
Temmuz ayının ilk günlerinde yolumuz Konya’ya düştü. Hava alabildiğine sıcak, dudaklarımız ise suya hasret çorak tarla gibi susuzdu. Bunaltıcı hava insanı perişan ediyor adım atacak hal bırakmıyordu. Şehir ahvali çoktan evlerine çekilmiş havanın serinlemesini beklemeye dün geceden beri koyulmuştu. Caddeler, sokak araları ve alışveriş merkezleri insandan yoksun bir şekilde akşamı bekliyordu. Gönül ehli, mana denizi, insan sarrafı Mevlana Celaleddini Rumi dergâhı ve makamı hariç her yer boş ve sessizdi. Mevlana’nın babaları Sultan Bahaeddin, Horasan’ın Belh şehrinden Anadolu’ya gelmiş 1207 tarihinde ise Mevlana dünyaya gelmiştir. Mevlana 1273 tarihinde hakkın rahmetine 66 yaşında kavuşmuştur. Mevlana’nın yazmış olduğu eserler sadece yaşadığı çağın değil bugünün insanlarında derdine derman olmak için vesile kılınmıştır. Gün geçtikçe değeri daha da artmaya başlayan Mevlana bütün dünya insanlarının da dikkatini çekmiştir.
2007 yılının Birleşmiş Milletlere bağlı UNESCO tarafında Mevlana yılı olarak kabul edilmesi bunun en son örneğidir. İslamiyet’in rahmet ikliminden faydalananlar çoğu zaman kendilerini Mevlana da bulmuşlardır. Onun ışığında hakikati görüp İslam diniyle şereflenmişlerdir. Mevlana’ya karşı Avrupalıların göstermiş olduğu bu yaklaşım elbette boş değildir. İnsanı sevmek, yaratılanları sevmek Mevlana da zirve yapmış hakikat ehlinin dilinden bu doğrultuda inciler dökülmüştür.
Gönül ehli, tarikat erbabı olan Mevlana yaratana kavuşmayı bir düğün günü olarak görmüş, ölümü bir son değil başlangıç olacak şekilde yaşamış, yaşatmaya çalışmıştır. İnsanı sevmenin, yaratanı sevmek olduğunu anlamış ve ne olursan ol yine gel düsturunu zihinlere kazımıştır. Birlikte olmanın temel şartının sevgi olduğunu görmüş binayı bunun üzerine inşa etmiştir. Günümüz dünyasını göz önüne getirdiğimizde bu felsefeyi daha iyi anlayabiliriz. Iraktan Somali’ye, Darfurdan Filistin’e her yer kan ve gözyaşlarıyla dolu. Niye hep temelinde insan sevgisini yitirmiş olmamız ve karşımızdaki insanı yok görmemizden değil mi? Kendi yaşam alanımızı daha fazla genişletebilmek için başkasına zarar vermek artık normal bir durum oldu çıktı çağımızda. “Ne olursan ol ama yine gel” anlayışı hangimizde var bir vicdanımıza sorsak kaç kişi çıkar ortaya. Hep bana hep bana anlayışımız ne zamana kadar devam edecek bilmiyorum.
Bir arada mutlu şekilde yaşamak için illa da her çağda bir Mevlana Celaleddini Rumi gelmesi gerekir. Bu yazıyı ele alırken kesinlikle Mevlana’yı yazmak, onu sizlere tanıtabilmek gibi bir düşüncem yoktur. Zaten benim cılız kalemimin yapacağı bir iş değil onu da biliyorum. Benim asıl gayem o güzel insanın kabrinin de bulunduğu alanda yaşadığım ve sizin mutlaka tatmak isteyeceğiniz kutsi havadır. Konya’ya birçok kereler gelmeme rağmen kutsi insanın kabrini görmek nasip olmamıştı. Bu sefer görmeye niyetlendim çok şükür bu emelime de nail oldum. Nasip olursa bir daha görmek istiyorum. Sanki orası beni çekiyor. Bir daha bir daha onu görmek orada ki havayı ciğerlerime kadar hissetmek için gün sayıyorum. Ona bir defa bağlandınız mı bir daha vazgeçemeyeceksiniz buna da emin olun. Konya şehir merkezine girdiğinizde tabelalar sizi hazrete götürmek için rehberlik eder. Belediye her tarafa yerleştirdiği tabelalarla mekâna sizi götürmeyi sanki bir amaç edinmiştir. Allah bu hizmeti yapanlardan da razı olsun.
