
‘Memento Mori (Öleceğini Hatırla) !..
Gazeteci-Yazar Haşmet Babaoğlu’nun bir yazısında geçiyordu bu Latince deyiş…
Bir alıntıydı. Haşmet Babaoğlu, arkadaşından aktarıyordu bu sözü.
Ve devam ediyordu:
“Almanya'da bir kliniğe girdiğimde hastaları karşılayan duvara kocaman harflerle ‘Memento Mori (Öleceğini Hatırla)’ yazıldığını görmüştüm. Latince bir epigramdı bu.
Ama şifa aramak maksadıyla geldiğim yerde bu karşılama, çok ters gelmişti, şaşırmıştım tabii. Hasta kayıt masasındaki kıza yazının oraya asılma gerekçesini sormuştum ve aynen şu cevabı almıştım:
‘Bizim hekimlerimiz kendilerinin Tanrı sayılmasını istemiyorlar. Bugün iyileşebilirsiniz ama sonra yine de öleceksiniz!”
(…)
Usta yazar, finalde okuruna soruyor ve kendi yanıtıyla da yazısını noktalıyordu:
“Peki bizim görkemli hastanelerimize böyle bir levha asabilirler mi acaba?
Hiç sanmıyorum!”
Doğrusu, ben de pek sanmıyorum.
Asılsa bile pek doğru anlaşılacağını düşünmüyorum…
***
Çok enteresan bir konu.
Belki biraz ürkütücü; ama bir o kadar da rahatlatıcı: Mutlak adaletle, yolun sonunu bilmenin getirdiği teslimiyetle ve imanla, inanmakla ilgili şeyleri kapsıyor bu konu çünkü…
Diğer yandan…
‘Memento Mori’nin izini sürünce ‘ekşisözlük’te suret35’in eklediği şu bilgilere ulaşıyoruz.
Bunlar da oldukça enteresan:
“Memento Mori, antik çağlarda kullanılan bir uyarı bağırmasıdır. Muzaffer bir roma generali, savaştan galip çıkıp sokaklarda zafer turu atarken arkasında duran bir köle, generalin kafasının üstüne bir defne çelengi ya da tapınak tacı tutup yol kenarındaki kalabalığın duyacağı kadar yüksek sesle şunları söylerdi:
Memento mori !..
(Fani olduğunu hatırla)
Memento te hominem esse !..
(Sadece bir insan olduğunu hatırla)
Respice post te! hominem te esse memento !..
(Arkana bak! Sadece bir insansın, bunu daima hatırla)”
***
Bu ritüel, bize dair neyi hatırlattı size peki?
‘Bana’ demeyeyim, zira öyle sanıyorum ki ‘çoğumuza’, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Cuma Selamlığı, Cuma Alayı, Selâmlık Resmi ve Selâmlık Resm-i Âlisi gibi farklı biçimlerde adlandırılan, en yaygın adlandırılışı herhalde ‘Cuma Selamlığı’ olan; Fatih Sultan Mehmed döneminde başlatılan ve 17. Yüzyıl ortasına kadar oldukça görkemli biçimde sürdürülen; 1.Mustafa, 4.Murad ve 4.Mehmed ve nihayet 3.Murad dönemlerinde kesintiye uğrayan o çok dikkate değer geleneği hatırlattı.
Öyle değil mi?
Erzurum Lisesi’nde, Allah selametlik versin, Tarih öğretmenimiz Namık Kemal Bey’in dramatize ederek beyinlerimize kazıdığı o müthiş enstantane, o donmuş insanlar topluluğu; içinden bütün ihtişamıyla geçen Padişah Hazretleri ve halktan alelade birinin bütün cesaretini toplayarak ‘Gururlanma Padişahım, senden büyük Allah var!’ diye haykırışı…
Ayasofya-Topkapı Sarayı arasında, Çınarlar altında uzayan o dar yolda yaşananları Erzurum Lisesi’nin yüksek tavanlı sınıflarından birinde canlandırmak…
Ne fark eder ki? Ha Roma, ha İstanbul, ha Erzurum…
Esas mesele, bir padişaha, bir generale, bir krala, bir lidere; yüksek sesle ‘Öleceğini ve yaptığın bütün iyiliklerin ve kötülüklerin hesabını Tanrının huzurunda vereceğini unutma!’ diyebilmek.
