Aforizmalar (7)
Önce şunu vurgulamak gerekir; İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, üç dinin temelinde de kutsal kitaplar ve buna bağlı bir eğitim vardır. Üç dinin kutsal kitaplarına baktığımızda şunu görmekteyiz: İnsanı yaratan ve insana okur-yazarlığı emreden Allahtır. Medrese yahut üniversite, amacı insanın okur-yazar olması, aklını-fikrini geliştirmesidir. Allah insanların eğitimli olmasını istemektedir; insanlığın daha ilk gününden itibaren sahifeler şeklinde kitap indiren Yaratıcı, insanların cahil kalmasını istemiyor demektir. Haliyle nerede kitabî bir toplum varsa orada bir eğitim de söz konusu olmuştur. Kitap, medresenin yahut üniversitenin temelidir; kitapsız ne medrese ne de üniversite olabilir.
Bir dille iletişime sahip Hz. Âdem ve Hz. Havva insanların ilk atasıdır. Hz. Âdem ilk peygamber olarak Allah’tan yazılı ilk vahyi de o aldı. Tevrat-Zebur, İncil ve Kuran, Rabb’in kitaplarıdır. Bu ilahi kitaplara okuyup yazmaya dair ne var diye bir kere daha baktım. Tevrat ve Zebur’da “okumak ve yazmak” fiilinin bugünkü anlamda bir karşılığı yoktur. Fiilin geçtiği cümleler şu şekildedir: “RAB’be ezgi okumak için eğitilmiş yetenekli Levililer’in…”; “Davut’un koyduğu düzene göre sevinçle ezgiler okumakla görevlendirdi…”
Tevrat ve Zebur’da yine günümüzdeki anlamıyla “bilgi” sözcüğü geçmemektedir. ‘Bilgin’den kasıt şudur: “Kralların Kralı Artahşasta’dan Gökler Tanrısı’nın Yasası’nın bilgini Kâhin Ezra’ya selamlar.”; “Gökler Tanrısının Yasası’nın bilgini Kâhin Ezra’nın sizden her istediğini özenle yerine getirin.”; “Ertesi gün bütün aile başları, kâhinler ve Levililer Kutsal Yasa’nın buyruklarını öğrenmek için Bilgin Ezra’nın çevresine toplandılar.” Yazı ve yazılı metin olarak da şu ifade yer almaktadır: “Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayla dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılıydı. Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısıydı.”
Tevrat ve Zebur’da bilgi, dini metinlerin ve dini öykülerin anlaşılıp anlatılmasından ibarettir. “Özdeyişler” bölümünde yer alan en etkili birkaç ifade ise şöyledir: “RAB korkusudur bilginin temeli. Ahmaklarsa bilgeliği ve terbiyeyi küçümser.”; “Gümüş yerine terbiyeyi, saf altın yerine bilgiyi edinin.”; “Bilge kişiyi eğitirsen daha bilge olur, doğru kişiye öğretirsen bilgisini artırır. RAB korkusudur bilgeliğin temeli; akıl kutsal olanı tanımaktır.”; “Akıllı kişi bilgiyi satın alır, bilgenin kulağı da bilgi peşindedir.”; “RAB bilgiyi gözetip korur…”
İncil’de yer alan bazı okur-yazarlık ifadesi şu şekildedir: “İsa, büyüdüğü Nasıra Kenti’ne geldiğinde her zamanki gibi Şabat Günü havraya gitti. Kutsal Yazılar’ı okumak üzere ayağa kalkınca…” “Pavlus bu şekilde savunmasını sürdürürken Festus yüksek sesle, ‘Pavlus, çıldırmışsın sen! Çok okumak seni delirtiyor!’ dedi.” “Yedi gök gürlemesi seslendiğinde yazmak üzereydim ki, gökten, ‘Yedi gök gürlemesinin söylediklerini mühürle, yazma!’ diyen bir ses işittim.”; “Zekeriya bir yazı levhası istedi ve adı Yahya’dır diye yazdı. Herkes şaşakaldı.” Vb.
