
“Kimin kız çocuğu olup da, onu canlı canlı gömmez, ona hakaret etmez ve erkek çocuğunu ona tercih etmezse Allahü Teâlâ o kimseyi Cennet’e kor.” “Eğer bir kimse kızlara değer verdiğinden dolayı eziyet görürse ve onlara iyi davranırsa, onlar Cehennem’e karşı perde olurlar.” “Kim erginlik çağına varan iki kızına, onlar yanında kaldıkları veya kendisi onların yanında kaldığı müddetçe iyilik yapar ihsanda bulunursa, bu kızlar onu mutlaka cennete dâhil ederler.” “Kim, üç kız çocuğu bakıp büyütür ve onları güzel terbiye eder; onları evlendirir ve onlara ihsanda bulunursa, onun için cennet vardır.”
Hadis şerifler kız çocuğu olanların daha mutlu olacaklarını ve ebedi âlemi kazanmada kız çocuklarının vesile kılınacağını göstermektedir. Dini emirlerden ve hadislerden haberi olmayanlar, cahiliye dönemi adetlerini devam ettirmiş ve kız çocuk sahibi olmayı utanç verici bir şeymiş gibi algılamıştır. Bunda toplumun değer yargıları ve kişinin bilinçsiz olması en önemli etkendir. Cahiliye döneminde ki gibi kız çocuklarını diri diri toprağa gömme olmasa bile özellikle bazı yörelerde kız çocukları bugün dahi hor görülmekte ve baba ile babanın yakınları tarafından dışlanmaktadır. Bu davranış ise kız çocuklarının ruhlarında derin izler bırakmakta ve hayatla barışık olmayan nesiller yetişmektedir.
Kız çocuğa yaklaşım menfi olunca çocukla beraber hayata küsen diğer canlı ise anneler olmaktadır. Sorunu kendilerin de aramayan bu cahiliye devri insanları bu seferde çareyi ikinci veya üçüncü evliliklerde aramaktadır. Çoğu zamanda bu bakış açısı olan bölgelerde kız çocukları sadece bir ticari emtia gibi algılanmıştır. Tamamen eğitimsizlikten ortaya çıkan bu durum son dönemlerde azalmaya başlamıştır. Bilinçli anne ve babaların çoğalmasıyla birlikte kız ve erkek ayrımının da ortadan kalkacağı bir gerçektir. Erzurumlu için çocuğun cinsiyetinden daha önemli olan şey çocuğun sağlıklı olmasıdır. Doğan çocuğun herhangi bir sakatlığının olmaması tek temennidir ve hep hayırlısı istenir. Her şehirde ve bölge de olduğu gibi Erzurum da kız çocuk sahibi olmayı yadırgayanlarda vardır. Bunların sayısı da günden güne azalmaktadır. Allah’ın emirleri ve peygamberin hadisleri bilenler ise özellikle doğacak son çocuğun kız olması için yüce Mevla’ya dualar eder. Kız çocuğu olan evlere bolluk ve bereket yağar, hanelere farklı bir huzur havası iner. Bu durumu kız çocuğu olanlar daha iyi bilir ve haneye katılan son ferdi Allah’ın bir armağanı olarak kabul ederler. Kız çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte bütün sülaleden tebrikler olur, anne ve babaya yaşlılık dönemlerinde, elden ayaktan düştükleri anlarda yardımcılarının bu kız çocuklarının olacağı örnekleriyle anlatılır. Kız çocuğu artık annenin en yakın sırdaşı ve arkadaşıdır. Baba da ayrı bir sevinç vardır ve artık baba sorumlulukları da artığının farkındadır.
