
“Ben, size gönderilmiş emîn bir resûlüm” (Şu’arâ 162)
Ayette geçen “ rasûlun emîn / Emîn bir resûl” ifadesi peygamberlerin sıfatlarındandır. Bu tanıtım şekli, bir önceki yazıda ele aldığımız, Şu’arâ suresindeki peygamberlerin tebliğ sonrası yaptıkları “ elâ tettekûn / sakınmaz mısınız!” ikazı gibi bir tebliğ ve ikazdır. Bu tebliğ ve ikazı Şu’arâ suresinde Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lût, Hz. Şuayib kavimlerine tekrar etmişlerdir. Duhân suresi 18. ayette ise Hz. Musa Firavun’a ve toplumuna bu cümleyle hitap etmiştir.
“Emîn” ifadesinin sözlük anlamı şöyledir: Güvenilir, sağlam, sabit. Sadece peygamberler, vahiyle olan ilgileri bağlamında, söz ve eylemlerinde güvenilir kimselerdir. Eğitimi, makamı mevkii ne olursa olsun insan doğasında yalan söyleme, yanlış yapma, hata etme, nefse uyma daima gözüken hallerdir. Peygamberler ise kendi sözlerini değil, doğrudan Hakk’ın vahyini tebliğ ettiklerinden sadece onların sözü mutlak bir doğruluk taşır. Güvenilecek yegâne söz peygamberlerin sözüdür; yani vahiy. Çünkü Peygamberin lisanındaki söz Allah’a ait bir sözdür; Allah ise sadece hakkı söyler ve hakla hükmeder.
Resullerin “emîn” kimseler olduklarının önemli bir göstergesi de Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed (sav)’e kadar gelen Peygamberlerin tebliğlerinin birbiriyle çelişmemesidir. Kuran’ın şehadetiyle söylersek Peygamberin sözleri aynı ilahî özde birleşmiş sözlerdir. (Bilindiği üzere tahrif edilen ilahî metinlerin aslı Kuran’dır.)
Şu türden tartışmalar de eksik olmuyor: ‘Hadislerin bir kısmı uydurulmuştur!’ Nitekim bu iddiaları doğrulayacak örnekler uzun asırlar öncesinden tespit edilmiştir. Bir sözün peygambere ait olup olmadığını test etmenin bilinen en önemli yöntemi o sözün Kuran ayetleriyle çelişip çelişmediğine bakmaktır. Çelişiyorsa o söz peygambere ait değildir. Bu yöntem din adına sadece doğru olanı talep edenlerin elindeki kıyamete kadar geçerli tek yöntemdir. Bir şeyhin, bir bilim adamının, bir hoca efendini, bir yazarın, bir siyasetçinin, bir anne ve babanın vb. kimselerin din adına söyledikleri sözlerin hükmü ancak Kuran’la doğrulanabildiği ölçüde bir değer kazanabilecektir. Peygamberin sözünü doğru mu yanlış mı diye araştıranların kendi sözlerinin ne ölçüde doğru olduğunu yine Kuran’dan araştırmaları gerekmez mi?
‘Emîn Resul’lerin sözlerinin yalanlanması helak edilen kavimler örnekliğinde görüldüğü üzere ağır sonuçlar doğurmuştur. Rabbimizin yeryüzünde şeriatı geçerli tek Peygamberi kalmıştır: Hz. Muhammed (sav). Onun tebliğ ettiği Kuran ‘Hak Din’in kaynağıdır. Güvenilecek tek dinî kaynak Hazreti Kuran ve ‘Emîn Resul’ Hz. Muhammed (sav)’in Kuran’la doğrulanabilen Sünnetidir. Diğer insanların sözlerinin hükmü Kuran ve Sünnete olan bağlılığı ve nispeti oranındadır. Aksi takdirde beşerî sözlerin ve yazıların ‘Hak Din’ adına bağlayıcılığı olamaz.
Sonuç: Kuran ayetlerini indiren meleğin ismi Cebrail (as)’dır. Onun sıfatı ‘Ruhul Emîn’dir. Vahyin indiği Zât, Hz. Muhammed (sav), aynı yüce mahiyette ‘makam-ı mahmud’u içinde taşıyan bir ‘makam-ı ilâhi’dir. Bu yüzden Efendimizin sıfatı da “el Emîn” oldu. Dünyada ve ahrette emniyet içinde olmanın biricik yolu el Emin olan Resulün tebliğine Kuran’a ve Sünnet’e uymaktır.
