
Bereket, manevi bolluk demektir, öyle bir bolluk ki taşan, eksilmeyen... Bereket, saadet demektir, öyle bir saadet ki hiç gitmeden yerleşip kalan... Ve bereket, ilâhî lütfun apaçık tecellilerinden birisidir. “Tebâreke” vasfıyla anılan Rabbimizin, kullarına lütfettiği ilahi bir ihsandır. Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri, azametini kullarına anlatırken, yaratmayı da, emretmeyi de sadece kendisine mahsus kılmakta ve âlemlerin Rabbi olduğunu vurgulamaktadır. Yaratanların en güzeli (Mümin,14) azametli ama bir o kadar da ikram sahibi (Rahman,78) ve göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin yegâne maliki (Zuhruf,85 ) olduğunu Kur’an’da anlatırken kendisini nitelediği sıfat “Tebâreke” dir.
İşte Rabbimizin bu eşsiz özelliği hayata yansır. Kara da toprağın derinliklerine sakladığı bereketi, (Fussilet, 10) gökten indirdiği bereketli bir su ile coşturan da (Kaf,11) doğusundan batısına yeryüzünü bereketle donatan da (Araf, 137) yine O dur. İnsanoğlunun gönlü Kur’an ile berekete ermelidir. Çorak vadiler yağmur yüklü bulutlardan inen hayat suyu ile yeşerdiği gibi, o zaman bereketli toprağı andıran inanmış yüreklerden Rablerinin izniyle bolluk fışkırır. Hâlbuki kötü toprağa benzeyen verimsiz yüreklerin ekini ne de cılızdır. (Araf,58)
Yüce Yaratan! Hatadan sakınıp güzel davranışa odaklanan iman dolu kulları için yerlerin ve göklerin bereket kapılarını sonuna kadar açacaktır. (Araf,96 ) Sayısal çoklukla ifade edilen Karun’un malı zihinleri aldatmamalıdır. Anahtarlarını bile güçlü bir topluluk zor taşımaktadır ama bereketli değildi! Zira zenginlik onu şımartmış, yeryüzünde bozgunculuğa sevk etmiş ve neticede hem kendisinin hem de sarayının yerin dibine geçirilmesine yol açmıştır. (Kasas,81)
O hâlde her şeyin özüne bereketi yerleştiren Kudret Sahibi’ne inanmayıp gönlünü O’nun rızasına bağlamayanları acı bir son ve pişmanlık beklemektedir. Gözler Sebe kavminin cennet misali ibretlik bahçelerine aldanmamalıdır. Evet, sağda ve solda uzanıp giden yemyeşil bahçelerdi, ama bereketli değildi! Zira onlar kendilerine verilen bunca rızıktan yiyip Rablerine şükretmeleri gerekirken yüz çevirdiler ve nankörlükleri sebebiyle Arim seliyle cezalandırıldılar. Neticede bereketli memleketlerden bir anda uzaklaştırıldılar. (Sebe,15-17)
Kâbe, insanlık için bereket kaynağıdır. (Ali İmran,96) Çünkü yalçın dağların arasında mütevazı dört duvardan oluşan o ilk mabette edilen dualar kıyamete kadar kutludur, mübarektir. Yine Rabbimizin Miraç’a davetinde Peygamber Efendimizi Mescid-i Harâm’dan alıp da bir gece yürüyüşüyle getirdiği Mescid-i Aksâ’nın da çepeçevre etrafı bereketlidir. (İsra,1) Nice peygamberler gelip geçmiştir bu kutlu mabetten...
O hâlde gözü aldatan fazlalık yetmez bereketli olmaya... Rabbe doğru atılan adımdadır bereket. Evet, bereket ancak O’nunla kâimdir. Kerem Sahibine bağlanmayan her niyetin semeresi kısırlığa mahkûmdur. İnsanoğlu Allah Resulü ’nün dilinden dökülen şu düsturu unutmamalıdır: “Bereket Allah’tandır.” (Buhari, Eşribe,31)
Allah Resûlü’nün çağında yaşayan o yüce insanlar, canlarını ortaya koydukları çetin demlerde adanmışlığın bereketini defalarca tecrübe etmişlerdi. Artık bindikleri develeri kesmekten başka çarelerinin kalmadığı bir açlık sınavında, ortaya yayılan deri yaygının üzerinde toplanan birkaç avuç yiyecek onları bereketle buluşturur. Öyle bir bereket ki, arkasında ne doymamış bir nefer ne de dolmamış bir kap bırakır. (Buhari, Şirket,1) Çünkü onlara “bir duvarın birbirine geçmiş tuğlaları kadar sıkı bir örgüyle kenetlenmelerini” öneren Peygamber (sav) tavsiyesine uymuşlar, yardımlaşarak bereketi çağırmışlardır.
Bu örnekler, geçmişte kalan birer mucize değildir. Bilakis kıyamete dek her gün tekrarlanan gerçekliğin Peygamber Efendimizle yaşanan birer temsilidir. Mucize olan bereketin bizzat kendisidir! Bereket hayatın her lahzasına sinmiş bir ilâhî teyiddir. Yeter ki insan hayatının bereketini yitirmemek için onun üzerine titresin. Bereketi unutup, onu kaçırmasın...
Bereket, saymamaktır, hesaplamamaktır, açgözlülükle kaşığı daldırmamaktır. Bereket, aldığında değil verdiğindedir; bereket, ötekini kendine tercih etmektir. Kur’an ve Son Nebî (sav) bize çok basit olmasına rağmen mantığımıza aykırı gibi duran bir bereket kuralını öğretmektedir: Sahip olduklarının artmasını istiyorsan, onları artırmaya ve saklamaya bakma; aksine azaltmaya, dağıtmaya ve paylaşmaya bak! Çünkü mal, ilim, rızık ve sevgi, almakla değil vermekle artar. Çünkü sadece verebildiklerin gerçekte senindir; vermediklerini, veremediklerini tüketmişsindir. İsraftan, hırs ve tamahtan, nimete karşı nankörlükten, sahtekârlıktan ve abartılı bir rızık endişesinden uzaklaştığında berekete yaklaşmışsındır.