Bu duyguları yaşamayanlar bilemez. Evlat sahibi olmak hele de kız çocuğu sahibi olmak farklı bir duygudur ve yaşanmaya değerdir. Eskiden çocuğun cinsiyeti önceden bilinmediği için doğumdan önce hazırlıklar kız ve erkek çocuğa göre yapılırdı. Bu gün ileri teknoloji sayesinde üçüncü ayın sonu ile dördüncü ayın başlarında çocuğun cinsiyeti bilinebilmektedir. Eskiden erkek çocuklar için mavi, kız çocukları için pembe pembe kazaklar, patikler, yelekler babaanne ve anneanneler tarafından mutlu haberin alınmasıyla örülmeye başlar beşik takımı gidene kadar örgü işi devam ederdi. Çocuk, kız ve erkek tarafını mutlu eder, yuvanın daha da sağlamlaştırıldığına inanılırdı. Günler günleri, aylar ayları takip eder ve çocuğun dünyaya gelmesi yaklaşırdı. Çocuğun doğmasından önce gelin el üstünde tutulurdu. Özellikle ağır işleri yapmasına izin verilmezdi. Canı istediği yiyecekler yapılır ve ondan tattırılırdı. Çocuğun dünyaya geldiği duyanlar hemen yoklama yaparak göz aydına giderdi. Yoklama ya su böreği olur ya da keteden oluşurdu. Bir anda yeni doğan çocuğun evinin içerisinde tepsi tepsi börekler, baklavalar ve keteler yer alırdı. Bundan en çok ta baba, dede varsa amcalar faydalanırdı.
Çocuğun dünyaya gelmesiyle beraber asil heyecan ise kız tarafında olurdu. Kız tarafı adet üzere beşik takımı hazırlar ve doğumdan sonra beşik takımını kızın evine gönderirdi. Beşik takımı her ailenin maddi durumuna göre değişik hediyelerden oluşurdu. Genelde ise beşik takımında: “Beşik, bebek battaniyesi, döşek, bebe kıyafetleri, biberon, emzik, zıbın takımı, Tırnak makası, bebek kundağı, bebek bornoz takımı, el havlusu, tulum, lif, bebek yıkama küveti, bebek baş tülbendi, bebek alt bezi, puset, bebek çantası, bebek yorganı, potin, bebek önlüğü, şampuan, krem pudra ve eşyaların konulduğu valiz.” Tabi bütün bunlar kişilerin maddi durumlarına göre değişiklik gösterebilir. Beşik takımıyla beraber dede, nine, teyze ve dayı tarafı da hediyelerini alarak bebeği görmeye giderlerdi. Kız tarafı karınca kararınca aldıkları hediyelerle yeğenlerinin olduğu eve gider, bebekte böylelikle görücüye çıkmış olurdu. Kaynana ise gelinin yanı başında olur, gelen misafirlere ikram edilecekleri ayarlardı. Damadın kız kardeşi varsa oda gelenlere hizmet için çoktan işe koyulurdu. Misafirler kapıda görülünce hane halkında koşuşturmalar başlar ve bu koşuşturma akşama kadar devam ederdi. Dede, kiraladığı at arabasıyla torununun beşiğini kapı önüne gururla indirirken mutluluğu gözlerinden okunurdu. At arabasın kapıya usulca yanaşarak bebek beşiği arabadan indirilir, hane halkından yardım istenirdi. Yardıma gelenler ise ya damadın babası veya erkek kardeşi olurdu. Yardıma gelen amca ise dedenin eline yönelir, hal hatır sorulduktan sonra beşik at arabasından özenle indirilirdi. Gelen gelinin kayınbabası ise iki taraf hasretle kucaklaşır ve eski günler yâd edilmeye başlanırdı. Çocuklarının küçüklüklerinden, okula başlamalarına, haylazlıklarından evlenmelerine kadar geçen süre bir çırpıda anlatılırdı. Bütün bunlar olurken evin içinde ise beşik için uygun yer ayarlanmaya çalışılırdı. Özenle taşınan beşik anne ve babasının yanına veya hazırlanan odasına usulca konulur ve erkekler odadan hızlıca çıkarlardı. Yeni doğum yapan kız babasına görünmemeye çalışır olan biteni uzakta seyretmekle yetinirdi.
