On dokuzuncu yüzyılın başlarına gelindiğinde Avrupalıların en önemli sömürü kaynaklarını İslam ülkeleri oluşturmaktaydı. İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar, İtalyanlar, Fas’tan Malezya’ya kadar birçok bölgeyi sömürü alanına çevirmiş, böl ve yönet stratejisini uygulayarak aynı din ve tek milletli devletleri farklı küçük devletlere; farklı din ve milletli toplumları da tek devlete dönüştürerek iç karışıklığı tetikleyecek unsurları ellerinde koz olarak bulundurmuşlardı.
Fransız ve İngilizler, Müslümanlara liderlik yapacak halifenin Kureyş Kabilesinden olması gerektiğini ileri sürerek Osmanlı’nın etki alanını daraltmayı hedeflemişlerdir.
Napolyon, Mısır’ı işgal ettiğinde bu fikri yaymış, daha sonra İngilizler ajanları vasıtasıyla bu düşünceyi destekleyerek Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtmış, halifeliğin el değiştirmesi gerektiği fikrini Arap ülkelerine aşılamaya çalışmışlardır.
1924 yılında Türkiye’de hilafet kaldırılınca bazı kesimler Hicaz’ın; bazıları da Kahire’nin İslam’ın merkezi olması ve halifeliğin bu bölge liderlerine geçmesi gerektiğini savunmaya hatta birbirleri ile çekişmeye, bu konuda destek vermesi için İngilizlerden yarımda istemeye başlamışlardı. Osmanlı’yı bertaraf eden Batılılar herhangi bir merkezin halifelik zırhını kullanarak İslam âlemini yönetmesine ve tek başına güçlü bir konuma gelmesine fırsat vermek istemiyorlardı. Bu nedenle halifelik için çekişen hem Kral Hüseyin b. Ali’yi hem de Mısır Kralı Fuat’ı destekler görünmüşlerdi.
Halifeliği Mısır’a taşımayı hedefleyen kral Fuat 1926’da Kahire’de Hilafet Konferansı düzenlemiş olmasına rağmen sadece on dört ülkeden katılım olmuş, Kral hayal ettiği desteğe bir türlü ulaşamamıştı. Mısır geçmişteki parlak günlerini de hesaba katarak İslam’ın merkezini İstanbul’dan Kahire’ye taşıma arzusundan hiçbir zaman kurtulamamıştır.
Bazı Arap aydınları Allah’ın kendilerine bela olarak petrolü bol verdiğini, Kralların bu petrolü; Amerikalıların da kralları yönettiğini, bu şartlar altında Arapların kendi kültürel dinamiklerini kullanarak bağımsız bir cumhur olmalarının çok zor olduğunu dile getirmektedirler.
Avrupalılar Arapları kralları vasıtasıyla, Mısır’ı ise ordu ve diğer unsurlarını kontrol altına alarak yönetmeyi başarmışlardır. Aslında İslam âleminin kurtuluşa ermesi, bu toplumlarda demokrasinin gelişmesi ile mümkün olacağı açıktır. Kendi ülkelerindeki petrolü Kral’ın sanan, kraldan aldıkları üç beş kuruş ihsanla hayatlarını sürdüren Arap toplumlarının bu yaşam tarzı ile yakın zamanda tam bağımsız bir ülke konumuna gelmeleri zor görünmektedir.
Türkiye’yi de birçok aracı unsurla elde tutmayı ve kuklaya çevirmeyi başaran Amerika ve Avrupa Devletleri, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye üzerindeki kontrollerini kaybettiler. Türkiye’nin İslam âleminin uyanmasına önayak olmasından ciddi şekilde korkmaktadırlar. Bu nedenle en yakın zamanda Türkiye üzerine her türlü hileyi kurgulama, çıbanın başını hemen koparma planları bulunmaktadır.
