
İnsan, yaratılışı gereği sevinci, hüznü, neşeyi, kederi birlikte yaşayan bir varlıktır. Hayatı boyunca sevincine vesile olan birçok olayla karşılaştığı gibi üzülmesine yol açacak olaylarla da yüz yüze kalır. Diğer canlılar gibi o da fiziksel ve ruhsal sıkıntıların yanı sıra doğa olaylarından, diğer canlılardan veya hemcinslerinden gelecek tehlikelere maruz kalabilir ve bunlara karşı tedbirli olmak zorundadır. İşte bu tehlike ve musibetlerle karşı karşıya kalan mümin, kendini ayakta tutabilecek bir inanca ve dirence sahip olmalıdır. Çünkü o, yaşadığı dünyayı imar etmek, insanlığı ihya etmek ve ahiretini mamur etmekle yükümlüdür. Başına gelebilecek tehlikelere karşı elinden gelen bütün tedbirleri aldıktan sonra kaçınılmaz felaketlere maruz kalırsa önce sabır, sonra azim ve irade ile hareket etmelidir.
Başa gelen musibetlerin birer imtihan ve sınanma olduğunu bu imtihanları başarıyla vermek ve Hz. Peygamber'in ifadesiyle, zaman zaman eğilse ve beli bükülse bile yıkılmamak zorundadır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, müminle kâfirin mukayesesini yaptığı bir hadisinde, belalar karşısında mümini, rüzgârda eğilse bile sökülmeyen yeşil ekine, kâfiri ise, şiddetli bir rüzgâr karşısında kırılan ya da kökünden devrilen bir ağaca benzetmiştir. ( Buhari, Tevhid,31) Hastalık, ölüm, semavi ve arızı afetler gibi musibetler karşısında bizlerin izleyeceği yol takınacağımız tavır, böyle olmalıdır. Allah Resulü, başka bir hadisi şerifinde ise sıkıntıyla karşılaşan müminlere moral vermek için, "Müslümanlar benim başıma gelen musibetlere baksınlar da kendi musibetleri karşısında güçlü olsunlar. buyurmuştur. (Muvatta, Cenaiz,14)
Başımıza gelen sıkıntılardan dolayı da üzerinde durmamız gereken husus müminin musibetlerden hem dünyevi, hem de uhrevi hayata dönük dersler çıkarabilmesidir. Şayet yaşanan felaketlerde, insanların ihmalleri, tedbirsizlikleri veya dikkatsizlikleri gibi konular söz konusu ise, benzer acılara tekrar maruz kalmamak, aynı acılar yeniden yaşamamak için ileriye dönük tedbirler almaktır.
Yaşanan felaketlerden manevi anlamda ise insan her an çeşitli sıkıntılarla yüz yüze gelebileceğinin bilincinde olarak yaşamalı, bu gibi durumlara karşı ruhen hazırlıklı olmalıdır. Yaşadıklarından sonra insanın ne denli aciz ve fani olduğunu, dünyanın ve dünyalıkların ne denli geçici olduğunu bilmeli ve ona göre bir hayat yaşamalıdır.
Gazali, “İnsanın üstesinden gelemeyeceği musibetlere sabretmesini sabrın en yüksek derecelerinden biri olarak zikreder”. İnsanın sıkıntılardan kurtulamaması halinde üzüntü ve acı duyması, gözyaşı dökmesi tabii bir durumdur. Ondan istenen önlenebilir musibetlere katlanmak değil musibetten korunma yönünde önlem almak, başa gelen bir felâketten kurtulmak için her türlü çabayı göstermek, kurtulma imkânı bulunamaması halinde durumu sabır ve metanetle karşılamaktır.
Hz. Peygamber’in, bir musibete mâruz kalan müslümanın isyana kalkışmadan istircâ cümlesini okuyarak “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve muhakkak ki O’na döneceğiz” (Bakara,156) Allah’tan gelene razı olması, musibetten dolayı Allah’tan ecir dileyip kendisinden bu musibeti kaldırması ve yerine hayırlar vermesi için dua etmesi durumunda er geç dileğine nâil olacağı, Allah’ın onu uğradığı musibete nisbetle daha hayırlı imkânlara kavuşturacağı bildirilmektedir. (Tirmizî, Cenâiz,36).
Musibet hakkındaki âyet ve hadislerle İslâm âlimlerinin görüşleri değerlendirildiğinde bunlarda musibetlerin insanları eğiten, olgunlaştıran, onlara hayatın ağır sıkıntıları karşısında dahi tahammül gücü ve iradesi kazandıran rolüne dikkat çekildiği görülmektedir. Bu vesile ile Rabbim bizleri, başta ülkemiz olmak üzere tüm İslam alenini ve insanlığı her türlü semavi ve arızi afetlerden korusun.
FIKIH KÖŞEMİZ
Özür sahibinin elbise veya bedenine bulaşan özür kaynaklı necaset namaza engel midir?