Kuran’ın insanlara ilk emri okudur: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak 1-5) Kuran’ın Ahret’e bakan yüzünde ise insana verilecek son emir şöyledir: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (İsrâ 14); Hz. Muhammed (sav) Rabbin kitabının okuyucusudur: “Sana (Kur’an’ı) okutacağız; artık Allah’ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın. Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni bilir.” (A’lâ 6-7); “Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedileni oku…” (Kehf 27)
Kuran, insana okuma-yazma, anlama konusunda daima yol göstermiştir. Kişiye sürekli aklını kullanmasını emreder: “Ey akıl sahipleri!…” (Bakara 179) “Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 269) “Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (En’âm 32) “O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar.” (Yûnus 100) “Kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.” (Yusuf 111) “…İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” (R’ad 4) “…ancak akıl sahipleri anlar.” (R’ad 19) “…akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.” (İbrahim 52) “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?” (Enbiya 10) “…Ey akıl sahipleri! İbret alın.” (Haşr 2)
İlmi, kadın ve erkeğe farz kılan dünyada İslam’dan başka bir inanç ve kültür yoktur! Müslümanlar, uzun asırlar boyunca, Allah’ın okuyun ve akledin emrini tutmuş, okumuş ve akletmişlerdir. Müslümanların camilerin yanına ilk yaptıkları sosyal müessese, medreseler olmuştur. Bugün Erzurum’da Anadolu’nun incisi durumundaki Çifte Minareli Medrese’nin yapımı şehrin fethinden kısa süre sonradır! Bizim bir zamanlar medresemiz vardı; medreselerin yetiştirdiği insanlarla İslam dünyası ve İslam medeniyeti göz kamaştırıyordu. (Kaynak: Avrupalı seyyahların kitaplarına göz atınız!) İslam medeniyeti altın çağını yaşarken Avrupa’nın henüz üniversitesi yoktu. Işık nasıl doğudan doğup batıyı aydınlatıyorsa medeniyette Batı’ya önce Doğu’dan gitti. Avrupa’da Rönesans’ı, haliyle üniversiteyi başlatan İslâm medresesidir. (Meraklısı için kaynak: Prof. Dr. Fuat Sezgin ve İslam’ın Dünya Bilimine Katkıları.)
Bir dönem bilim ve teknik üreten İslam medreseleri bir dönemden sonra neden sadece din bilimlerine endeksli kaldı? Bir çak sebebi var; tartışılmış ve cevabı verilmiş bir konu, geçiyorum. Sadece şunu söylemek isterim: İbrahim Hakkı (1703-1780) din eğitimi almış, medresede yetişmiş bir tasavvuf öğretmeni, aynı zamanda alet kullanan, matematik, geometri ve astronomiyle uğraşan, çizimler yapan bugünkü tabirle pozitif bilimlerle uğraşan bir zât. Hocası/şeyhi Fakirullah ve Şeyh İbrahim Hakkı, takipçilerine alet kullanmak, bilimsel gözlem ve deney yapmak, İslam’da yasaktır mı dediler!
Her işte istikrar, gelişme, öz güven geleneğe dayanır. Medreseyi yıktık, bin beş yüz yıllık bir geleneği, tecrübeyi yok ettik. Çünkü bizi geri bırakan medreseydi!!! Yerine ne koyduk peki? Avrupa’dan, dolaylı olarak bizim kurduğumuz yahut kurulmasına büyük emeğimiz geçmiş olan, üniversiteyi aldık! Aldık mı peki? Aldık diyorsak, o zaman şu soruya cevap vermemiz gerekmektedir: Türk üniversitelerinin dünya bilimine katkısı nedir? Hangi bilim ve teknik keşif Türk üniversitelerinin eseridir? Gerçekçi olalım: Türk milletinin ‘ruhunun’ Araf’ta gözükmesinin sebebi eğitimidir.Türk eğitim sistemi gerçekte ne medreseye ne de üniversiteye dayanmaktadır. Temel paradigması ‘Atatürkçülüğü öğretmek!’ olan kendine özgü bir ‘karmaşadır’ Türk eğitim sistemi. Geçmiş eğitim sistemini inkâr eden ve en eski üniversitesi 80-90 yaşındaki bir ülkenin özgün bir medeniyet vücuda getirmesi, bilim ve teknoloji üretmesi, haliyle muhal olmaktadır. Düşünün ki, Türk üniversitelerinin TEKNO Kentlere kavuşması ve AR-GE yapmaları hükumetin birkaç yıl önce başlattığı yahut ‘dayattığı!’ ‘pozitif (!)’ bilim adına önemli bir gelişmedir.
