
İnsan öleceğini unuttuğundan beri, hırslarının ve arzularının esiri oldu!
Ölmek nasıl unutulurmuş demeyin.
Gün geçmiyor ki; bir cenazeyle karşılaşmayalım, taziye vermek için sevdiğimiz bir dostumuzun evine gitmeyelim ve uzak yakın bir tanıdığımızı kaybetmeyelim demeyin.
Unutuluyor!
Öyle olmasa bir işe başlarken bin yıllık garantiler arar mıydık?
Elimizde olanla yetinmek yerine yedi ceddimize yetecek kadar biriktirip, bunların hakimiymiş gibi davranır mıydık?
Unutuyoruz ve unuttuğumuz şey bizi insanlığımızdan uzaklaştırıyor.
Çünkü insan ölümlü bir yaratılmış.
Onun en temel fonksiyonunu gözden kaçırdığınızda, görmezden geldiğinizde insan olmaktan uzaklaşmış oluyoruz.
İstemeseniz de bu böyle!
Orta sahada top çevirmeye filan niyetim yok.
Bu söylediğim şey Allah’ın insana ilk taahhüdünü hatırlatmak cihetinden çok hayati.
Onu siz bir şablon gibi hayatınızın neresine koyarsanız o kısımdaki insanlık durumunuzu ayniyle görmüş olursunuz.
Ticaretinize, aile hayatınıza, memuriyetinize, okulunuza nereye isterseniz yerleştirin. Kendinize samimi olabilirseniz insanlık durumunuz şıpın işi ortaya çıkar.
Ne eksik ne fazla neyse o!
Şimdi ben bu şablonu hayatın bugünlerde iyice ısınmaya başlayacağına emin olduğum siyaset tarafına koymak istiyorum.
Malum ufukta bir referandum görünüyor…
Evetçiler ve hayırcılar iki sıkı hasım gibi gardlarını almaya başladılar bile.
Sandık ortaya çıktığında, liderler meydanlara indiğinde varın hesap edin siz gümbürtüyü.
Evetçilerle hayırcılar arasında sıkı bir düşmanlık oluşturmak için sosyal medyadan, televizyona, siyasi aktörlerden, artistlere kadar geniş bir yelpazede çalışma yapılıyor.
Kimse kendi fikrinin iyiliğini anlatmaktan yana değil. Öyle görünse de aslında karşı tarafın ne kadar kötü, ne kadar hain, ne kadar berbat bir zihniyette olduğunun altını çizmeye çalışıyor.
Bunu neden yapıyorlar?
Çünkü insanlığın güdülebilir bir yaratılmış haline dönüştürüldüğünün gayet farkındalar.
Din adına mezhebcilikle aynı şeyi yapmıyorlar mı?
Irkçılık üzerinden bu milleti birbirine düşürmeye çalışmıyorlar mı?
Bu meselenin de onlar için bir farkı neden olsun?
Hayırcıların en çok kullandıkları kelime diktatörlük!
Ve her diktatör dediklerinde bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın adını da yanından hiç eksik etmiyorlar.
Aslında 50 maddelik 100 maddelik itirazları varmış gibi yapıyorlarsa da hayırcıların bütün söyledikleri bundan ibaret.
Tayyip Erdoğan’ı diktatör yapmaya “hayır” diyoruz demekteler.
Tamam da, mevcut sistemde de aynı şikayeti dillendirip durmuyor mu yıllardır bu grup?
O halde evet demenin hayır demekten ne farkı kalıyor?
Meseleyi ben size tek cümle söyleyeyim; kişisel hırsları nedeniyle kendilerine hiç bitmeyecek bir ömür biçenlerin, herşeye sonsuzmuş gibi bakmalarından kaynaklanıyor herşey.
Tayyip Erdoğan’da gün gelecek ve siyaset sahnesinden çekilecek sevgili hayırcılar dediğimizde de…
Önce nasıl yani der gibi bakıyorlar, sonra da ölümü unutmanın verdiği yırtıcılık ve egoyla kaldıkları yerden devam ediyorlar.
Mevcut durumu, darbe anayasasını sevmediklerini birbirlerine söylüyorlar ya, yalan inanmayın.
Bakın şimdi o değişmesin diye çırpınıp duruyorlar.
Çünkü onlar hiç ölmeyecekmiş gibi hesap yapıyorlar!
Güç, kuvvet hep kendilerinde olsun diye diretiyorlar.
Halkın seçeceği ne varsa ondan kaçıyorlar.
Bazen de ağızlarından kaçırıyorlar “çobanla profesörün oyu bir olur mu?”
