GİRİŞ:
Kültürümüzün derinliklerine de işlemiş olan bir Hadis’te: ‘olanda hayır vardır’, diye buyurulur. Büyüklerimiz de, özellikle, ortaya çıkmış olan olumsuz durumlardan, dersler çıkarılması gereken hallerde hem bu cümleyi tekrarlarlar, hem de gerekli dersleri çıkarmağa gayret ederlerdi. Bu bakış açısı aslında, hem paniğe kapılmadan, olumsuzluğu yönetmeye, hem de sonrasında neler yapılması gerektiğini, akl-ı selimle düşünüp bulmaya insanı hazırlar.
31 Mart’ta yaşadığımız Genel Mahalli Seçimler, arkasından 23 Haziran’da yenilenen İstanbul BB Başkanlığı seçimleri tam da bu cümleyi söyletecek düzeyde bir gelişme olarak karşımıza çıkmıştır. (Onun öncesinde 7 Haziran 2015 ve 24 Haziran 2018’de yapılan Milletvekili seçimleri de bu çerçevede ele alınabilir). Bu dönemde belediye başkanlıkları ya da il genel meclisi üyelikleri seçim sonuçlarıyla ilgili olarak, sakince düşünüp dersler çıkarmamız gerekecektir. Bu çerçevede, konuyu hafife almadan, ancak dünyanın sonunun geldiğini de düşünmeden; birilerini suçlu ilan edip, konuyu onlar üzerinden açıklamaya kalkmadan, ortadaki olumsuz durumu, objektif bir tarzda analiz etmeli ve geleceğimizi ona göre belirlemeğe çalışmalıyız.
Biz, seri halde devam edecek olan bu yazımızda, konuyu, uğruna bir ömür verdiğimiz (binlerce ömür olsa onları da severek vereceğimiz) ‘Davamız’ı merkeze alarak bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Konu, başka bakış açılarıyla da değerlendirilebilir.
Biz önce, davanın ve faaliyet alanlarının neler olduğunu; nereden başlayıp nerelere geldiğimizi, bu gelişme ve ilerleme çizgimizin arkasında yatan dinamiklerin neler olduğunu inceleyeceğiz. Sonra, neden tökezlediğimizi, ya da sarı kartla neden karşılaştığımızı irdeleyeceğiz. Devamında da, buradan çıkmak için bundan sonra neler yapılması gerektiğini ifade etmeğe çalışacağız.
DAVA ADINA İLK İCRAAT VE İLK HEDEF:
Yaklaşık 50 yıl önce biz, bugün ulaştığımız noktaya varmak için, siyaseten yola çıktığımızda, bir davayı gerçekleştirmek üzere yola çıkmıştık. Bugüne gelinceye kadar, süreç içerisinde hem o davayı daha da öğrenip içselleştirdik, hem ondan güç ve enerji aldık, hem de ona hizmet etme, onu yüceltme ve onunla yücelme imkânı bulduk. Biz, onunla var olduk, onun gelişmesi için çalıştık, ondan beslendik ve onunla büyüyüp bu günlere geldik.
İslamcılar olarak yola çıktığımızda, davamızdan aldığımız ilham ve güçle yaptığımız ilk icraatımız: Ülkemizde geçerli kılınmaya çalışılan ve belli ölçüde de başarılı olunan solcu, sosyalist Kemalist dünya görüşü ve bakış açısını reddetmek, onun dışına çıkmak, ona bağlı ve bağımlı olmaktan kurtulmaktı. Çünkü o bakış açısı, dünyanın dört bir yanında kan, zulüm, işkence ve sömürüyle kurulmuş olan Batı’lı bakış açısının hem de kötü ve çirkin bir kopyasıydı. Bizim bu meydan okumamız, aslında o gün için en önemli bir çıkış ve en önemli bir meydan okumaktı. Ülkemizdeki İslami hassasiyeti olan ya da olmayan diğer hiçbir grup böyle açıktan ve net bir şekilde bunu düşünmemişti. Herkes, ‘o anlayış’la birlikte ne ya da nelerin yapılabileceğini düşünüyordu. Hamdolsun, madde ve beşer planında yalnız kalmışlığımıza rağmen, her türlü faturayı göz önüne alarak, davamız adına o gün onu yaptık. Çünkü milletimize zorla kabul ettirilmeğe çalışılan ve Milletimizi sürekli sıkıntılara götürecek olan o batıl ve yanlış anlayış, dünya görüşü ve bakış açısını reddetmeden, onun dışına çıkılmadan, dava adına asla herhangi bir hedefe varılamazdı.
O gün Davamız adına planlanan ilk hedefimiz de, mevcut yapıyı, kendi kuralları içerisinde ‘değiştirmeyi’ ve ‘dönüştürmeyi’ gerçekleştirip; onun yerine yerli, milli ve bize ait olan bakış açısı, bir dünya görüşü, bir hayat felsefesi ve bu doğrultuda yepyeni bir yapı önermekti. Onu önermek, onu uygulayıp, eşya ve olaylara o açıdan bakılmasını sağlamağa çalışmaktı. Böylece bu önerimizin, kitleleri sarıp sarmalamasını, onlara ‘hayat vermesini’ ve gelişip hedefine ulaşmasını, kendimize hedef edinmiştik.
Bir gün ara ile devam edelim.
