
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde takvim temmuz ayının ortasını gösteriyordu.
Henüz çocuk yaşta milli formayı sırtına geçiren atletimiz Mizgin Ay, Kenya’nın başkenti Nairobi’de gerçekleşen Dünya Yıldızlar Atletizm Şampiyonası’nda 13 Temmuz günü 100 metre kadınlar final yarışını koşmuştu ve 11.62’lik derecesiyle altın madalyaya uzanmıştı…
Bu derece, aynı zamanda yeni Türkiye rekoruydu…
O gün ‘Bu başarımı 15 Temmuz haftasında andığımız tüm şehitlerimize, gazilerimize ve güzel ülkeme armağan ediyorum’ diyen Mizgin’in altın madalyadan daha fazlasını hak ettiği muhakkak; ama yarışta kendi yaş grubunda son 1 yılın Dünya sıralaması lideri olan Jamaikalı Kevona Davis’i geride bırakarak atletik bakımdan da artık başka bir klasmana geçmiş oluyordu.
Müthiş bir başarı.
Mizgin’in yaşam hikayesini bilseniz bu çarpıcı başarının aynı zamanda bir peri masalı olduğunu da düşünürsünüz.
1992’de Ankara’nın Beypazarı ilçesinde tanıştığım Beden Eğitimi Öğretmeni ve Atletizm Antrenözü Muhsin Soysal, öğretmenliğimin ilk yılında beni en çok etkileyen dostlarımdan biri olmuştu.
Bu tanışma, bana onun insanları etkileme potansiyeli hakkında yeterince ipucu vermişti; fakat o günlerde Türkiye, hatta Başkent’in atletizm çevresi bile sevgili dostum Muhsin’den yeterince haberdar değildi.
Yıllar geçti…
Her gününün her dakikasını atletizme ve ailesine adayan Muhsin Soysal, Güneydoğu’dan tarım işçisi olarak Beypazarı’na göç etmiş bir ailenin çocuğu olan küçük Mizgin’le karşılaştı.
Muhsin’in Mizgin’deki yeteneği ve müthiş potansiyeli keşfetmesi sadece dakikalar aldı.
Ve fakat Güneydoğu’nun katı feodal yapısından, muhafazakâr törelerinden yola çıkıp bilinmezlerle dolu yeni bir hayata açılmış, üstelik ekonomik durumu bıçak sırtında olan bir aileyi kızlarının şort giyip olanca zamanını atletizme ayırmasına ikna etmek -sanırım- kolay olmamıştır. ‘Sanırım’ diyorum çünkü Muhsin’le veya Mizgin’le bu konuyu konuşmuş değilim…
Emin olduğum şey, Mizgin’deki sıradışı potansiyeli gören Muhsin’in onu ve ailesini harikulade bir geleceğe inandırmak için nasıl insanüstü bir mücadele verdiği.
Bundan adım gibi eminim.
Muhsin’i çok iyi tanıyorum.
Dostum o benim…
Üstelik, sadece anılarla yetinmiyorum; öğrenci Mizgin ile öğretmen Muhsin’in filmlere yaraşır gelişimini sosyal medyadan da yıllardır takip ediyorum:
Önce ilçede, Beypazarı’nda…
Sonra ilde, Ankara’da…
Ve sonra Fenerbahçe forması ile Türkiye çapında…
Arada bir yenilgiler, daha çok şampiyonluklar, madalyalar, rekorlar…
Bir Beşiktaşlı olarak bu hikayeye azıcık ‘gıpta’ da eklemeliyim. Evet, gıpta ile izledim, hâlâ gıpta ile, hayranlıkla izliyorum bu hikâyeyi…
Sürdükçe de takip edeceğim.
Biliyorum ki Mizgin de Muhsin de bu kadarıyla yetinmeyecek.
Çünkü ‘var olan, henüz kullanılmamış potansiyellerin’ farkındalar.
Şükürler olsun ki arkalarında çok güçlü kulüp ve devlet desteği de var.