Muazzam bir ihtar.
Tabii o gün için esas güzel ayrıntı -ya da asıl mucize-, atılan o ihtar nidasının sonrasında hayatta kalabilmekti…
Bugün kafamızı kurcalayan ayrıntı ise o geleneğin sonradan niye sekteye uğradığı; bugün öyle bir şeyin -parlamentolarda temsilciler nezdinde değil de Osmanlı’nın görkemli çağında olduğu gibi yine meydanlarda, doğrudan halk huzurunda, zırhsız, korumasız- ve sadece bir ülkede, bir başkentte değil, Washington’da, Moskova’da, Roma’da, Ankara’da, Tahran’da, Kahire’de, Bağdat’ta, Şam’da, Londra’da, Paris’te, demokrasinin görkemli kent-yapıtlarında yani (?) uygulanmasının mümkün olup olmayacağı:
Memento Mori…
Ölümlü olduğunu unutma!
Allah’ı unutma!
Kibirlenme…
‘Memento te hominem esse !..’
Sadece bir insan olduğunu hatırla !..
***
Demokratik koşullar buna izin verir mi?
Güvenliksel önlemler buna izin verir mi?
Monarşiler sona erdi; peki demokratik yolla seçilmişlerin hepsi, kendilerini seçenlerle böyle bir ritüel çerisinde yüz yüze gelmeyi ve ‘altı üstü bir fâni olduklarının’ kendilerine yüksek cür’etle hatırlamasını isterler mi?
‘That is the Question !..’
İşte asıl mesele bu !..
Yoksa hatırlatmak kolay…
Gazeteci-Yazar Haşmet Babaoğlu’nun bir yazısında geçiyordu bu Latince deyiş…
Bir alıntıydı. Haşmet Babaoğlu, arkadaşından aktarıyordu bu sözü.
Ve devam ediyordu:
“Almanya'da bir kliniğe girdiğimde hastaları karşılayan duvara kocaman harflerle ‘Memento Mori (Öleceğini Hatırla)’ yazıldığını görmüştüm. Latince bir epigramdı bu.
Ama şifa aramak maksadıyla geldiğim yerde bu karşılama, çok ters gelmişti, şaşırmıştım tabii. Hasta kayıt masasındaki kıza yazının oraya asılma gerekçesini sormuştum ve aynen şu cevabı almıştım:
‘Bizim hekimlerimiz kendilerinin Tanrı sayılmasını istemiyorlar. Bugün iyileşebilirsiniz ama sonra yine de öleceksiniz!”
(…)
Usta yazar, finalde okuruna soruyor ve kendi yanıtıyla da yazısını noktalıyordu:
“Peki bizim görkemli hastanelerimize böyle bir levha asabilirler mi acaba?
Hiç sanmıyorum!”
Doğrusu, ben de pek sanmıyorum.
Asılsa bile pek doğru anlaşılacağını düşünmüyorum…
***
Çok enteresan bir konu.
Belki biraz ürkütücü; ama bir o kadar da rahatlatıcı: Mutlak adaletle, yolun sonunu bilmenin getirdiği teslimiyetle ve imanla, inanmakla ilgili şeyleri kapsıyor bu konu çünkü…
Diğer yandan…
‘Memento Mori’nin izini sürünce ‘ekşisözlük’te suret35’in eklediği şu bilgilere ulaşıyoruz.