İslâm dininde yükümlülükler mükelleflerin güçlerine uygun olarak belirlenmiştir. Zira “Allah her kişiyi, ancak gücünün yettiği ölçüde sorumlu tutar.” (Bakara, 2/286), âyeti bu temel prensibi net bir şekilde ortaya koymaktadır. İslâm, özür sahiplerinin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için birtakım kolaylıklar getirmiştir. Bu çerçevede özürlü kimsenin çamaşırına özür yerinden çıkarak bulaşan kan, irin, idrar, cerahat gibi şeyler özrü devam ettiği müddetçe namaza engel olmaz. Ancak bunlar kişinin çamaşırına veya elbisesine tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtar, l, 139, 281, 283; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, l, 288).
Başa gelen musibetlerin birer imtihan ve sınanma olduğunu bu imtihanları başarıyla vermek ve Hz. Peygamber'in ifadesiyle, zaman zaman eğilse ve beli bükülse bile yıkılmamak zorundadır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, müminle kâfirin mukayesesini yaptığı bir hadisinde, belalar karşısında mümini, rüzgârda eğilse bile sökülmeyen yeşil ekine, kâfiri ise, şiddetli bir rüzgâr karşısında kırılan ya da kökünden devrilen bir ağaca benzetmiştir. ( Buhari, Tevhid,31) Hastalık, ölüm, semavi ve arızı afetler gibi musibetler karşısında bizlerin izleyeceği yol takınacağımız tavır, böyle olmalıdır. Allah Resulü, başka bir hadisi şerifinde ise sıkıntıyla karşılaşan müminlere moral vermek için, "Müslümanlar benim başıma gelen musibetlere baksınlar da kendi musibetleri karşısında güçlü olsunlar. buyurmuştur. (Muvatta, Cenaiz,14)
Başımıza gelen sıkıntılardan dolayı da üzerinde durmamız gereken husus müminin musibetlerden hem dünyevi, hem de uhrevi hayata dönük dersler çıkarabilmesidir. Şayet yaşanan felaketlerde, insanların ihmalleri, tedbirsizlikleri veya dikkatsizlikleri gibi konular söz konusu ise, benzer acılara tekrar maruz kalmamak, aynı acılar yeniden yaşamamak için ileriye dönük tedbirler almaktır.
Yaşanan felaketlerden manevi anlamda ise insan her an çeşitli sıkıntılarla yüz yüze gelebileceğinin bilincinde olarak yaşamalı, bu gibi durumlara karşı ruhen hazırlıklı olmalıdır. Yaşadıklarından sonra insanın ne denli aciz ve fani olduğunu, dünyanın ve dünyalıkların ne denli geçici olduğunu bilmeli ve ona göre bir hayat yaşamalıdır.
Gazali, “İnsanın üstesinden gelemeyeceği musibetlere sabretmesini sabrın en yüksek derecelerinden biri olarak zikreder”. İnsanın sıkıntılardan kurtulamaması halinde üzüntü ve acı duyması, gözyaşı dökmesi tabii bir durumdur. Ondan istenen önlenebilir musibetlere katlanmak değil musibetten korunma yönünde önlem almak, başa gelen bir felâketten kurtulmak için her türlü çabayı göstermek, kurtulma imkânı bulunamaması halinde durumu sabır ve metanetle karşılamaktır.
Hz. Peygamber’in, bir musibete mâruz kalan müslümanın isyana kalkışmadan istircâ cümlesini okuyarak “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve muhakkak ki O’na döneceğiz” (Bakara,156) Allah’tan gelene razı olması, musibetten dolayı Allah’tan ecir dileyip kendisinden bu musibeti kaldırması ve yerine hayırlar vermesi için dua etmesi durumunda er geç dileğine nâil olacağı, Allah’ın onu uğradığı musibete nisbetle daha hayırlı imkânlara kavuşturacağı bildirilmektedir. (Tirmizî, Cenâiz,36).
Musibet hakkındaki âyet ve hadislerle İslâm âlimlerinin görüşleri değerlendirildiğinde bunlarda musibetlerin insanları eğiten, olgunlaştıran, onlara hayatın ağır sıkıntıları karşısında dahi tahammül gücü ve iradesi kazandıran rolüne dikkat çekildiği görülmektedir. Bu vesile ile Rabbim bizleri, başta ülkemiz olmak üzere tüm İslam alenini ve insanlığı her türlü semavi ve arızi afetlerden korusun.
FIKIH KÖŞEMİZ
Özür sahibinin elbise veya bedenine bulaşan özür kaynaklı necaset namaza engel midir?
İslâm dininde yükümlülükler mükelleflerin güçlerine uygun olarak belirlenmiştir. Zira “Allah her kişiyi, ancak gücünün yettiği ölçüde sorumlu tutar.” (Bakara, 2/286), âyeti bu temel prensibi net bir şekilde ortaya koymaktadır. İslâm, özür sahiplerinin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için birtakım kolaylıklar getirmiştir. Bu çerçevede özürlü kimsenin çamaşırına özür yerinden çıkarak bulaşan kan, irin, idrar, cerahat gibi şeyler özrü devam ettiği müddetçe namaza engel olmaz. Ancak bunlar kişinin çamaşırına veya elbisesine tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtar, l, 139, 281, 283; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, l, 288).