Kültürümüzün derinliklerine de işlemiş olan bir Hadis’te: ‘olanda hayır vardır’, diye buyurulur. Büyüklerimiz de, özellikle, ortaya çıkmış olan olumsuz durumlardan, dersler çıkarılması gereken hallerde hem bu cümleyi tekrarlarlar, hem de gerekli dersleri çıkarmağa gayret ederlerdi. Bu bakış açısı aslında, hem paniğe kapılmadan, olumsuzluğu yönetmeye, hem de sonrasında neler yapılması gerektiğini, akl-ı selimle düşünüp bulmaya insanı hazırlar.
31 Mart’ta yaşadığımız Genel Mahalli Seçimler, arkasından 23 Haziran’da yenilenen İstanbul BB Başkanlığı seçimleri tam da bu cümleyi söyletecek düzeyde bir gelişme olarak karşımıza çıkmıştır. (Onun öncesinde 7 Haziran 2015 ve 24 Haziran 2018’de yapılan Milletvekili seçimleri de bu çerçevede ele alınabilir). Bu dönemde belediye başkanlıkları ya da il genel meclisi üyelikleri seçim sonuçlarıyla ilgili olarak, sakince düşünüp dersler çıkarmamız gerekecektir. Bu çerçevede, konuyu hafife almadan, ancak dünyanın sonunun geldiğini de düşünmeden; birilerini suçlu ilan edip, konuyu onlar üzerinden açıklamaya kalkmadan, ortadaki olumsuz durumu, objektif bir tarzda analiz etmeli ve geleceğimizi ona göre belirlemeğe çalışmalıyız.
Biz, seri halde devam edecek olan bu yazımızda, konuyu, uğruna bir ömür verdiğimiz (binlerce ömür olsa onları da severek vereceğimiz) ‘Davamız’ı merkeze alarak bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Konu, başka bakış açılarıyla da değerlendirilebilir.
Biz önce, davanın ve faaliyet alanlarının neler olduğunu; nereden başlayıp nerelere geldiğimizi, bu gelişme ve ilerleme çizgimizin arkasında yatan dinamiklerin neler olduğunu inceleyeceğiz. Sonra, neden tökezlediğimizi, ya da sarı kartla neden karşılaştığımızı irdeleyeceğiz. Devamında da, buradan çıkmak için bundan sonra neler yapılması gerektiğini ifade etmeğe çalışacağız.
DAVA ADINA İLK İCRAAT VE İLK HEDEF:
Yaklaşık 50 yıl önce biz, bugün ulaştığımız noktaya varmak için, siyaseten yola çıktığımızda, bir davayı gerçekleştirmek üzere yola çıkmıştık. Bugüne gelinceye kadar, süreç içerisinde hem o davayı daha da öğrenip içselleştirdik, hem ondan güç ve enerji aldık, hem de ona hizmet etme, onu yüceltme ve onunla yücelme imkânı bulduk. Biz, onunla var olduk, onun gelişmesi için çalıştık, ondan beslendik ve onunla büyüyüp bu günlere geldik.
İslamcılar olarak yola çıktığımızda, davamızdan aldığımız ilham ve güçle yaptığımız ilk icraatımız: Ülkemizde geçerli kılınmaya çalışılan ve belli ölçüde de başarılı olunan solcu, sosyalist Kemalist dünya görüşü ve bakış açısını reddetmek, onun dışına çıkmak, ona bağlı ve bağımlı olmaktan kurtulmaktı. Çünkü o bakış açısı, dünyanın dört bir yanında kan, zulüm, işkence ve sömürüyle kurulmuş olan Batı’lı bakış açısının hem de kötü ve çirkin bir kopyasıydı. Bizim bu meydan okumamız, aslında o gün için en önemli bir çıkış ve en önemli bir meydan okumaktı. Ülkemizdeki İslami hassasiyeti olan ya da olmayan diğer hiçbir grup böyle açıktan ve net bir şekilde bunu düşünmemişti. Herkes, ‘o anlayış’la birlikte ne ya da nelerin yapılabileceğini düşünüyordu. Hamdolsun, madde ve beşer planında yalnız kalmışlığımıza rağmen, her türlü faturayı göz önüne alarak, davamız adına o gün onu yaptık. Çünkü milletimize zorla kabul ettirilmeğe çalışılan ve Milletimizi sürekli sıkıntılara götürecek olan o batıl ve yanlış anlayış, dünya görüşü ve bakış açısını reddetmeden, onun dışına çıkılmadan, dava adına asla herhangi bir hedefe varılamazdı.
O gün Davamız adına planlanan ilk hedefimiz de, mevcut yapıyı, kendi kuralları içerisinde ‘değiştirmeyi’ ve ‘dönüştürmeyi’ gerçekleştirip; onun yerine yerli, milli ve bize ait olan bakış açısı, bir dünya görüşü, bir hayat felsefesi ve bu doğrultuda yepyeni bir yapı önermekti. Onu önermek, onu uygulayıp, eşya ve olaylara o açıdan bakılmasını sağlamağa çalışmaktı. Böylece bu önerimizin, kitleleri sarıp sarmalamasını, onlara ‘hayat vermesini’ ve gelişip hedefine ulaşmasını, kendimize hedef edinmiştik.
Bir gün ara ile devam edelim.