Amerika bir yanda Mısırlıları baskı altında alarak orada da Türkiye’deki durum gibi bir hezimetle karşılaşmak istememektedir. Bu nedenle idamları devreye sokarak halkın gözünü korkutup Mısırlıların tüm dinamiklerini felce uğratma derdindedir.
Bu şartlarda Mısırda uygulanmakta olan idamların artarak devam etmesi beklenmektedir.
Fransız ve İngilizler, Müslümanlara liderlik yapacak halifenin Kureyş Kabilesinden olması gerektiğini ileri sürerek Osmanlı’nın etki alanını daraltmayı hedeflemişlerdir.
Napolyon, Mısır’ı işgal ettiğinde bu fikri yaymış, daha sonra İngilizler ajanları vasıtasıyla bu düşünceyi destekleyerek Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtmış, halifeliğin el değiştirmesi gerektiği fikrini Arap ülkelerine aşılamaya çalışmışlardır.
1924 yılında Türkiye’de hilafet kaldırılınca bazı kesimler Hicaz’ın; bazıları da Kahire’nin İslam’ın merkezi olması ve halifeliğin bu bölge liderlerine geçmesi gerektiğini savunmaya hatta birbirleri ile çekişmeye, bu konuda destek vermesi için İngilizlerden yarımda istemeye başlamışlardı. Osmanlı’yı bertaraf eden Batılılar herhangi bir merkezin halifelik zırhını kullanarak İslam âlemini yönetmesine ve tek başına güçlü bir konuma gelmesine fırsat vermek istemiyorlardı. Bu nedenle halifelik için çekişen hem Kral Hüseyin b. Ali’yi hem de Mısır Kralı Fuat’ı destekler görünmüşlerdi.
Halifeliği Mısır’a taşımayı hedefleyen kral Fuat 1926’da Kahire’de Hilafet Konferansı düzenlemiş olmasına rağmen sadece on dört ülkeden katılım olmuş, Kral hayal ettiği desteğe bir türlü ulaşamamıştı. Mısır geçmişteki parlak günlerini de hesaba katarak İslam’ın merkezini İstanbul’dan Kahire’ye taşıma arzusundan hiçbir zaman kurtulamamıştır.
Bazı Arap aydınları Allah’ın kendilerine bela olarak petrolü bol verdiğini, Kralların bu petrolü; Amerikalıların da kralları yönettiğini, bu şartlar altında Arapların kendi kültürel dinamiklerini kullanarak bağımsız bir cumhur olmalarının çok zor olduğunu dile getirmektedirler.
Avrupalılar Arapları kralları vasıtasıyla, Mısır’ı ise ordu ve diğer unsurlarını kontrol altına alarak yönetmeyi başarmışlardır. Aslında İslam âleminin kurtuluşa ermesi, bu toplumlarda demokrasinin gelişmesi ile mümkün olacağı açıktır. Kendi ülkelerindeki petrolü Kral’ın sanan, kraldan aldıkları üç beş kuruş ihsanla hayatlarını sürdüren Arap toplumlarının bu yaşam tarzı ile yakın zamanda tam bağımsız bir ülke konumuna gelmeleri zor görünmektedir.
Türkiye’yi de birçok aracı unsurla elde tutmayı ve kuklaya çevirmeyi başaran Amerika ve Avrupa Devletleri, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye üzerindeki kontrollerini kaybettiler. Türkiye’nin İslam âleminin uyanmasına önayak olmasından ciddi şekilde korkmaktadırlar. Bu nedenle en yakın zamanda Türkiye üzerine her türlü hileyi kurgulama, çıbanın başını hemen koparma planları bulunmaktadır.
Amerika bir yanda Mısırlıları baskı altında alarak orada da Türkiye’deki durum gibi bir hezimetle karşılaşmak istememektedir. Bu nedenle idamları devreye sokarak halkın gözünü korkutup Mısırlıların tüm dinamiklerini felce uğratma derdindedir.
Bu şartlarda Mısırda uygulanmakta olan idamların artarak devam etmesi beklenmektedir.