13 Temmuz günü Nairobi’ye telefonla bağlanarak Mizgin’i ilk kutlayanlar arasında Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Akif Çağatay Kılıç ve Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Aziz Yıldırım da vardı.
‘Çalışmak sizden, destek bizden’ dedi ikisi de…
Ülkemizdeki müthiş potansiyele rağmen atletizmin geçmişte kulüpler ve federasyon bazında maalesef nasıl ihmal edildiğini anımsayınca bu desteğin önemi daha iyi anlaşılıyor.
***
Peki Mizgin’le Muhsin’in bu hikâyesinin içinde hiç mi trajik öge yok?
Olmaz olur mu; elbette var!
Az önce de özetlediğim gibi Mizgin kızın hikâyesi zaten baştan sona bir trajedi.
Ama Mizgin ve onun sevgili ailesi, yılmamanın, moral bozucu yorumları kulak arkası etmenin, ne olursa olsun asla pes etmemenin insan hayatını nasıl değiştirebileceğinin dersini tüm insanlara veriyorlar.
Muhsin Soysal’ın, antrenörlüğünü yaptığı atlet ‘Dünya Birinciliği’ kürsüsüne çıktığında yanında olamayışı da keza çok trajik bir durumdu. İşin organizasyonel veya hiyerarşik boyutunu tam bilemiyorum; ancak genç Mizgin’in o gün, orada Muhsin hocasını anması gerçek şampiyonlara yaraşır büyük bir vefa örneği oldu…
Bir başka trajik öge de dostum Muhsin Soysal’ın kendi hayatıyla ilgili:
Onun geçmişi de zorlu mücadelelerle dolu. Sabır, derin düşünceler, milimetrik planlamalar, yenilgiyi asla kabullenmeme ve her sabah yaşam mücadelesine sıfırdan, yeniden başlama dirayeti…
Bunlar sadece katıksız bir sporcunun, harika bir antrenörün değil, aynı zamanda Beypazarı’nın Sekli köyünde traktör kullanan annesini örnek alarak büyümüş her yönüyle sıradışı bir adamın nitelikleri…
Tabii ki Mizgin biraz da bu niteliklerin, manevi babası Muhsin Soysal’ın eseridir.
Daha fazlasını yazmak da mümkün ama ben, Muhsin’in sadece ‘iyi bir sporcu, üstün ahlakî meziyetleri olan bir insan’ olarak anılmak istediğini sezebiliyorum…
Mizgin ile Muhsin’in hikâyesini bu denli değerli kılan bir etken de hikâyedeki bütün bu dokunaklı ayrıntılar. Olumlu-olumsuz, trajik, dokunaklı, çarpıcı, büyüleyici tüm cepheleriyle bizi ‘yetenekler-olanaklar-idealler’ üçgeninde daha derin düşünmeye iten, bununla birlikte tüm sporların anası durumundaki Atletizmi bize biraz daha çok sevdiren sıradışı bir gelişim hikâyesi…
Özellikle meslektaşlarımın, branşları ne olursa olsun tüm öğretmenlerin, bu hikâyeyi derinlemesine araştırmalarını öneriyorum.
Yakınımızdan, bizim içimizden doğmuş ilham verici sayısız ayrıntı gizli bu hikâyeye.
***
Bitirirken -naçizane- bir de öneri:
Milli Eğitim Bakanlığı’nın ya da Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın tam da bu yıl okullar açılırken sevgili Mizgin’i ve onun hayatını değiştiren Muhsin öğretmeni onurlandırmasının çok önemli olacağını düşünüyorum. İstisna derecesinde bir ‘iyi örnek’ bu…
Belki bizim işitmediğimiz, henüz farkında olmadığımız başka kahramanlar da vardır; onlarla birlikte…
Böylelikle, çalıştığı yer, uğraştığı alan, sahip olduğu olanaklar ne olursa olsun bütün öğretmenlerin -ve elbette onlarla tanışacak tüm öğrencilerin de- ‘Sıradışı bir şey yapabilirim, ben de başarabilirim!’ inancı biraz daha pekişecektir.
Hem iyi ve gerçek örneklerden daha ilham verici ne var?