Medrese düşmanlığı, kişinin milli varlığının oturduğu dalı kesmesinden başka bir mana ifade etmemektedir ve meşhur bir cehalettir. Medrese yahut üniversite, biri diğerinin alternatifi değildir; Rabbimiz Âlim’dir; ilim Allah’ın sıfatıdır ve bir hikmetidir; insanlığın ortak paydasıdır. Türkiye medreselerin önünü açmalıdır artık. Geçmişin eğitim tecrübesinden ve eğitim yöntemlerinden istifade etmek, muazzam İslam kütüphanelerinden yararlanmak, Müslümanların ve insanlığın hakkıdır. (Avrupa’nın ve ABD’nin önemli bütün üniversitelerinde İslam kürsüleri vardır ve halen de yenileri kurulmaya devam etmektedir. Batı medeniyeti, bu kürsülerde, İslam medreselerinin o muazzam birikimini kendi kültürüne ilave etmek üzere, samimi ve heyecanlı bir çaba sarf etmektedir.)
Şu, ideolojik yobazlığı bırakalım artık. Medreseler, Türkiye’yi zenginleştirir… Kiliseyi dışlayan pozitivist üniversite, insanın dışına/dünyaya bakarken, İslam medresesi de, bir dönemden sonra, insanın sadece içine/ruhuna bakmıştır. İkisi de eksiktir. İnsanın hem maddi hem de manevi varlığını kuşatan eğitim Allah’ın emrettiği insanlık için yararlı bir eğitim modelidir.
Sonuç itibariyle, Allah insanlığa kitaplar indirmiştir. Kitapların öncelikli gayesi Allah’ı tanıtmak, insanları iman ve ahlak sahibi kılmaktır. Ondan sonra da bakışları varlığa çevirmek yine Rabbimizin bir emridir: Tabir caizse, kâinat kitabından AR-GE’yi emreden Allahtır. Yeter ki saçmalıkları bırakıp gerçekten ilimle hikmetle uğraşalım. O zaman ‘Sünnetullah’*a sarılmış, İslam medeniyeti ve ‘insanlık için’ ayağı kalkmış ve doğru bir yola girmiş olabiliriz.
*Sünnetullah: Allah’ın kâinatta gözlenen yasalarıdır.
Önce şunu vurgulamak gerekir; İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, üç dinin temelinde de kutsal kitaplar ve buna bağlı bir eğitim vardır. Üç dinin kutsal kitaplarına baktığımızda şunu görmekteyiz: İnsanı yaratan ve insana okur-yazarlığı emreden Allahtır. Medrese yahut üniversite, amacı insanın okur-yazar olması, aklını-fikrini geliştirmesidir. Allah insanların eğitimli olmasını istemektedir; insanlığın daha ilk gününden itibaren sahifeler şeklinde kitap indiren Yaratıcı, insanların cahil kalmasını istemiyor demektir. Haliyle nerede kitabî bir toplum varsa orada bir eğitim de söz konusu olmuştur. Kitap, medresenin yahut üniversitenin temelidir; kitapsız ne medrese ne de üniversite olabilir.
Bir dille iletişime sahip Hz. Âdem ve Hz. Havva insanların ilk atasıdır. Hz. Âdem ilk peygamber olarak Allah’tan yazılı ilk vahyi de o aldı. Tevrat-Zebur, İncil ve Kuran, Rabb’in kitaplarıdır. Bu ilahi kitaplara okuyup yazmaya dair ne var diye bir kere daha baktım. Tevrat ve Zebur’da “okumak ve yazmak” fiilinin bugünkü anlamda bir karşılığı yoktur. Fiilin geçtiği cümleler şu şekildedir: “RAB’be ezgi okumak için eğitilmiş yetenekli Levililer’in…”; “Davut’un koyduğu düzene göre sevinçle ezgiler okumakla görevlendirdi…”
Tevrat ve Zebur’da yine günümüzdeki anlamıyla “bilgi” sözcüğü geçmemektedir. ‘Bilgin’den kasıt şudur: “Kralların Kralı Artahşasta’dan Gökler Tanrısı’nın Yasası’nın bilgini Kâhin Ezra’ya selamlar.”; “Gökler Tanrısının Yasası’nın bilgini Kâhin Ezra’nın sizden her istediğini özenle yerine getirin.”; “Ertesi gün bütün aile başları, kâhinler ve Levililer Kutsal Yasa’nın buyruklarını öğrenmek için Bilgin Ezra’nın çevresine toplandılar.” Yazı ve yazılı metin olarak da şu ifade yer almaktadır: “Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayla dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılıydı. Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısıydı.”
