimizi işgal etmeden…
Birimiz öbürümüzün yaşama hakkını elinden almadan…
Birimiz öbürümüzü tamamlayalım ve önceki hâlimizden daha değerli olalım diye böyle bir hayal kuruyoruz.
Emin olun ki iyi yapıyoruz!
***
Sevgililerimizin, annelerimizin, kızlarımızın, kız kardeşlerimizin; dünyayı bulundukları her ortamda büyütmeyi başardıkları şeyle, karşılıksız ve katıksız sevgiyle güzelleştirenlerin ‘Kadınlar Günü’ kutlu olsun.
(Arşivden)
Yirminci yüzyılın bu naif filozofu, yanındaki köpekle parkta gezinirken pek de hazzetmediği bir tanıdığıyla karşılaşmış. Aruoba’yla konuşmanın bir yolunu arayan adam seslenmiş:
-Köpek senin mi?
Filozof, kısa kesmiş:
-Hayır, ben onun insanıyım…
Yanı başımızdaki bir canlının ‘bize ait’ olabileceği yanılsaması…
Evet bir yanılsama bu, bir illüzyon…
Ve oluşturduğu etki ne kadar trajikomik, değil mi?
Aynı durum, kadın-erkek ilişkileri için de geçerli.
İster kolunuza girerek yanınızda, sizinle birlikte geziniyor olsun, ister cüzdanınızda onun fotoğrafını, saç telini filan taşıyor olun; özlemden kahrolun, aşkından ölün, içinizi lime lime edin ya da ne bileyim, onu yeni baştan yarattığınız gibi megalomanca bir fikre sahip olun; fark etmez.
Asla bir kadının her şeyiyle size ait olduğu yanılgısına kapılmayın!
Çünkü kadın, sadece kendi kendine aittir.
***
Bu da başka bir hikâye:
Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman generaline:
-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var
demiş ve eklemiş:
-‘Kadınlar hayatta en çok ne isterler?’ bunu bilmek istiyorum. Bana bu sorunun yanıtını getir, kelleni kurtar…
General sormuş soruşturmuş, bu çetin sorunun yanıtını Kaf dağındaki bir cadının bildiğini öğrenmiş. Günlerce gecelerce at koşturmuş, cadıyı bulmuş ve soruyu nakletmiş:
-‘Kadınlar hayatta en çok ne ister?’
Korkunç cadı, yanıt için öyle bir şart ileri sürmüş ki yenilir yutulur cinsten değilmiş:
-Evlen benimle! O zaman söylerim ancak yanıtı…
Bu korkunç teklifi kabul etmiş General ve doğru yanıtı alır almaz da Harun Reşit'e koşmuş:
-Kadınlar, hayatta en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmeyi isterler!
Harun Reşit Generalin hayatını bağışlamış; ancak General, cadıya evlenmek için söz vermiş bir kere. Çaresiz yeniden Kaf dağının ardına doğru yola koyulmuş.
Evlenmişler. İlk gece General bir bakmış ki o korkunç cadı dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş kapkaranlık odada.
Konuşmuş cadı:
-Benim kaderim böyle. Günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer yarısında ise çirkin… Ne dersin, geceleri sadece seninleyken mi güzel olayım, yoksa gündüzleri başkalarının yanındayken mi?
General düşünmüş ve:
-Sen bilirsin, kararı kendin ver
demiş. İşte o an korkunç cadı bir daha değişmemek üzere güzel bir kadına dönüşmüş.
Bu hikâyeden çıkarılacak üç ders var:
1.Kadınlar, en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2.Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın, her zaman güzeldir.
3.İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın, aslında içinde bir cadı saklar. Damarına basmaya gör!
***
Bizi sekizinci yüzyıl sonlarının İran’ına götüren bu ikinci hikâye ilk hangi kaynakta geçmiş, maalesef belirleyemedim. Ben, tanıdığım en karizmatik eğitim girişimcilerinden birinden, sevgili Şule Noyan’dan işitmiştim.
Kulakları çınlasın.
Erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere dönüşmediği; masumiyetin, aşkın, arkadaşça sevginin ya da sadece karşı cinse saygının öne çıktığı; bunların zaten her gün, her an en önde olduğu bir hayat düşlüyoruz.
Birbirimize dönüşmeden…
Birbirimizi işgal etmeden…
Birimiz öbürümüzün yaşama hakkını elinden almadan…
Birimiz öbürümüzü tamamlayalım ve önceki hâlimizden daha değerli olalım diye böyle bir hayal kuruyoruz.
Emin olun ki iyi yapıyoruz!
***
Sevgililerimizin, annelerimizin, kızlarımızın, kız kardeşlerimizin; dünyayı bulundukları her ortamda büyütmeyi başardıkları şeyle, karşılıksız ve katıksız sevgiyle güzelleştirenlerin ‘Kadınlar Günü’ kutlu olsun.
(Arşivden)