Baba ile kayınpeder ve yanındakiler kendileri için önceden hazırlanmış olan sofraya yönelirken anne ise beşiğin yeri konusunda kendi aralarında konuşanların yanına bebeği ile gelirdi. Beşik telaşında olanlar bir anda her şeyi bırakır ve bebeğin yanı başında biterlerdi. İlk andan itibaren bebeğin kime benzediği konusunda fikirler ortaya atılırdı. Babaya benzetenler, annenin yüz şeklini almış diyenler, halaya, teyzeye ve amcaya benzetmeler ardı ardına sıralanır kız tarafı kendine erkek tarafı ise daha çok oğullarına çocuğu benzetirdi. Bütün fikir beyanları sonunda çocuğun sağlıklı olmasının önemli olduğu söylenilerek sona ererdi. Hane telaştan birbiriyle görüşmediğinin farkına varır ve sırayla gelen misafirler birbirleriyle kucaklaşırdı. Böylelikle çocuğun doğması bir kaynaşmanın da sebebi olurdu. Misafirler sabah saatlerinde gelmişlerse kahvaltı, öğle vakti gelmişlerse öğlen yemeği verilirdi. Misafirlerde yanlarında getirdikleri yemekleri mutfağa koyar hazırlıklara yardım ederdi. Yaprak sarması, ayran aşı, ciğer kavurması, kadayıf dolması gelen lezzetlerin başlıcaları olurdu. Özellikle gelinin sütü çoğalsın diye de süt yapıcı yiyecekler misafirler tarafından tercih edilmiştir. Sofra, evin küçük kızları tarafından hazırlanırken kaynana ve gelinin anası da misafirlerle ilgilenirdi. Gelinin de sofraya hazırlayanlara yardım ettiği görülünce uyarılar ardı arkasına gelir ve gelin kendini bir anda çocuğunun yanında bulunurdu.
Herkes onun şimdi hizmet etme değil, hizmet edilme döneminde olduğu söyleyerek yerinden kalkmamasını söylerdi. Bu arada küçük yaramazda acıktığını ağlayarak belli ederdi. Yemek yenildikten sonra sıra hediyelerin takdimine gelirdi. İlk önce gelinin annesi aldıkları bileziği veya kartı bebeğin yastığına iliştirir ve duasını ederdi. Ziynet eşyalarının yanında getirdiklerini ise teyze, teyze yoksa hala herkesin gözü önünde yüksek sesle anlatarak ilan ederdi. Getirilenler evli kız için gurur kaynağı olur, mutluluğu gözlerinden okunurdu. Tabii altın tarzı hediyeler bazen hamam takımıyla değil de, daha sonra da götürülebilirdi. Hediyeleşmenin başında kaynana hemen devreye girer ve torununa yaptığı hediyeyi hemen yastığın diğer tarafına takardı. Bu bir nevi güç gösterisi sayılırdı.
Kaynana ve kız annesinin yarışından sonra hala, teyze, amca hanımları, dayı hanımları ve diğer yakın akrabalara hediyeleri çocuğa sunardı. Tulumlar, kazaklar, yelekler, maşallahlar, potinler, zıbın takımları derken bir anda kız çocuğun dolabı dolardı. Hediyeleşme bittikten sonra sazlı, sözlü eğlence başlar ve kız evini dolduranlar kurtlarını dökerlerdi. Genç kızlar kurtlarını dökerken yaşlılarda eskileri yâd eder ve geline nasihatler da bulunurlardı. Sakın evde tek başına kalma, çorapsız uyuma, bebeği emzirirken uyuma, yemene içmene dikkat ve besmelesiz iş yapma telkinlerini gelin can kulağıyla dinler ve ona göre hareket edeceği söylerdi. Oynamaktan yorulan gençler çayların gelmesiyle ara verirdi. Eğlence akşama kadar devam eder ve karanlık çökünce de herkes vedalaşarak evini yolunu tutardı. Böylelikle herkesin gönlü edilmiş olurdu.