Henüz çocuk yaşta milli formayı sırtına geçiren atletimiz Mizgin Ay, Kenya’nın başkenti Nairobi’de gerçekleşen Dünya Yıldızlar Atletizm Şampiyonası’nda 13 Temmuz günü 100 metre kadınlar final yarışını koşmuştu ve 11.62’lik derecesiyle altın madalyaya uzanmıştı…
Bu derece, aynı zamanda yeni Türkiye rekoruydu…
O gün ‘Bu başarımı 15 Temmuz haftasında andığımız tüm şehitlerimize, gazilerimize ve güzel ülkeme armağan ediyorum’ diyen Mizgin’in altın madalyadan daha fazlasını hak ettiği muhakkak; ama yarışta kendi yaş grubunda son 1 yılın Dünya sıralaması lideri olan Jamaikalı Kevona Davis’i geride bırakarak atletik bakımdan da artık başka bir klasmana geçmiş oluyordu.
Müthiş bir başarı.
Mizgin’in yaşam hikayesini bilseniz bu çarpıcı başarının aynı zamanda bir peri masalı olduğunu da düşünürsünüz.
1992’de Ankara’nın Beypazarı ilçesinde tanıştığım Beden Eğitimi Öğretmeni ve Atletizm Antrenözü Muhsin Soysal, öğretmenliğimin ilk yılında beni en çok etkileyen dostlarımdan biri olmuştu.
Bu tanışma, bana onun insanları etkileme potansiyeli hakkında yeterince ipucu vermişti; fakat o günlerde Türkiye, hatta Başkent’in atletizm çevresi bile sevgili dostum Muhsin’den yeterince haberdar değildi.
Yıllar geçti…
Her gününün her dakikasını atletizme ve ailesine adayan Muhsin Soysal, Güneydoğu’dan tarım işçisi olarak Beypazarı’na göç etmiş bir ailenin çocuğu olan küçük Mizgin’le karşılaştı.
Muhsin’in Mizgin’deki yeteneği ve müthiş potansiyeli keşfetmesi sadece dakikalar aldı.
Ve fakat Güneydoğu’nun katı feodal yapısından, muhafazakâr törelerinden yola çıkıp bilinmezlerle dolu yeni bir hayata açılmış, üstelik ekonomik durumu bıçak sırtında olan bir aileyi kızlarının şort giyip olanca zamanını atletizme ayırmasına ikna etmek -sanırım- kolay olmamıştır. ‘Sanırım’ diyorum çünkü Muhsin’le veya Mizgin’le bu konuyu konuşmuş değilim…
Emin olduğum şey, Mizgin’deki sıradışı potansiyeli gören Muhsin’in onu ve ailesini harikulade bir geleceğe inandırmak için nasıl insanüstü bir mücadele verdiği.
Bundan adım gibi eminim.
Muhsin’i çok iyi tanıyorum.
Dostum o benim…
Üstelik, sadece anılarla yetinmiyorum; öğrenci Mizgin ile öğretmen Muhsin’in filmlere yaraşır gelişimini sosyal medyadan da yıllardır takip ediyorum:
Önce ilçede, Beypazarı’nda…
Sonra ilde, Ankara’da…
Ve sonra Fenerbahçe forması ile Türkiye çapında…
Arada bir yenilgiler, daha çok şampiyonluklar, madalyalar, rekorlar…
Bir Beşiktaşlı olarak bu hikayeye azıcık ‘gıpta’ da eklemeliyim. Evet, gıpta ile izledim, hâlâ gıpta ile, hayranlıkla izliyorum bu hikâyeyi…
Sürdükçe de takip edeceğim.
Biliyorum ki Mizgin de Muhsin de bu kadarıyla yetinmeyecek.
Çünkü ‘var olan, henüz kullanılmamış potansiyellerin’ farkındalar.
Şükürler olsun ki arkalarında çok güçlü kulüp ve devlet desteği de var.
