Her ne yaşanırsa yaşansın, toplum ne kadar yozlaşırsa yozlaşsın kadının her daim var olduğu, asla ötekileştirilmediği, her türlü haklara erkekler kadar sahip olduğu tek din İslam’dır.
İslamiyet’in doğuşundan bugüne kadar gelen süre içinde kadının varlığı şekil değiştirmiş olsa da Türk aile yapısı içinde her daim korunan, gözetilen ve saygı duyulan bir kimlik olma özelliğini korumuştur. En azından toplumun önemli bir kısmı tarafından böyledir.
Ülkemizde kadının adının Cumhuriyet’in ardından konulduğu, sosyal ve ekonomik hayata Cumhuriyet döneminde atıldığı aslında doğru bilenen yanlışlardandır.
Tarih sayfalarına bakınca sayıları fazla olmasa da kadınların ekonomik ve sosyal alanda faaliyet gösterdiklerine şahit oluyoruz.
Mesela ilk fotoğrafçı kadın Naciye Hanım.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiği zaman Müslüman Osmanlı kadınlarının bir işte fiilen çalışması, iş kurması veya hayatını kurmuş olduğu bu işten kazanmasını düşünmek bir kenara hayal bile edilemezdi. Bu olacak şey değildi. Ancak, Birinci Dünya Savaşı Osmanlı’nın ekonomik ve toplumsal dengelerini altüst etmiş, geleneksel tabuların kırılmasına olanak sağlamıştı. İşte böylesi bir ortamda İstanbul’da hayatını profesyonel anlamda fotoğrafçılık yaparak kazanmış Naciye Hanım.
Naciye Hanım, İstanbul’un işgal dönemlerinde oturdukları Said Paşa Konağı’nın üst katında eşinin hobi amaçlı kurduğu fotoğraf stüdyosunda İsmail Hakkı Bey’den fotoğrafçılık sanatını öğrendi. Evinin alt katındaki giriş kapısının üzerine ‘Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye’ yazılı bir tabela astırdı ve profesyonel fotoğrafçı olarak çalışmaya başladı. Kadın kadına fotoğraf çektirmek fikri, Müslüman Osmanlı kadınları arasında büyük rağbet gördü ve kısa bir süre içinde Naciye Hanım’ın küçük stüdyosu kadın müşterilerle dolup taşmaya başladı. 1919 yılının ilk aylarında Yıldız’da bulunan Said Paşa Konağı’nın alt katında ‘Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye’ adıyla açılmış olan bu fotoğrafçı dükkânı, işler açılınca 1921 yılında Beyazıt’a taşındı.
İlk kadın Paşa
Prenses Emine Hanım, tuttuğunu koparan otoriter bir kadındı. İstanbul O'nu Vâlide Paşa olarak bilirdi. Ve ‘Paşa’ unvanını alan tek kadındı. Bu unvanı kendisine veren Sultan 2. Abdülhamid Han'dır.
İlk kadın doktor
Osmanlı İmparatorluğu döneminde çeşitli hizmetleriyle tanınmış bir ailenin kızı olan Safiye Ali, 1891 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Balkan Savaşı günlerinde cepheden getirilen pek çok yaralıyı görüp doktor olmaya karar verdi. Ancak onun bu isteğini gerçekleştirmek zor olacaktı. Çünkü o yıllarda bir kadının tıp öğrenimi görmesi olanaksızdı. Oldukça yetenekli ve başarılı bir kişi olarak dikkatleri çeken Safiye Ali, dönemin Maarif Vekili Şükrü Bey'in desteği ile Almanya'ya tıp eğitimine gönderildi.
Bu ülkede kadın ve çocuk hastalıkları üzerine ihtisas yapan Safiye Ali, Kurtuluş Savaşı'nın sona erdiği günlerde yurda döndü ve hemen işe başladı. Kısa sürede Cağaloğlu'nda açtığı klinikte tedaviye başlayan Safiye Ali, dönemin ünlü doktorlarından Besim Ömer Paşa, Akil Muhtar ve Operatör Emin Bey'den büyük destek görerek süt ve bakımevlerinde çalıştı. Yakalandığı kanserden kurtulamayan Safiye Ali, 1952 yılında yaşamını yitirdi.
Bugün bu meslekler artık her kadının çok kolayca yapabilecekleri işler arasında. Hatta günümüzde erkek işi olarak bilenen nice meslekte kadınlar çalışmakta.
Gelin görün ki bu yolda çok yol aldık ama kadına verilen değeri yok ettik. Hızla değişip dönüşelim, çağa ayak uyduralım derken kadını cinsel bir meta, fiziksel şiddet uygulanacak birey haline getirdik.
Analarımızı baş tacı kabul edip diğer kadınları şeytan addettik. Oysa ne güzel diyor şair, “ Bir kadın almazsın bir hayat alırsın.”