Ayette geçen “ rasûlun emîn / Emîn bir resûl” ifadesi peygamberlerin sıfatlarındandır. Bu tanıtım şekli, bir önceki yazıda ele aldığımız, Şu’arâ suresindeki peygamberlerin tebliğ sonrası yaptıkları “ elâ tettekûn / sakınmaz mısınız!” ikazı gibi bir tebliğ ve ikazdır. Bu tebliğ ve ikazı Şu’arâ suresinde Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lût, Hz. Şuayib kavimlerine tekrar etmişlerdir. Duhân suresi 18. ayette ise Hz. Musa Firavun’a ve toplumuna bu cümleyle hitap etmiştir.
“Emîn” ifadesinin sözlük anlamı şöyledir: Güvenilir, sağlam, sabit. Sadece peygamberler, vahiyle olan ilgileri bağlamında, söz ve eylemlerinde güvenilir kimselerdir. Eğitimi, makamı mevkii ne olursa olsun insan doğasında yalan söyleme, yanlış yapma, hata etme, nefse uyma daima gözüken hallerdir. Peygamberler ise kendi sözlerini değil, doğrudan Hakk’ın vahyini tebliğ ettiklerinden sadece onların sözü mutlak bir doğruluk taşır. Güvenilecek yegâne söz peygamberlerin sözüdür; yani vahiy. Çünkü Peygamberin lisanındaki söz Allah’a ait bir sözdür; Allah ise sadece hakkı söyler ve hakla hükmeder.
Resullerin “emîn” kimseler olduklarının önemli bir göstergesi de Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed (sav)’e kadar gelen Peygamberlerin tebliğlerinin birbiriyle çelişmemesidir. Kuran’ın şehadetiyle söylersek Peygamberin sözleri aynı ilahî özde birleşmiş sözlerdir. (Bilindiği üzere tahrif edilen ilahî metinlerin aslı Kuran’dır.)
Şu türden tartışmalar de eksik olmuyor: ‘Hadislerin bir kısmı uydurulmuştur!’ Nitekim bu iddiaları doğrulayacak örnekler uzun asırlar öncesinden tespit edilmiştir. Bir sözün peygambere ait olup olmadığını test etmenin bilinen en önemli yöntemi o sözün Kuran ayetleriyle çelişip çelişmediğine bakmaktır. Çelişiyorsa o söz peygambere ait değildir. Bu yöntem din adına sadece doğru olanı talep edenlerin elindeki kıyamete kadar geçerli tek yöntemdir. Bir şeyhin, bir bilim adamının, bir hoca efendini, bir yazarın, bir siyasetçinin, bir anne ve babanın vb. kimselerin din adına söyledikleri sözlerin hükmü ancak Kuran’la doğrulanabildiği ölçüde bir değer kazanabilecektir. Peygamberin sözünü doğru mu yanlış mı diye araştıranların kendi sözlerinin ne ölçüde doğru olduğunu yine Kuran’dan araştırmaları gerekmez mi?
‘Emîn Resul’lerin sözlerinin yalanlanması helak edilen kavimler örnekliğinde görüldüğü üzere ağır sonuçlar doğurmuştur. Rabbimizin yeryüzünde şeriatı geçerli tek Peygamberi kalmıştır: Hz. Muhammed (sav). Onun tebliğ ettiği Kuran ‘Hak Din’in kaynağıdır. Güvenilecek tek dinî kaynak Hazreti Kuran ve ‘Emîn Resul’ Hz. Muhammed (sav)’in Kuran’la doğrulanabilen Sünnetidir. Diğer insanların sözlerinin hükmü Kuran ve Sünnete olan bağlılığı ve nispeti oranındadır. Aksi takdirde beşerî sözlerin ve yazıların ‘Hak Din’ adına bağlayıcılığı olamaz.
Sonuç: Kuran ayetlerini indiren meleğin ismi Cebrail (as)’dır. Onun sıfatı ‘Ruhul Emîn’dir. Vahyin indiği Zât, Hz. Muhammed (sav), aynı yüce mahiyette ‘makam-ı mahmud’u içinde taşıyan bir ‘makam-ı ilâhi’dir. Bu yüzden Efendimizin sıfatı da “el Emîn” oldu. Dünyada ve ahrette emniyet içinde olmanın biricik yolu el Emin olan Resulün tebliğine Kuran’a ve Sünnet’e uymaktır.