İnsanlığın en büyük buluşlarından birisi matbaadır. Matbaa ile birlikte dünyadaki bilgi birikimi ve yazılımı çok hızlı bir şekilde atmaya, insanlar aşırı derecede bilgi sahibi olmaya başlamışlardır. Matbaada kitapların hızlı bir şekilde basılması ve halka ulaştırılması, insanlığın gidişatına farklı bir yön vermiştir. Kitabın insanın düşünce dünyasını ve tüm yaşamını etki alanına aldığı bu döneme, toplumlar “Gutenberg galaksisi” ismini vermişledir. Bu Gutenberg galaksisi ile birlikte özgür düşünen, farklı düşünen, toplumu yönetenlerin iradesine başkaldıran bireylerin sayısındaki artışla birlikte kitap ve yasak kavramı bir arada kullanılır olmuştur.
İngiltere’de efendiler, kölelerine kitap okumayı yasaklamışlardı. Hatta kölelerinin İncil’i bile okumalarını istemiyor, bunu da engelleyemiyorlarsa İncil’i anlamadan (ana dili haricinde) okumalarına müsaade ediyorlardı. Çünkü İncil’i anlamadan okuduklarında düşünemiyor, sadece onda teselli buluyorlardı. Amerika’da Güney Carolina’da ise, ister köle, ister özgür olsun tüm zencilerin kitap okumasını yasaklayan çok ağır yasalar çıkartılmıştı. Bu yasalar on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar devam etmişti. Çünkü bir halkı sömürmenin uzun sürmesi için, o halkın cehaletinin de devam etmesi gerekmekteydi.
On sekizinci yüzyılın başlarında İstanbul sahaflarının yurt dışına kitap çıkarmaları, yabancıların kitapçılar çarşısına girmeleri yasaklanmıştı. Fakat bu yasağa rağmen 1728 yılında Fransa Kralı XV. Louis, Abbe Sevin’i eser toplamak (kaçırmak) için İstanbul’a göndermiş o da Kraliyet kütüphanesi için 600’den fazla Grekçe yazılmış eserleri yurt dışına kaçırmıştır.
İsmail Erünsal’ın Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik adlı kitabında, Ali b. Recep adlı birinin Yenice Vardar’daki cami içine kurduğu kütüphaneden ödünç kitap alanlardan kitabın iki misli bedelinin rehin olarak alınmasını, Yenice Vardar dışında oturanlara ve köy halkına ise ödünç olarak kitapların verilmemesi şartını koyduğunu belirtir.
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim adlı eserinde Felsefe, astronomi hatta tarihe ait eserleri makbul ve muteber tutmak şöyle dursun onların umumi bir kütüphaneye vakfına bile razı olmayan bir zihniyetin on sekizinci yüzyılın başlarında var olduğundan bahsetmektedir.
Osmanlı’da bazı kitaplara uygulanan basma yasağı, matbaanın Osmanlı’da işlevsel hâle gelmesine engel teşkil etmiştir. Bu yasak kabul edilebilir durum olmamakla birlikte Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbul’da 90 bine yakın hattatın olduğu ve bunların hayatlarını güzel yazı (hüsnü hat) yazarak veya müstensihlik (bugünkü bir nevi fotokopicilik ) yaparak kazandıkları gerçeği ise ayrı bir konudur. Bu dönemde bu işten sadece hattatlar değil, kâğıtçılar, kâğıt perdahlayıcıları (kâğıdı parlatıcılar) tezhipçiler, ciltçiler, divitçiler, mürekkepçiler de geçimlerini sağlamaktaydılar.
Türkiye’de birçok dönemde bazı kitapların basımı ve okunması yasaklanmış, birçok kişi yasaklı kitabı okuduğu ve sattığı için yıllarca hapiste yatmıştır. Özellikle 12 Eylül döneminde kitaba karşı gerçekleştirilen bu hasmane tutum zirve yapmıştır. Kişileri okuduğu kitap ve gazeteye göre kategorize etmek, bugünün Türk insanın zihninde kodlamayı refleks haline getirmiş olduğu bir davranış şeklidir. Birçok kitap, kanunen yasak olmamasına rağmen kişilerin zihinlerinde geliştirmiş oldukları bazı ölçütlere uymadığı için okuyucunun itibarını belirleyen unsur olmuştur.