KIRK BANYOSU
Çocuk dünyaya geldikten üç gün sonra banyosu yaptırılır ve kundağa sarılırdı. Bu gün artık erkek olsun kız olsun çocukların kundağa sarılması sona ermiştir. Çocuk ve annesi yirmi gün akabinde bir banyo yaptırılır ve böylelikle yarı kırkları da dökülmüş olurdu. Özellikle annenin ve çocuğun kırkının dökülmesi anneanne ve babaanne için dört gözle beklenirdi. Günler öncesinde hazırlıklar yapılır ve kırkıncı günde kız evinde toplanılırdı. Sobanın üzerinde güğümlerde kaynayan su maşabalarla kovanın içerisine alınır ve soğuk suyla dengelenirdi. Bu arada ufaklık sevimli hareketler yaparak kendini sevdirir ve hazırlanan leğenin içerisine konulurdu. Sobanın ısısı azalmasın diye de içine odun atmak ihmal edilmezdi. Küçüğün başına dökülen her maşaba sudan sonra etrafa sular damlar ve ninelerin üstü başı yaş içinde kalırdı. Bu durumdan kimse şikâyetçi olmazdı. Banyo yapan küçüğün havlusu ise sobanın borusunda hafiften ısıtılırdı. Leğenden çıkarılan çocuk hemen havluya sarılır ve annesinin kucağına verilirdi. Ana kucağında besinini de alan çocuk çoktan uykuya geçmiş olurdu. Sobanın yanındaki teşt veya leğenler kaldırılır, yaş olan muşambalarda silinirdi. Annenin de banyosunu yapmasıyla herkes rahatlar ve çaylar yudumlanmaya başlanırdı. Çocuğun banyo yaptığı su babaanne tarafından veya başka bir büyük tarafından uygun bir yere dökülürdü. Suyun gelişi güzel dökülmemesine önem verilirdi.
Banyoyla beraber çocuğun en çok beklenen durumlarından biride göbeğinin düşüp düşmediğidir. Göbeğin düşüp düşmediği her gün anneye sorulur ve haber alınırdı. Bebeğin göbeği düşünce alınır ve uygun bir yere gömülürdü. Göbeğin gömüldüğü yer çocuğun ilerde yapacağı iş alakalı olduğuna da inanılırdı. Bu yüzden göbeğin gömüleceği yer önemliydi. Okulun bahçesine gömülürse öğretmen, hastane bahçesine gömülürse doktor olunacağına inanılırdı.
Hadis şerifler kız çocuğu olanların daha mutlu olacaklarını ve ebedi âlemi kazanmada kız çocuklarının vesile kılınacağını göstermektedir. Dini emirlerden ve hadislerden haberi olmayanlar, cahiliye dönemi adetlerini devam ettirmiş ve kız çocuk sahibi olmayı utanç verici bir şeymiş gibi algılamıştır. Bunda toplumun değer yargıları ve kişinin bilinçsiz olması en önemli etkendir. Cahiliye döneminde ki gibi kız çocuklarını diri diri toprağa gömme olmasa bile özellikle bazı yörelerde kız çocukları bugün dahi hor görülmekte ve baba ile babanın yakınları tarafından dışlanmaktadır. Bu davranış ise kız çocuklarının ruhlarında derin izler bırakmakta ve hayatla barışık olmayan nesiller yetişmektedir.