13 Temmuz günü Nairobi’ye telefonla bağlanarak Mizgin’i ilk kutlayanlar arasında Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Akif Çağatay Kılıç ve Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Aziz Yıldırım da vardı.
‘Çalışmak sizden, destek bizden’ dedi ikisi de…
Ülkemizdeki müthiş potansiyele rağmen atletizmin geçmişte kulüpler ve federasyon bazında maalesef nasıl ihmal edildiğini anımsayınca bu desteğin önemi daha iyi anlaşılıyor.
***
Peki Mizgin’le Muhsin’in bu hikâyesinin içinde hiç mi trajik öge yok?
Olmaz olur mu; elbette var!
Az önce de özetlediğim gibi Mizgin kızın hikâyesi zaten baştan sona bir trajedi.
Ama Mizgin ve onun sevgili ailesi, yılmamanın, moral bozucu yorumları kulak arkası etmenin, ne olursa olsun asla pes etmemenin insan hayatını nasıl değiştirebileceğinin dersini tüm insanlara veriyorlar.
Muhsin Soysal’ın, antrenörlüğünü yaptığı atlet ‘Dünya Birinciliği’ kürsüsüne çıktığında yanında olamayışı da keza çok trajik bir durumdu. İşin organizasyonel veya hiyerarşik boyutunu tam bilemiyorum; ancak genç Mizgin’in o gün, orada Muhsin hocasını anması gerçek şampiyonlara yaraşır büyük bir vefa örneği oldu…
Bir başka trajik öge de dostum Muhsin Soysal’ın kendi hayatıyla ilgili:
Onun geçmişi de zorlu mücadelelerle dolu. Sabır, derin düşünceler, milimetrik planlamalar, yenilgiyi asla kabullenmeme ve her sabah yaşam mücadelesine sıfırdan, yeniden başlama dirayeti…
Bunlar sadece katıksız bir sporcunun, harika bir antrenörün değil, aynı zamanda Beypazarı’nın Sekli köyünde traktör kullanan annesini örnek alarak büyümüş her yönüyle sıradışı bir adamın nitelikleri…
Tabii ki Mizgin biraz da bu niteliklerin, manevi babası Muhsin Soysal’ın eseridir.
Daha fazlasını yazmak da mümkün ama ben, Muhsin’in sadece ‘iyi bir sporcu, üstün ahlakî meziyetleri olan bir insan’ olarak anılmak istediğini sezebiliyorum…
Mizgin ile Muhsin’in hikâyesini bu denli değerli kılan bir etken de hikâyedeki bütün bu dokunaklı ayrıntılar. Olumlu-olumsuz, trajik, dokunaklı, çarpıcı, büyüleyici tüm cepheleriyle bizi ‘yetenekler-olanaklar-idealler’ üçgeninde daha derin düşünmeye iten, bununla birlikte tüm sporların anası durumundaki Atletizmi bize biraz daha çok sevdiren sıradışı bir gelişim hikâyesi…
Özellikle meslektaşlarımın, branşları ne olursa olsun tüm öğretmenlerin, bu hikâyeyi derinlemesine araştırmalarını öneriyorum.
Yakınımızdan, bizim içimizden doğmuş ilham verici sayısız ayrıntı gizli bu hikâyeye.
***
Bitirirken -naçizane- bir de öneri:
Milli Eğitim Bakanlığı’nın ya da Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın tam da bu yıl okullar açılırken sevgili Mizgin’i ve onun hayatını değiştiren Muhsin öğretmeni onurlandırmasının çok önemli olacağını düşünüyorum. İstisna derecesinde bir ‘iyi örnek’ bu…
Belki bizim işitmediğimiz, henüz farkında olmadığımız başka kahramanlar da vardır; onlarla birlikte…
Böylelikle, çalıştığı yer, uğraştığı alan, sahip olduğu olanaklar ne olursa olsun bütün öğretmenlerin -ve elbette onlarla tanışacak tüm öğrencilerin de- ‘Sıradışı bir şey yapabilirim, ben de başarabilirim!’ inancı biraz daha pekişecektir.
Hem iyi ve gerçek örneklerden daha ilham verici ne var?