Ölmek nasıl unutulurmuş demeyin.
Gün geçmiyor ki; bir cenazeyle karşılaşmayalım, taziye vermek için sevdiğimiz bir dostumuzun evine gitmeyelim ve uzak yakın bir tanıdığımızı kaybetmeyelim demeyin.
Unutuluyor!
Öyle olmasa bir işe başlarken bin yıllık garantiler arar mıydık?
Elimizde olanla yetinmek yerine yedi ceddimize yetecek kadar biriktirip, bunların hakimiymiş gibi davranır mıydık?
Unutuyoruz ve unuttuğumuz şey bizi insanlığımızdan uzaklaştırıyor.
Çünkü insan ölümlü bir yaratılmış.
Onun en temel fonksiyonunu gözden kaçırdığınızda, görmezden geldiğinizde insan olmaktan uzaklaşmış oluyoruz.
İstemeseniz de bu böyle!
Orta sahada top çevirmeye filan niyetim yok.
Bu söylediğim şey Allah’ın insana ilk taahhüdünü hatırlatmak cihetinden çok hayati.
Onu siz bir şablon gibi hayatınızın neresine koyarsanız o kısımdaki insanlık durumunuzu ayniyle görmüş olursunuz.
Ticaretinize, aile hayatınıza, memuriyetinize, okulunuza nereye isterseniz yerleştirin. Kendinize samimi olabilirseniz insanlık durumunuz şıpın işi ortaya çıkar.
Ne eksik ne fazla neyse o!
Şimdi ben bu şablonu hayatın bugünlerde iyice ısınmaya başlayacağına emin olduğum siyaset tarafına koymak istiyorum.
Malum ufukta bir referandum görünüyor…
Evetçiler ve hayırcılar iki sıkı hasım gibi gardlarını almaya başladılar bile.
Sandık ortaya çıktığında, liderler meydanlara indiğinde varın hesap edin siz gümbürtüyü.
Evetçilerle hayırcılar arasında sıkı bir düşmanlık oluşturmak için sosyal medyadan, televizyona, siyasi aktörlerden, artistlere kadar geniş bir yelpazede çalışma yapılıyor.
Kimse kendi fikrinin iyiliğini anlatmaktan yana değil. Öyle görünse de aslında karşı tarafın ne kadar kötü, ne kadar hain, ne kadar berbat bir zihniyette olduğunun altını çizmeye çalışıyor.
Bunu neden yapıyorlar?
Çünkü insanlığın güdülebilir bir yaratılmış haline dönüştürüldüğünün gayet farkındalar.
Din adına mezhebcilikle aynı şeyi yapmıyorlar mı?
Irkçılık üzerinden bu milleti birbirine düşürmeye çalışmıyorlar mı?
Bu meselenin de onlar için bir farkı neden olsun?
Hayırcıların en çok kullandıkları kelime diktatörlük!
Ve her diktatör dediklerinde bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın adını da yanından hiç eksik etmiyorlar.
Aslında 50 maddelik 100 maddelik itirazları varmış gibi yapıyorlarsa da hayırcıların bütün söyledikleri bundan ibaret.
Tayyip Erdoğan’ı diktatör yapmaya “hayır” diyoruz demekteler.
Tamam da, mevcut sistemde de aynı şikayeti dillendirip durmuyor mu yıllardır bu grup?
O halde evet demenin hayır demekten ne farkı kalıyor?
Meseleyi ben size tek cümle söyleyeyim; kişisel hırsları nedeniyle kendilerine hiç bitmeyecek bir ömür biçenlerin, herşeye sonsuzmuş gibi bakmalarından kaynaklanıyor herşey.
Tayyip Erdoğan’da gün gelecek ve siyaset sahnesinden çekilecek sevgili hayırcılar dediğimizde de…
Önce nasıl yani der gibi bakıyorlar, sonra da ölümü unutmanın verdiği yırtıcılık ve egoyla kaldıkları yerden devam ediyorlar.
Mevcut durumu, darbe anayasasını sevmediklerini birbirlerine söylüyorlar ya, yalan inanmayın.
Bakın şimdi o değişmesin diye çırpınıp duruyorlar.
Çünkü onlar hiç ölmeyecekmiş gibi hesap yapıyorlar!
Güç, kuvvet hep kendilerinde olsun diye diretiyorlar.
Halkın seçeceği ne varsa ondan kaçıyorlar.
Bazen de ağızlarından kaçırıyorlar “çobanla profesörün oyu bir olur mu?”