Kitabı yasaklama ile bir neslin muhafazası söz konusu olmamaktadır. Hatta günümüz dünyasında değil okumayan, sadece aynı tür yayınları okuyan kişilerin de okumayan bireylerden fazla bir farkı yoktur.
İngiltere’de efendiler, kölelerine kitap okumayı yasaklamışlardı. Hatta kölelerinin İncil’i bile okumalarını istemiyor, bunu da engelleyemiyorlarsa İncil’i anlamadan (ana dili haricinde) okumalarına müsaade ediyorlardı. Çünkü İncil’i anlamadan okuduklarında düşünemiyor, sadece onda teselli buluyorlardı. Amerika’da Güney Carolina’da ise, ister köle, ister özgür olsun tüm zencilerin kitap okumasını yasaklayan çok ağır yasalar çıkartılmıştı. Bu yasalar on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar devam etmişti. Çünkü bir halkı sömürmenin uzun sürmesi için, o halkın cehaletinin de devam etmesi gerekmekteydi.
On sekizinci yüzyılın başlarında İstanbul sahaflarının yurt dışına kitap çıkarmaları, yabancıların kitapçılar çarşısına girmeleri yasaklanmıştı. Fakat bu yasağa rağmen 1728 yılında Fransa Kralı XV. Louis, Abbe Sevin’i eser toplamak (kaçırmak) için İstanbul’a göndermiş o da Kraliyet kütüphanesi için 600’den fazla Grekçe yazılmış eserleri yurt dışına kaçırmıştır.
İsmail Erünsal’ın Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik adlı kitabında, Ali b. Recep adlı birinin Yenice Vardar’daki cami içine kurduğu kütüphaneden ödünç kitap alanlardan kitabın iki misli bedelinin rehin olarak alınmasını, Yenice Vardar dışında oturanlara ve köy halkına ise ödünç olarak kitapların verilmemesi şartını koyduğunu belirtir.
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim adlı eserinde Felsefe, astronomi hatta tarihe ait eserleri makbul ve muteber tutmak şöyle dursun onların umumi bir kütüphaneye vakfına bile razı olmayan bir zihniyetin on sekizinci yüzyılın başlarında var olduğundan bahsetmektedir.
Osmanlı’da bazı kitaplara uygulanan basma yasağı, matbaanın Osmanlı’da işlevsel hâle gelmesine engel teşkil etmiştir. Bu yasak kabul edilebilir durum olmamakla birlikte Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbul’da 90 bine yakın hattatın olduğu ve bunların hayatlarını güzel yazı (hüsnü hat) yazarak veya müstensihlik (bugünkü bir nevi fotokopicilik ) yaparak kazandıkları gerçeği ise ayrı bir konudur. Bu dönemde bu işten sadece hattatlar değil, kâğıtçılar, kâğıt perdahlayıcıları (kâğıdı parlatıcılar) tezhipçiler, ciltçiler, divitçiler, mürekkepçiler de geçimlerini sağlamaktaydılar.
Türkiye’de birçok dönemde bazı kitapların basımı ve okunması yasaklanmış, birçok kişi yasaklı kitabı okuduğu ve sattığı için yıllarca hapiste yatmıştır. Özellikle 12 Eylül döneminde kitaba karşı gerçekleştirilen bu hasmane tutum zirve yapmıştır. Kişileri okuduğu kitap ve gazeteye göre kategorize etmek, bugünün Türk insanın zihninde kodlamayı refleks haline getirmiş olduğu bir davranış şeklidir. Birçok kitap, kanunen yasak olmamasına rağmen kişilerin zihinlerinde geliştirmiş oldukları bazı ölçütlere uymadığı için okuyucunun itibarını belirleyen unsur olmuştur.
Kitabı yasaklama ile bir neslin muhafazası söz konusu olmamaktadır. Hatta günümüz dünyasında değil okumayan, sadece aynı tür yayınları okuyan kişilerin de okumayan bireylerden fazla bir farkı yoktur.