Ara yoldan ana yola çıkınca tam karşıda Yavuz Sultan Selim Camii ve Mevlana Hazretleri size sanki hoş geldin dermişçesine dimdik ayakta karşılarlar. Mekânın silületi bile sizi sizden alır ötelere götürür, ruhunuz başka âlemlere dalar. Daldığınız bu âlemden sizi sağdan soldan gelen korna sesleri uyandırırsa da bu hava bütün gezi boyunca devam eder korkmayın. Camii etrafı dualarını yapmaya çalışan insanlarla dolu olup, mabet asıl hizmetine de devam etmektedir. Caminin az ötesinde bir sıra dikkatimizi çekti. Bu sıranın Mevlana’yı görmeye gelen insanların oluşturduğu sıra olduğunu anlayınca bizde hemen eşimle birlikte yerimiz aldık.
Öğretmenlere girişin ücretsiz olması nedeniyle hızlıca kendimiz içeride bulduk. Mekânın ortasında şadırvan, türbe, kütüphane gibi birçok mimari yapı teşekkül etmiş bir vaziyettedir. Girişin tam karşısında o kutsi insan ve yakınlarını kabirlerini görmek için ayaklarımıza taktığımız galoşları giyip alana yöneldik. Aman Allah’ım o an ne güzel kokudur burunlarımıza dolan. Aman Allah’ım o ne güzel nağmelerdi kulaklarımızın pasını silen. Tüylerimiz diken diken oluyor oradan çıkmak bile istemiyorduk. Etrafımızda birçok insanın olduğu fark bile etmiyorduk. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi etrafta farklı ırktan insanlar olsa ne fark eder. Hepimizin düşüncesi amacı bir değil mi bize o yetmez mi? Kimse kimsenin ırkına rengine bakmıyor mekânı dolaşıyordu. Horasan erenlerinin, babası, oğlunun ve dostlarının kabrinden geçerek ona ulaşmak biraz zor olsa da nihayetinde kabre ulaşıyoruz.
Üzeri kutsi ayetlerle donatılmış yüksekçe kabri onu anlatmaya yeterde artar bile. Kabir görmek beni her zaman farklı dünyalara götürür tefekkür etmemi sağlar. Dünyanın gelip geçici bir oyun alanı olduğunun kanıtıdır kabirler. Büyükte olsan küçükte olsan insanın sonunun yine ölüm olduğunun kanıtıdır kabirler.
İşte Mevlana işte Fatih Sultan Mehmet sadece yaptıklarıyla oradalar gerisi boş. Dünyayı titretsen de herkese aynı gözle de baksan sonu ölüm. Seninle beraber kalan amellerin değil mi? Öyleyse bu hırs, kin nefret niye. Bunun nedeni İslamiyeti onun koyduğu değerleri anlamamaktan geçiyor. Hâlbuki Mevlana ne kadar güzel görmüş onu hayatına tatbik edebilmişti. Hepimizin Mevlana olmamız mümkün değil ama en azından elimizden geleni yaparsak üzerimize düşen görevi de yapmış olmamız mıyız? Sahi ölümü Mevlana gibi şeb-i aruz olarak içimizde görenimiz var mı?
2007 yılının Birleşmiş Milletlere bağlı UNESCO tarafında Mevlana yılı olarak kabul edilmesi bunun en son örneğidir. İslamiyet’in rahmet ikliminden faydalananlar çoğu zaman kendilerini Mevlana da bulmuşlardır. Onun ışığında hakikati görüp İslam diniyle şereflenmişlerdir. Mevlana’ya karşı Avrupalıların göstermiş olduğu bu yaklaşım elbette boş değildir. İnsanı sevmek, yaratılanları sevmek Mevlana da zirve yapmış hakikat ehlinin dilinden bu doğrultuda inciler dökülmüştür.
Gönül ehli, tarikat erbabı olan Mevlana yaratana kavuşmayı bir düğün günü olarak görmüş, ölümü bir son değil başlangıç olacak şekilde yaşamış, yaşatmaya çalışmıştır. İnsanı sevmenin, yaratanı sevmek olduğunu anlamış ve ne olursan ol yine gel düsturunu zihinlere kazımıştır. Birlikte olmanın temel şartının sevgi olduğunu görmüş binayı bunun üzerine inşa etmiştir. Günümüz dünyasını göz önüne getirdiğimizde bu felsefeyi daha iyi anlayabiliriz. Iraktan Somali’ye, Darfurdan Filistin’e her yer kan ve gözyaşlarıyla dolu. Niye hep temelinde insan sevgisini yitirmiş olmamız ve karşımızdaki insanı yok görmemizden değil mi? Kendi yaşam alanımızı daha fazla genişletebilmek için başkasına zarar vermek artık normal bir durum oldu çıktı çağımızda. “Ne olursan ol ama yine gel” anlayışı hangimizde var bir vicdanımıza sorsak kaç kişi çıkar ortaya. Hep bana hep bana anlayışımız ne zamana kadar devam edecek bilmiyorum.