Tevrat ve Zebur’da bilgi, dini metinlerin ve dini öykülerin anlaşılıp anlatılmasından ibarettir. “Özdeyişler” bölümünde yer alan en etkili birkaç ifade ise şöyledir: “RAB korkusudur bilginin temeli. Ahmaklarsa bilgeliği ve terbiyeyi küçümser.”; “Gümüş yerine terbiyeyi, saf altın yerine bilgiyi edinin.”; “Bilge kişiyi eğitirsen daha bilge olur, doğru kişiye öğretirsen bilgisini artırır. RAB korkusudur bilgeliğin temeli; akıl kutsal olanı tanımaktır.”; “Akıllı kişi bilgiyi satın alır, bilgenin kulağı da bilgi peşindedir.”; “RAB bilgiyi gözetip korur…”
İncil’de yer alan bazı okur-yazarlık ifadesi şu şekildedir: “İsa, büyüdüğü Nasıra Kenti’ne geldiğinde her zamanki gibi Şabat Günü havraya gitti. Kutsal Yazılar’ı okumak üzere ayağa kalkınca…” “Pavlus bu şekilde savunmasını sürdürürken Festus yüksek sesle, ‘Pavlus, çıldırmışsın sen! Çok okumak seni delirtiyor!’ dedi.” “Yedi gök gürlemesi seslendiğinde yazmak üzereydim ki, gökten, ‘Yedi gök gürlemesinin söylediklerini mühürle, yazma!’ diyen bir ses işittim.”; “Zekeriya bir yazı levhası istedi ve adı Yahya’dır diye yazdı. Herkes şaşakaldı.” Vb.
Kuran’ın insanlara ilk emri okudur: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak 1-5) Kuran’ın Ahret’e bakan yüzünde ise insana verilecek son emir şöyledir: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (İsrâ 14); Hz. Muhammed (sav) Rabbin kitabının okuyucusudur: “Sana (Kur’an’ı) okutacağız; artık Allah’ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın. Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni bilir.” (A’lâ 6-7); “Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedileni oku…” (Kehf 27)
Kuran, insana okuma-yazma, anlama konusunda daima yol göstermiştir. Kişiye sürekli aklını kullanmasını emreder: “Ey akıl sahipleri!…” (Bakara 179) “Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 269) “Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (En’âm 32) “O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar.” (Yûnus 100) “Kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.” (Yusuf 111) “…İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” (R’ad 4) “…ancak akıl sahipleri anlar.” (R’ad 19) “…akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.” (İbrahim 52) “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?” (Enbiya 10) “…Ey akıl sahipleri! İbret alın.” (Haşr 2)
İlmi, kadın ve erkeğe farz kılan dünyada İslam’dan başka bir inanç ve kültür yoktur! Müslümanlar, uzun asırlar boyunca, Allah’ın okuyun ve akledin emrini tutmuş, okumuş ve akletmişlerdir. Müslümanların camilerin yanına ilk yaptıkları sosyal müessese, medreseler olmuştur. Bugün Erzurum’da Anadolu’nun incisi durumundaki Çifte Minareli Medrese’nin yapımı şehrin fethinden kısa süre sonradır! Bizim bir zamanlar medresemiz vardı; medreselerin yetiştirdiği insanlarla İslam dünyası ve İslam medeniyeti göz kamaştırıyordu. (Kaynak: Avrupalı seyyahların kitaplarına göz atınız!) İslam medeniyeti altın çağını yaşarken Avrupa’nın henüz üniversitesi yoktu. Işık nasıl doğudan doğup batıyı aydınlatıyorsa medeniyette Batı’ya önce Doğu’dan gitti. Avrupa’da Rönesans’ı, haliyle üniversiteyi başlatan İslâm medresesidir. (Meraklısı için kaynak: Prof. Dr. Fuat Sezgin ve İslam’ın Dünya Bilimine Katkıları.)