İşte Rabbimizin bu eşsiz özelliği hayata yansır. Kara da toprağın derinliklerine sakladığı bereketi, (Fussilet, 10) gökten indirdiği bereketli bir su ile coşturan da (Kaf,11) doğusundan batısına yeryüzünü bereketle donatan da (Araf, 137) yine O dur. İnsanoğlunun gönlü Kur’an ile berekete ermelidir. Çorak vadiler yağmur yüklü bulutlardan inen hayat suyu ile yeşerdiği gibi, o zaman bereketli toprağı andıran inanmış yüreklerden Rablerinin izniyle bolluk fışkırır. Hâlbuki kötü toprağa benzeyen verimsiz yüreklerin ekini ne de cılızdır. (Araf,58)
Yüce Yaratan! Hatadan sakınıp güzel davranışa odaklanan iman dolu kulları için yerlerin ve göklerin bereket kapılarını sonuna kadar açacaktır. (Araf,96 ) Sayısal çoklukla ifade edilen Karun’un malı zihinleri aldatmamalıdır. Anahtarlarını bile güçlü bir topluluk zor taşımaktadır ama bereketli değildi! Zira zenginlik onu şımartmış, yeryüzünde bozgunculuğa sevk etmiş ve neticede hem kendisinin hem de sarayının yerin dibine geçirilmesine yol açmıştır. (Kasas,81)
O hâlde her şeyin özüne bereketi yerleştiren Kudret Sahibi’ne inanmayıp gönlünü O’nun rızasına bağlamayanları acı bir son ve pişmanlık beklemektedir. Gözler Sebe kavminin cennet misali ibretlik bahçelerine aldanmamalıdır. Evet, sağda ve solda uzanıp giden yemyeşil bahçelerdi, ama bereketli değildi! Zira onlar kendilerine verilen bunca rızıktan yiyip Rablerine şükretmeleri gerekirken yüz çevirdiler ve nankörlükleri sebebiyle Arim seliyle cezalandırıldılar. Neticede bereketli memleketlerden bir anda uzaklaştırıldılar. (Sebe,15-17)
Kâbe, insanlık için bereket kaynağıdır. (Ali İmran,96) Çünkü yalçın dağların arasında mütevazı dört duvardan oluşan o ilk mabette edilen dualar kıyamete kadar kutludur, mübarektir. Yine Rabbimizin Miraç’a davetinde Peygamber Efendimizi Mescid-i Harâm’dan alıp da bir gece yürüyüşüyle getirdiği Mescid-i Aksâ’nın da çepeçevre etrafı bereketlidir. (İsra,1) Nice peygamberler gelip geçmiştir bu kutlu mabetten...
O hâlde gözü aldatan fazlalık yetmez bereketli olmaya... Rabbe doğru atılan adımdadır bereket. Evet, bereket ancak O’nunla kâimdir. Kerem Sahibine bağlanmayan her niyetin semeresi kısırlığa mahkûmdur. İnsanoğlu Allah Resulü ’nün dilinden dökülen şu düsturu unutmamalıdır: “Bereket Allah’tandır.” (Buhari, Eşribe,31)
Allah Resûlü’nün çağında yaşayan o yüce insanlar, canlarını ortaya koydukları çetin demlerde adanmışlığın bereketini defalarca tecrübe etmişlerdi. Artık bindikleri develeri kesmekten başka çarelerinin kalmadığı bir açlık sınavında, ortaya yayılan deri yaygının üzerinde toplanan birkaç avuç yiyecek onları bereketle buluşturur. Öyle bir bereket ki, arkasında ne doymamış bir nefer ne de dolmamış bir kap bırakır. (Buhari, Şirket,1) Çünkü onlara “bir duvarın birbirine geçmiş tuğlaları kadar sıkı bir örgüyle kenetlenmelerini” öneren Peygamber (sav) tavsiyesine uymuşlar, yardımlaşarak bereketi çağırmışlardır.
Bu örnekler, geçmişte kalan birer mucize değildir. Bilakis kıyamete dek her gün tekrarlanan gerçekliğin Peygamber Efendimizle yaşanan birer temsilidir. Mucize olan bereketin bizzat kendisidir! Bereket hayatın her lahzasına sinmiş bir ilâhî teyiddir. Yeter ki insan hayatının bereketini yitirmemek için onun üzerine titresin. Bereketi unutup, onu kaçırmasın...
Bereket, saymamaktır, hesaplamamaktır, açgözlülükle kaşığı daldırmamaktır. Bereket, aldığında değil verdiğindedir; bereket, ötekini kendine tercih etmektir. Kur’an ve Son Nebî (sav) bize çok basit olmasına rağmen mantığımıza aykırı gibi duran bir bereket kuralını öğretmektedir: Sahip olduklarının artmasını istiyorsan, onları artırmaya ve saklamaya bakma; aksine azaltmaya, dağıtmaya ve paylaşmaya bak! Çünkü mal, ilim, rızık ve sevgi, almakla değil vermekle artar. Çünkü sadece verebildiklerin gerçekte senindir; vermediklerini, veremediklerini tüketmişsindir. İsraftan, hırs ve tamahtan, nimete karşı nankörlükten, sahtekârlıktan ve abartılı bir rızık endişesinden uzaklaştığında berekete yaklaşmışsındır.