Kız çocuğa yaklaşım menfi olunca çocukla beraber hayata küsen diğer canlı ise anneler olmaktadır. Sorunu kendilerin de aramayan bu cahiliye devri insanları bu seferde çareyi ikinci veya üçüncü evliliklerde aramaktadır. Çoğu zamanda bu bakış açısı olan bölgelerde kız çocukları sadece bir ticari emtia gibi algılanmıştır. Tamamen eğitimsizlikten ortaya çıkan bu durum son dönemlerde azalmaya başlamıştır. Bilinçli anne ve babaların çoğalmasıyla birlikte kız ve erkek ayrımının da ortadan kalkacağı bir gerçektir. Erzurumlu için çocuğun cinsiyetinden daha önemli olan şey çocuğun sağlıklı olmasıdır. Doğan çocuğun herhangi bir sakatlığının olmaması tek temennidir ve hep hayırlısı istenir. Her şehirde ve bölge de olduğu gibi Erzurum da kız çocuk sahibi olmayı yadırgayanlarda vardır. Bunların sayısı da günden güne azalmaktadır. Allah’ın emirleri ve peygamberin hadisleri bilenler ise özellikle doğacak son çocuğun kız olması için yüce Mevla’ya dualar eder. Kız çocuğu olan evlere bolluk ve bereket yağar, hanelere farklı bir huzur havası iner. Bu durumu kız çocuğu olanlar daha iyi bilir ve haneye katılan son ferdi Allah’ın bir armağanı olarak kabul ederler. Kız çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte bütün sülaleden tebrikler olur, anne ve babaya yaşlılık dönemlerinde, elden ayaktan düştükleri anlarda yardımcılarının bu kız çocuklarının olacağı örnekleriyle anlatılır. Kız çocuğu artık annenin en yakın sırdaşı ve arkadaşıdır. Baba da ayrı bir sevinç vardır ve artık baba sorumlulukları da artığının farkındadır.
Bu duyguları yaşamayanlar bilemez. Evlat sahibi olmak hele de kız çocuğu sahibi olmak farklı bir duygudur ve yaşanmaya değerdir. Eskiden çocuğun cinsiyeti önceden bilinmediği için doğumdan önce hazırlıklar kız ve erkek çocuğa göre yapılırdı. Bu gün ileri teknoloji sayesinde üçüncü ayın sonu ile dördüncü ayın başlarında çocuğun cinsiyeti bilinebilmektedir. Eskiden erkek çocuklar için mavi, kız çocukları için pembe pembe kazaklar, patikler, yelekler babaanne ve anneanneler tarafından mutlu haberin alınmasıyla örülmeye başlar beşik takımı gidene kadar örgü işi devam ederdi. Çocuk, kız ve erkek tarafını mutlu eder, yuvanın daha da sağlamlaştırıldığına inanılırdı. Günler günleri, aylar ayları takip eder ve çocuğun dünyaya gelmesi yaklaşırdı. Çocuğun doğmasından önce gelin el üstünde tutulurdu. Özellikle ağır işleri yapmasına izin verilmezdi. Canı istediği yiyecekler yapılır ve ondan tattırılırdı. Çocuğun dünyaya geldiği duyanlar hemen yoklama yaparak göz aydına giderdi. Yoklama ya su böreği olur ya da keteden oluşurdu. Bir anda yeni doğan çocuğun evinin içerisinde tepsi tepsi börekler, baklavalar ve keteler yer alırdı. Bundan en çok ta baba, dede varsa amcalar faydalanırdı.