Bir dönem bilim ve teknik üreten İslam medreseleri bir dönemden sonra neden sadece din bilimlerine endeksli kaldı? Bir çak sebebi var; tartışılmış ve cevabı verilmiş bir konu, geçiyorum. Sadece şunu söylemek isterim: İbrahim Hakkı (1703-1780) din eğitimi almış, medresede yetişmiş bir tasavvuf öğretmeni, aynı zamanda alet kullanan, matematik, geometri ve astronomiyle uğraşan, çizimler yapan bugünkü tabirle pozitif bilimlerle uğraşan bir zât. Hocası/şeyhi Fakirullah ve Şeyh İbrahim Hakkı, takipçilerine alet kullanmak, bilimsel gözlem ve deney yapmak, İslam’da yasaktır mı dediler!
Her işte istikrar, gelişme, öz güven geleneğe dayanır. Medreseyi yıktık, bin beş yüz yıllık bir geleneği, tecrübeyi yok ettik. Çünkü bizi geri bırakan medreseydi!!! Yerine ne koyduk peki? Avrupa’dan, dolaylı olarak bizim kurduğumuz yahut kurulmasına büyük emeğimiz geçmiş olan, üniversiteyi aldık! Aldık mı peki? Aldık diyorsak, o zaman şu soruya cevap vermemiz gerekmektedir: Türk üniversitelerinin dünya bilimine katkısı nedir? Hangi bilim ve teknik keşif Türk üniversitelerinin eseridir? Gerçekçi olalım: Türk milletinin ‘ruhunun’ Araf’ta gözükmesinin sebebi eğitimidir.Türk eğitim sistemi gerçekte ne medreseye ne de üniversiteye dayanmaktadır. Temel paradigması ‘Atatürkçülüğü öğretmek!’ olan kendine özgü bir ‘karmaşadır’ Türk eğitim sistemi. Geçmiş eğitim sistemini inkâr eden ve en eski üniversitesi 80-90 yaşındaki bir ülkenin özgün bir medeniyet vücuda getirmesi, bilim ve teknoloji üretmesi, haliyle muhal olmaktadır. Düşünün ki, Türk üniversitelerinin TEKNO Kentlere kavuşması ve AR-GE yapmaları hükumetin birkaç yıl önce başlattığı yahut ‘dayattığı!’ ‘pozitif (!)’ bilim adına önemli bir gelişmedir.
Medrese düşmanlığı, kişinin milli varlığının oturduğu dalı kesmesinden başka bir mana ifade etmemektedir ve meşhur bir cehalettir. Medrese yahut üniversite, biri diğerinin alternatifi değildir; Rabbimiz Âlim’dir; ilim Allah’ın sıfatıdır ve bir hikmetidir; insanlığın ortak paydasıdır. Türkiye medreselerin önünü açmalıdır artık. Geçmişin eğitim tecrübesinden ve eğitim yöntemlerinden istifade etmek, muazzam İslam kütüphanelerinden yararlanmak, Müslümanların ve insanlığın hakkıdır. (Avrupa’nın ve ABD’nin önemli bütün üniversitelerinde İslam kürsüleri vardır ve halen de yenileri kurulmaya devam etmektedir. Batı medeniyeti, bu kürsülerde, İslam medreselerinin o muazzam birikimini kendi kültürüne ilave etmek üzere, samimi ve heyecanlı bir çaba sarf etmektedir.)
Şu, ideolojik yobazlığı bırakalım artık. Medreseler, Türkiye’yi zenginleştirir… Kiliseyi dışlayan pozitivist üniversite, insanın dışına/dünyaya bakarken, İslam medresesi de, bir dönemden sonra, insanın sadece içine/ruhuna bakmıştır. İkisi de eksiktir. İnsanın hem maddi hem de manevi varlığını kuşatan eğitim Allah’ın emrettiği insanlık için yararlı bir eğitim modelidir.
Sonuç itibariyle, Allah insanlığa kitaplar indirmiştir. Kitapların öncelikli gayesi Allah’ı tanıtmak, insanları iman ve ahlak sahibi kılmaktır. Ondan sonra da bakışları varlığa çevirmek yine Rabbimizin bir emridir: Tabir caizse, kâinat kitabından AR-GE’yi emreden Allahtır. Yeter ki saçmalıkları bırakıp gerçekten ilimle hikmetle uğraşalım. O zaman ‘Sünnetullah’*a sarılmış, İslam medeniyeti ve ‘insanlık için’ ayağı kalkmış ve doğru bir yola girmiş olabiliriz.
*Sünnetullah: Allah’ın kâinatta gözlenen yasalarıdır.