
Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız.
Konfüçyüs
İnsanların ister akademik ister sosyal alanda başarılı olabilmeleri için kullandıkları kelimelerin anlam dünyasına vakıf olmaları, onların etki alanlarını çok iyi tahmin etmeleri gerekmektedir. Her kelimenin, her sözün ardında bir hazine, bir kültür yatmaktadır. Kelimeler o kültürün üzerindeki ince örtü gibidir. O örtü kalkmayınca dilin ve kültürün zevkini hissetmek imkânsız olmakta, bu durumda dil, bir kültür taşıyıcısı olmaktan çıkarak sadece iletişim aracına dönüşmektedir. Dil zevki kelime zevkinden başlar. İnsanların dünyası kullandıkları kelimelerin dünyası kadardır. Aşağıda da anlam dünyası farklı olan birkaç kelimenin izi aranmıştır.
“Bundan iyisi Şam’da kayısı” sözünün ilginç bir serüveni var. Bu ifadenin manasını anlamak için Şam şehrinin kayısı ile bağlantısına bakmak gerekmektedir. Amin Maalouf, Doğu’dan Uzakta adlı romanında Şam kayısının beyaz renginin ve çok özel tadının olduğunu, bu kaysıları iş adamlarının hasat zamanından önce satın aldığı ve halkın bu lezzetin farkında olmadığını söylemektedir. Kapitalist sistemin hakim olmadığı geçmiş zamanlarda bu kaysıları birçok kişi tatmış, her şeyin en güzelinin Şam’daki kayısı olduğu manasında bu söylemi kullanmıştır. Şam kayısını tatmayanların bu söylemin manasına tam olarak vakıf olmaları zor görünmektedir.
Akbaba kelimesinin de farklı anlam geçmişi bulunmaktadır. Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhan bacanaktırlar. Bunlar 7 Aralık 1922 yılında Pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa yayınlanacak olan Akbaba mizah gazete ve dergisini çıkarmışlardır. Mütareke ve Milli Mücadele Basını adlı kitapta Yusuf Ziya Ortaç’ın 7 Aralık 1922 tarihinde Akbaba’nın ilk sayısı için şunları ifade ettiği aktarılmaktadır: “İnsanların çok yaşlısına, saçı sakalı ağarmış olanlarına akbaba derler. Kuşların en çok yaşayanı da akbabadır. İnşallah bizim Akbaba’mız da gazetelerin en uzun ömürlüsü olur.” Günümüzde kuşun bir türüne akbaba denildiği herkes tarafından bilinmesine rağmen, eski dönemde saçı sakalı ağarmış yaşlı kişilere de akbaba denildiğini buradan öğrenmekteyiz.
Nevşehir’den ilk defa İstanbul’a gelen bir kişi Kadıköy’ün ihtişamına, güzelliğine bayılmış, “Bizim Nevşehir’e şehir, buraya da köy diyenin aklına şaşarım” demiş. Bu söylem Kadıköy’ün köyle alakası için söylenmektedir.
Dursun Gürlek, Maziye Bir Bakıver kitabında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a ilk belediye başkanı ve kadı tayin ettiği Hızır Çelebi’ye bu bölgeyi arpalık olarak verdiğini o günden itibaren buranın adının Kadıköy olarak anılmaya başlandığını söylemektedir. Gürlek yazısının devamında ise Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca’nın 1944 yılında Kadıköy Halkevinde vermiş olduğu konferansta “Kadıköy’ün sokaklarında dolaşırken Üsküdar gibi eski ve tarihi abidelerinin olmamasına ne kadar üzülüyordum. Şimdi Hızır Bey Çelebi ile Kadıköy’ünün münasebetini bulunca ne kadar çok sevindim. Kadıköy’ümüzün her ne kadar iftihar edeceği tarihi ve eski abidesi yoksa da manen onun Hızır Bey gibi beş yüz senelik bir abidesi var diye iftihar duymaya başladım” şeklinde ifadeler kullandığını söylemektedir.
Onnik Jamgoçyan ise Osmanlı İmparatorluğu’nda Sarraflık, adlı eserinde ise Kadıköy’ün isminin Bizanslılar zamanında Kalkedonya (körler ülkesi) olduğunu dile getirmektedir.
Dilimizde çok kullandığımız destur sözcüğünün Zerdüşt İnanırlarının önderi, ateşgedelerde hizmette bulunan yüksek rütbeli din adamı anlamının yanında Ferhengi Ziya’da vezir, vekil, müşir (mareşal) manaları bulunmaktadır. Aynı kelimenin kanun, töre anlamı vardır ki dilimize daha çok bu anlamı ile yer edinmiştir.
Küp kapağı isminin kadın ve kitapla alakası var. Eskiler kadın ve güve olmak üzere kitabın iki düşmanının olduğundan bahseder. Güve kitabın içini; kadın ise kitabın sahibini yer bitirirmiş. Adamın birisi çok büyük paralar verip aldığı kitabını evinde içinde çok aramış bulamamış, zaman sonra kitabını, evin hanımı turşu vurduğu küpe kapak olarak kullandığını görmüş. Sahaflar bu nedenle büyük ebatlı kitaplara küp kapağı tabirini kullanmaktadırlar. Yine “adam mezara kitap mezata (açık artırmaya)” sözü de kitabın aile ile ilişkisinin serüvenini anlatmaktadır.