Çocuğun dünyaya gelmesiyle beraber asil heyecan ise kız tarafında olurdu. Kız tarafı adet üzere beşik takımı hazırlar ve doğumdan sonra beşik takımını kızın evine gönderirdi. Beşik takımı her ailenin maddi durumuna göre değişik hediyelerden oluşurdu. Genelde ise beşik takımında: “Beşik, bebek battaniyesi, döşek, bebe kıyafetleri, biberon, emzik, zıbın takımı, Tırnak makası, bebek kundağı, bebek bornoz takımı, el havlusu, tulum, lif, bebek yıkama küveti, bebek baş tülbendi, bebek alt bezi, puset, bebek çantası, bebek yorganı, potin, bebek önlüğü, şampuan, krem pudra ve eşyaların konulduğu valiz.” Tabi bütün bunlar kişilerin maddi durumlarına göre değişiklik gösterebilir. Beşik takımıyla beraber dede, nine, teyze ve dayı tarafı da hediyelerini alarak bebeği görmeye giderlerdi. Kız tarafı karınca kararınca aldıkları hediyelerle yeğenlerinin olduğu eve gider, bebekte böylelikle görücüye çıkmış olurdu. Kaynana ise gelinin yanı başında olur, gelen misafirlere ikram edilecekleri ayarlardı. Damadın kız kardeşi varsa oda gelenlere hizmet için çoktan işe koyulurdu. Misafirler kapıda görülünce hane halkında koşuşturmalar başlar ve bu koşuşturma akşama kadar devam ederdi. Dede, kiraladığı at arabasıyla torununun beşiğini kapı önüne gururla indirirken mutluluğu gözlerinden okunurdu. At arabasın kapıya usulca yanaşarak bebek beşiği arabadan indirilir, hane halkından yardım istenirdi. Yardıma gelenler ise ya damadın babası veya erkek kardeşi olurdu. Yardıma gelen amca ise dedenin eline yönelir, hal hatır sorulduktan sonra beşik at arabasından özenle indirilirdi. Gelen gelinin kayınbabası ise iki taraf hasretle kucaklaşır ve eski günler yâd edilmeye başlanırdı. Çocuklarının küçüklüklerinden, okula başlamalarına, haylazlıklarından evlenmelerine kadar geçen süre bir çırpıda anlatılırdı. Bütün bunlar olurken evin içinde ise beşik için uygun yer ayarlanmaya çalışılırdı. Özenle taşınan beşik anne ve babasının yanına veya hazırlanan odasına usulca konulur ve erkekler odadan hızlıca çıkarlardı. Yeni doğum yapan kız babasına görünmemeye çalışır olan biteni uzakta seyretmekle yetinirdi.
Baba ile kayınpeder ve yanındakiler kendileri için önceden hazırlanmış olan sofraya yönelirken anne ise beşiğin yeri konusunda kendi aralarında konuşanların yanına bebeği ile gelirdi. Beşik telaşında olanlar bir anda her şeyi bırakır ve bebeğin yanı başında biterlerdi. İlk andan itibaren bebeğin kime benzediği konusunda fikirler ortaya atılırdı. Babaya benzetenler, annenin yüz şeklini almış diyenler, halaya, teyzeye ve amcaya benzetmeler ardı ardına sıralanır kız tarafı kendine erkek tarafı ise daha çok oğullarına çocuğu benzetirdi. Bütün fikir beyanları sonunda çocuğun sağlıklı olmasının önemli olduğu söylenilerek sona ererdi. Hane telaştan birbiriyle görüşmediğinin farkına varır ve sırayla gelen misafirler birbirleriyle kucaklaşırdı. Böylelikle çocuğun doğması bir kaynaşmanın da sebebi olurdu. Misafirler sabah saatlerinde gelmişlerse kahvaltı, öğle vakti gelmişlerse öğlen yemeği verilirdi. Misafirlerde yanlarında getirdikleri yemekleri mutfağa koyar hazırlıklara yardım ederdi. Yaprak sarması, ayran aşı, ciğer kavurması, kadayıf dolması gelen lezzetlerin başlıcaları olurdu. Özellikle gelinin sütü çoğalsın diye de süt yapıcı yiyecekler misafirler tarafından tercih edilmiştir. Sofra, evin küçük kızları tarafından hazırlanırken kaynana ve gelinin anası da misafirlerle ilgilenirdi. Gelinin de sofraya hazırlayanlara yardım ettiği görülünce uyarılar ardı arkasına gelir ve gelin kendini bir anda çocuğunun yanında bulunurdu.
Herkes onun şimdi hizmet etme değil, hizmet edilme döneminde olduğu söyleyerek yerinden kalkmamasını söylerdi. Bu arada küçük yaramazda acıktığını ağlayarak belli ederdi. Yemek yenildikten sonra sıra hediyelerin takdimine gelirdi. İlk önce gelinin annesi aldıkları bileziği veya kartı bebeğin yastığına iliştirir ve duasını ederdi. Ziynet eşyalarının yanında getirdiklerini ise teyze, teyze yoksa hala herkesin gözü önünde yüksek sesle anlatarak ilan ederdi. Getirilenler evli kız için gurur kaynağı olur, mutluluğu gözlerinden okunurdu. Tabii altın tarzı hediyeler bazen hamam takımıyla değil de, daha sonra da götürülebilirdi. Hediyeleşmenin başında kaynana hemen devreye girer ve torununa yaptığı hediyeyi hemen yastığın diğer tarafına takardı. Bu bir nevi güç gösterisi sayılırdı.