Bir arada mutlu şekilde yaşamak için illa da her çağda bir Mevlana Celaleddini Rumi gelmesi gerekir. Bu yazıyı ele alırken kesinlikle Mevlana’yı yazmak, onu sizlere tanıtabilmek gibi bir düşüncem yoktur. Zaten benim cılız kalemimin yapacağı bir iş değil onu da biliyorum. Benim asıl gayem o güzel insanın kabrinin de bulunduğu alanda yaşadığım ve sizin mutlaka tatmak isteyeceğiniz kutsi havadır. Konya’ya birçok kereler gelmeme rağmen kutsi insanın kabrini görmek nasip olmamıştı. Bu sefer görmeye niyetlendim çok şükür bu emelime de nail oldum. Nasip olursa bir daha görmek istiyorum. Sanki orası beni çekiyor. Bir daha bir daha onu görmek orada ki havayı ciğerlerime kadar hissetmek için gün sayıyorum. Ona bir defa bağlandınız mı bir daha vazgeçemeyeceksiniz buna da emin olun. Konya şehir merkezine girdiğinizde tabelalar sizi hazrete götürmek için rehberlik eder. Belediye her tarafa yerleştirdiği tabelalarla mekâna sizi götürmeyi sanki bir amaç edinmiştir. Allah bu hizmeti yapanlardan da razı olsun.
Ara yoldan ana yola çıkınca tam karşıda Yavuz Sultan Selim Camii ve Mevlana Hazretleri size sanki hoş geldin dermişçesine dimdik ayakta karşılarlar. Mekânın silületi bile sizi sizden alır ötelere götürür, ruhunuz başka âlemlere dalar. Daldığınız bu âlemden sizi sağdan soldan gelen korna sesleri uyandırırsa da bu hava bütün gezi boyunca devam eder korkmayın. Camii etrafı dualarını yapmaya çalışan insanlarla dolu olup, mabet asıl hizmetine de devam etmektedir. Caminin az ötesinde bir sıra dikkatimizi çekti. Bu sıranın Mevlana’yı görmeye gelen insanların oluşturduğu sıra olduğunu anlayınca bizde hemen eşimle birlikte yerimiz aldık.
Öğretmenlere girişin ücretsiz olması nedeniyle hızlıca kendimiz içeride bulduk. Mekânın ortasında şadırvan, türbe, kütüphane gibi birçok mimari yapı teşekkül etmiş bir vaziyettedir. Girişin tam karşısında o kutsi insan ve yakınlarını kabirlerini görmek için ayaklarımıza taktığımız galoşları giyip alana yöneldik. Aman Allah’ım o an ne güzel kokudur burunlarımıza dolan. Aman Allah’ım o ne güzel nağmelerdi kulaklarımızın pasını silen. Tüylerimiz diken diken oluyor oradan çıkmak bile istemiyorduk. Etrafımızda birçok insanın olduğu fark bile etmiyorduk. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi etrafta farklı ırktan insanlar olsa ne fark eder. Hepimizin düşüncesi amacı bir değil mi bize o yetmez mi? Kimse kimsenin ırkına rengine bakmıyor mekânı dolaşıyordu. Horasan erenlerinin, babası, oğlunun ve dostlarının kabrinden geçerek ona ulaşmak biraz zor olsa da nihayetinde kabre ulaşıyoruz.
Üzeri kutsi ayetlerle donatılmış yüksekçe kabri onu anlatmaya yeterde artar bile. Kabir görmek beni her zaman farklı dünyalara götürür tefekkür etmemi sağlar. Dünyanın gelip geçici bir oyun alanı olduğunun kanıtıdır kabirler. Büyükte olsan küçükte olsan insanın sonunun yine ölüm olduğunun kanıtıdır kabirler.
İşte Mevlana işte Fatih Sultan Mehmet sadece yaptıklarıyla oradalar gerisi boş. Dünyayı titretsen de herkese aynı gözle de baksan sonu ölüm. Seninle beraber kalan amellerin değil mi? Öyleyse bu hırs, kin nefret niye. Bunun nedeni İslamiyeti onun koyduğu değerleri anlamamaktan geçiyor. Hâlbuki Mevlana ne kadar güzel görmüş onu hayatına tatbik edebilmişti. Hepimizin Mevlana olmamız mümkün değil ama en azından elimizden geleni yaparsak üzerimize düşen görevi de yapmış olmamız mıyız? Sahi ölümü Mevlana gibi şeb-i aruz olarak içimizde görenimiz var mı?