Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O, benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak…
***
Yıl 1921, soğuk bir Ankara günü…
Milletçe başlattığımız Milli Mücadelemiz, yokluk ve yoksulluğa karşın olanca hızıyla devam ediyor. Çaresizlik içinde mücadele eden milletimizin ve ordumuzun moralini ve milli duruşunu dik tutacak, onları düşmana karşı daha bir kenetleyecek çalışmalara ihtiyaç duyuluyor ve bir Milli Marş yarışması açılıyor…
Kurtuluş mücadelemize destek için Ankara ‘da olan, Mehmet Akif Ersoy da bütün çekincelerine karşı yarışmaya sokulur… Yarışmaya Akif’in yanı sıra başka şairler de iştirak eder.
Milli Marş yarışması çok önemlidir ve armağan da büyüktür.
Gelin görün ki Akif , Ankara soğuğunda paltosuz gezmekte ve bunu hiç önemsememektedir…
Tek çekincesi ve endişesi ‘Yükün gerçekten ağır oluşu ve yarışma sonunda başarılı olamamasıdır…’
Nitekim şiiri ittifakla birinci olduğunda, verilen para ödülünü asla kabul etmez…
Akif’in ‘Kahraman Ordumuza’ ithaf ettiği şiiri birinci seçilir; dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından ve sık sık kesilen alkışlar altında TBMM’de okunur ve günümüzden 98 yıl önce İstiklâl Marşı olarak kabul edilir…
Hamdullah Suphi Bey, meclisin yoğun isteği karşısında İstiklâl Marşını birkaç kez daha okur ve her defasında aynı coşkuyla ayakta dinlenir…
***
Akif,birinci dörtlükte Kahraman Milletimize seslenerek korkmamasını, ikinci dörtlükte de Bayrağımıza seslenerek bayrağımızın milletimize gülmesini istiyor… Yurdumuzun üzerinde bacası tüten son bir ocak kalıncaya kadar, rengini şehitlerimizden alan Şanlı Bayrağımız gönderden inmeyecektir, bu açıdan korkmaya, çehreyi asmaya gerek yoktur…
Çünkü biz, geçmişten geleceğe hep özgür yaşadık… Bize kim esaret gömleğini giydirmeye, esaret zincirini vurmaya kalkıştıysa ; yırtıp, koparıp , parçalayıp attık ve buna kimse muvaffak olamadı, gene olamayacaklar…
İstiklâl Marşı, bir milletin topyekun küllerinden doğuşu; silkinip üzerinden atalet toprağını atışı ve esaret zincirlerini kırışının öyküsüdür…
***
Bu gün de aynı değil mi…
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, komşularımız dahil, uzaktakilerin dahi ülkemiz üzerinde emelleri var…
Bir belayı atlattık derken başka bir bela ile uğraşmaya başlıyoruz…
Ağzından salyalar akıtan medeniyet denen canavar, nedendir bilinmez hep çifte standartlı davranıyor… Her defasında buradan gelen hücumları göğsümüzde eritip yok ediyoruz ama ne pahasına…
Her gaile yok olunca anlıyoruz ki ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yok’
Her daim güçlü ve teyakkuzda olmalıyız…
***
Geçtiğimiz Salı günü İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin 98.yılını, kabul edildiği günün coşkusu ile kutladık…
‘Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın…’
Gelin İstiklâl Marşını 1921’nin şartları ile bir kez daha okuyalım ve 2019’un şartları ile değerlendirelim…
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O, benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak…
***
Yıl 1921, soğuk bir Ankara günü…
Milletçe başlattığımız Milli Mücadelemiz, yokluk ve yoksulluğa karşın olanca hızıyla devam ediyor. Çaresizlik içinde mücadele eden milletimizin ve ordumuzun moralini ve milli duruşunu dik tutacak, onları düşmana karşı daha bir kenetleyecek çalışmalara ihtiyaç duyuluyor ve bir Milli Marş yarışması açılıyor…
Kurtuluş mücadelemize destek için Ankara ‘da olan, Mehmet Akif Ersoy da bütün çekincelerine karşı yarışmaya sokulur… Yarışmaya Akif’in yanı sıra başka şairler de iştirak eder.
Milli Marş yarışması çok önemlidir ve armağan da büyüktür.
Gelin görün ki Akif , Ankara soğuğunda paltosuz gezmekte ve bunu hiç önemsememektedir…
Tek çekincesi ve endişesi ‘Yükün gerçekten ağır oluşu ve yarışma sonunda başarılı olamamasıdır…’
Nitekim şiiri ittifakla birinci olduğunda, verilen para ödülünü asla kabul etmez…
Akif’in ‘Kahraman Ordumuza’ ithaf ettiği şiiri birinci seçilir; dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından ve sık sık kesilen alkışlar altında TBMM’de okunur ve günümüzden 98 yıl önce İstiklâl Marşı olarak kabul edilir…
Hamdullah Suphi Bey, meclisin yoğun isteği karşısında İstiklâl Marşını birkaç kez daha okur ve her defasında aynı coşkuyla ayakta dinlenir…
***
Akif,birinci dörtlükte Kahraman Milletimize seslenerek korkmamasını, ikinci dörtlükte de Bayrağımıza seslenerek bayrağımızın milletimize gülmesini istiyor… Yurdumuzun üzerinde bacası tüten son bir ocak kalıncaya kadar, rengini şehitlerimizden alan Şanlı Bayrağımız gönderden inmeyecektir, bu açıdan korkmaya, çehreyi asmaya gerek yoktur…
Çünkü biz, geçmişten geleceğe hep özgür yaşadık… Bize kim esaret gömleğini giydirmeye, esaret zincirini vurmaya kalkıştıysa ; yırtıp, koparıp , parçalayıp attık ve buna kimse muvaffak olamadı, gene olamayacaklar…
İstiklâl Marşı, bir milletin topyekun küllerinden doğuşu; silkinip üzerinden atalet toprağını atışı ve esaret zincirlerini kırışının öyküsüdür…
***
Bu gün de aynı değil mi…
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, komşularımız dahil, uzaktakilerin dahi ülkemiz üzerinde emelleri var…
Bir belayı atlattık derken başka bir bela ile uğraşmaya başlıyoruz…
Ağzından salyalar akıtan medeniyet denen canavar, nedendir bilinmez hep çifte standartlı davranıyor… Her defasında buradan gelen hücumları göğsümüzde eritip yok ediyoruz ama ne pahasına…
Her gaile yok olunca anlıyoruz ki ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yok’
Her daim güçlü ve teyakkuzda olmalıyız…
***
Geçtiğimiz Salı günü İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin 98.yılını, kabul edildiği günün coşkusu ile kutladık…
‘Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın…’
Gelin İstiklâl Marşını 1921’nin şartları ile bir kez daha okuyalım ve 2019’un şartları ile değerlendirelim…