Kaynana ve kız annesinin yarışından sonra hala, teyze, amca hanımları, dayı hanımları ve diğer yakın akrabalara hediyeleri çocuğa sunardı. Tulumlar, kazaklar, yelekler, maşallahlar, potinler, zıbın takımları derken bir anda kız çocuğun dolabı dolardı. Hediyeleşme bittikten sonra sazlı, sözlü eğlence başlar ve kız evini dolduranlar kurtlarını dökerlerdi. Genç kızlar kurtlarını dökerken yaşlılarda eskileri yâd eder ve geline nasihatler da bulunurlardı. Sakın evde tek başına kalma, çorapsız uyuma, bebeği emzirirken uyuma, yemene içmene dikkat ve besmelesiz iş yapma telkinlerini gelin can kulağıyla dinler ve ona göre hareket edeceği söylerdi. Oynamaktan yorulan gençler çayların gelmesiyle ara verirdi. Eğlence akşama kadar devam eder ve karanlık çökünce de herkes vedalaşarak evini yolunu tutardı. Böylelikle herkesin gönlü edilmiş olurdu.
KIRK BANYOSU
Çocuk dünyaya geldikten üç gün sonra banyosu yaptırılır ve kundağa sarılırdı. Bu gün artık erkek olsun kız olsun çocukların kundağa sarılması sona ermiştir. Çocuk ve annesi yirmi gün akabinde bir banyo yaptırılır ve böylelikle yarı kırkları da dökülmüş olurdu. Özellikle annenin ve çocuğun kırkının dökülmesi anneanne ve babaanne için dört gözle beklenirdi. Günler öncesinde hazırlıklar yapılır ve kırkıncı günde kız evinde toplanılırdı. Sobanın üzerinde güğümlerde kaynayan su maşabalarla kovanın içerisine alınır ve soğuk suyla dengelenirdi. Bu arada ufaklık sevimli hareketler yaparak kendini sevdirir ve hazırlanan leğenin içerisine konulurdu. Sobanın ısısı azalmasın diye de içine odun atmak ihmal edilmezdi. Küçüğün başına dökülen her maşaba sudan sonra etrafa sular damlar ve ninelerin üstü başı yaş içinde kalırdı. Bu durumdan kimse şikâyetçi olmazdı. Banyo yapan küçüğün havlusu ise sobanın borusunda hafiften ısıtılırdı. Leğenden çıkarılan çocuk hemen havluya sarılır ve annesinin kucağına verilirdi. Ana kucağında besinini de alan çocuk çoktan uykuya geçmiş olurdu. Sobanın yanındaki teşt veya leğenler kaldırılır, yaş olan muşambalarda silinirdi. Annenin de banyosunu yapmasıyla herkes rahatlar ve çaylar yudumlanmaya başlanırdı. Çocuğun banyo yaptığı su babaanne tarafından veya başka bir büyük tarafından uygun bir yere dökülürdü. Suyun gelişi güzel dökülmemesine önem verilirdi.
Banyoyla beraber çocuğun en çok beklenen durumlarından biride göbeğinin düşüp düşmediğidir. Göbeğin düşüp düşmediği her gün anneye sorulur ve haber alınırdı. Bebeğin göbeği düşünce alınır ve uygun bir yere gömülürdü. Göbeğin gömüldüğü yer çocuğun ilerde yapacağı iş alakalı olduğuna da inanılırdı. Bu yüzden göbeğin gömüleceği yer önemliydi. Okulun bahçesine gömülürse öğretmen, hastane bahçesine gömülürse doktor olunacağına inanılırdı.