Bunlar da oldukça enteresan:
“Memento Mori, antik çağlarda kullanılan bir uyarı bağırmasıdır. Muzaffer bir roma generali, savaştan galip çıkıp sokaklarda zafer turu atarken arkasında duran bir köle, generalin kafasının üstüne bir defne çelengi ya da tapınak tacı tutup yol kenarındaki kalabalığın duyacağı kadar yüksek sesle şunları söylerdi:
Memento mori !..
(Fani olduğunu hatırla)
Memento te hominem esse !..
(Sadece bir insan olduğunu hatırla)
Respice post te! hominem te esse memento !..
(Arkana bak! Sadece bir insansın, bunu daima hatırla)”
***
Bu ritüel, bize dair neyi hatırlattı size peki?
‘Bana’ demeyeyim, zira öyle sanıyorum ki ‘çoğumuza’, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Cuma Selamlığı, Cuma Alayı, Selâmlık Resmi ve Selâmlık Resm-i Âlisi gibi farklı biçimlerde adlandırılan, en yaygın adlandırılışı herhalde ‘Cuma Selamlığı’ olan; Fatih Sultan Mehmed döneminde başlatılan ve 17. Yüzyıl ortasına kadar oldukça görkemli biçimde sürdürülen; 1.Mustafa, 4.Murad ve 4.Mehmed ve nihayet 3.Murad dönemlerinde kesintiye uğrayan o çok dikkate değer geleneği hatırlattı.
Öyle değil mi?
Erzurum Lisesi’nde, Allah selametlik versin, Tarih öğretmenimiz Namık Kemal Bey’in dramatize ederek beyinlerimize kazıdığı o müthiş enstantane, o donmuş insanlar topluluğu; içinden bütün ihtişamıyla geçen Padişah Hazretleri ve halktan alelade birinin bütün cesaretini toplayarak ‘Gururlanma Padişahım, senden büyük Allah var!’ diye haykırışı…
Ayasofya-Topkapı Sarayı arasında, Çınarlar altında uzayan o dar yolda yaşananları Erzurum Lisesi’nin yüksek tavanlı sınıflarından birinde canlandırmak…
Ne fark eder ki? Ha Roma, ha İstanbul, ha Erzurum…
Esas mesele, bir padişaha, bir generale, bir krala, bir lidere; yüksek sesle ‘Öleceğini ve yaptığın bütün iyiliklerin ve kötülüklerin hesabını Tanrının huzurunda vereceğini unutma!’ diyebilmek.
Muazzam bir ihtar.
Tabii o gün için esas güzel ayrıntı -ya da asıl mucize-, atılan o ihtar nidasının sonrasında hayatta kalabilmekti…
Bugün kafamızı kurcalayan ayrıntı ise o geleneğin sonradan niye sekteye uğradığı; bugün öyle bir şeyin -parlamentolarda temsilciler nezdinde değil de Osmanlı’nın görkemli çağında olduğu gibi yine meydanlarda, doğrudan halk huzurunda, zırhsız, korumasız- ve sadece bir ülkede, bir başkentte değil, Washington’da, Moskova’da, Roma’da, Ankara’da, Tahran’da, Kahire’de, Bağdat’ta, Şam’da, Londra’da, Paris’te, demokrasinin görkemli kent-yapıtlarında yani (?) uygulanmasının mümkün olup olmayacağı:
Memento Mori…
Ölümlü olduğunu unutma!
Allah’ı unutma!
Kibirlenme…
‘Memento te hominem esse !..’
Sadece bir insan olduğunu hatırla !..
***
Demokratik koşullar buna izin verir mi?
Güvenliksel önlemler buna izin verir mi?
Monarşiler sona erdi; peki demokratik yolla seçilmişlerin hepsi, kendilerini seçenlerle böyle bir ritüel çerisinde yüz yüze gelmeyi ve ‘altı üstü bir fâni olduklarının’ kendilerine yüksek cür’etle hatırlamasını isterler mi?
‘That is the Question !..’
İşte asıl mesele bu !..
Yoksa hatırlatmak kolay…