İslamiyet’in doğuşundan bugüne kadar gelen süre içinde kadının varlığı şekil değiştirmiş olsa da Türk aile yapısı içinde her daim korunan, gözetilen ve saygı duyulan bir kimlik olma özelliğini korumuştur. En azından toplumun önemli bir kısmı tarafından böyledir.
Ülkemizde kadının adının Cumhuriyet’in ardından konulduğu, sosyal ve ekonomik hayata Cumhuriyet döneminde atıldığı aslında doğru bilenen yanlışlardandır.
Tarih sayfalarına bakınca sayıları fazla olmasa da kadınların ekonomik ve sosyal alanda faaliyet gösterdiklerine şahit oluyoruz.
Mesela ilk fotoğrafçı kadın Naciye Hanım.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiği zaman Müslüman Osmanlı kadınlarının bir işte fiilen çalışması, iş kurması veya hayatını kurmuş olduğu bu işten kazanmasını düşünmek bir kenara hayal bile edilemezdi. Bu olacak şey değildi. Ancak, Birinci Dünya Savaşı Osmanlı’nın ekonomik ve toplumsal dengelerini altüst etmiş, geleneksel tabuların kırılmasına olanak sağlamıştı. İşte böylesi bir ortamda İstanbul’da hayatını profesyonel anlamda fotoğrafçılık yaparak kazanmış Naciye Hanım.
Naciye Hanım, İstanbul’un işgal dönemlerinde oturdukları Said Paşa Konağı’nın üst katında eşinin hobi amaçlı kurduğu fotoğraf stüdyosunda İsmail Hakkı Bey’den fotoğrafçılık sanatını öğrendi. Evinin alt katındaki giriş kapısının üzerine ‘Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye’ yazılı bir tabela astırdı ve profesyonel fotoğrafçı olarak çalışmaya başladı. Kadın kadına fotoğraf çektirmek fikri, Müslüman Osmanlı kadınları arasında büyük rağbet gördü ve kısa bir süre içinde Naciye Hanım’ın küçük stüdyosu kadın müşterilerle dolup taşmaya başladı. 1919 yılının ilk aylarında Yıldız’da bulunan Said Paşa Konağı’nın alt katında ‘Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye’ adıyla açılmış olan bu fotoğrafçı dükkânı, işler açılınca 1921 yılında Beyazıt’a taşındı.
İlk kadın Paşa
Prenses Emine Hanım, tuttuğunu koparan otoriter bir kadındı. İstanbul O'nu Vâlide Paşa olarak bilirdi. Ve ‘Paşa’ unvanını alan tek kadındı. Bu unvanı kendisine veren Sultan 2. Abdülhamid Han'dır.
- Abdülhamid Han tarafından kendisine hediye edilen Bebek'teki yalıyı, nice yıllardan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne bağışlamak istedi ancak Paşa unvanı kaldırılınca bu kararından vazgeçti.
İlk kadın doktor
Osmanlı İmparatorluğu döneminde çeşitli hizmetleriyle tanınmış bir ailenin kızı olan Safiye Ali, 1891 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Balkan Savaşı günlerinde cepheden getirilen pek çok yaralıyı görüp doktor olmaya karar verdi. Ancak onun bu isteğini gerçekleştirmek zor olacaktı. Çünkü o yıllarda bir kadının tıp öğrenimi görmesi olanaksızdı. Oldukça yetenekli ve başarılı bir kişi olarak dikkatleri çeken Safiye Ali, dönemin Maarif Vekili Şükrü Bey'in desteği ile Almanya'ya tıp eğitimine gönderildi.
Bu ülkede kadın ve çocuk hastalıkları üzerine ihtisas yapan Safiye Ali, Kurtuluş Savaşı'nın sona erdiği günlerde yurda döndü ve hemen işe başladı. Kısa sürede Cağaloğlu'nda açtığı klinikte tedaviye başlayan Safiye Ali, dönemin ünlü doktorlarından Besim Ömer Paşa, Akil Muhtar ve Operatör Emin Bey'den büyük destek görerek süt ve bakımevlerinde çalıştı. Yakalandığı kanserden kurtulamayan Safiye Ali, 1952 yılında yaşamını yitirdi.
Bugün bu meslekler artık her kadının çok kolayca yapabilecekleri işler arasında. Hatta günümüzde erkek işi olarak bilenen nice meslekte kadınlar çalışmakta.
Gelin görün ki bu yolda çok yol aldık ama kadına verilen değeri yok ettik. Hızla değişip dönüşelim, çağa ayak uyduralım derken kadını cinsel bir meta, fiziksel şiddet uygulanacak birey haline getirdik.
Analarımızı baş tacı kabul edip diğer kadınları şeytan addettik. Oysa ne güzel diyor şair, “ Bir kadın almazsın bir hayat alırsın.”