
DAVANIN FAALİYET ALANLARI İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR: -VI-
d- Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketinin Dinamikleri: -I-
Dışarıda Avrupa, içeride de vesayet sisteminin, birlikte planlayıp uygulamaya koydukları, yaklaşık 150 yıllık planlarını, 1960’lı yıllarda başlayan süreçte İslamcılar, bozdu ve alt-üst ettiler. Eğer İslamcılar siyasete girmemiş olsalardı, belki de şimdiye o plan tamamlanmıştı.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte elitlerin hedefinde millet düzeyinde bir değişim ve gelişim değil, tamamen bir ‘başkalaşma’ projesi vardı. O gün emperyalist Batı da aynı çizgide idi. Bunun için bu iki güç yeni bir millet, yeni bir dil, yeni bir tarih ve yeni bir din ‘yaratma’ sevdasıyla yola çıktılar. Dolayısıyla, önce, geçmişe ait ne varsa, öğrenilmesi, benimsenmesi ve yayılması yasaklandı. Yetmedi olumsuz olarak gösterildi ve insanların, ondan soğuması için ne yapılması lazımsa, o yapıldı. Özellikle bu durum, 1938-50 yılları arası, daha bir yoğun baskı ve zorlamalarla geçti. Onların beklentisine göre, insanlar geleneksel bağlarından, kültür ve inançlarından koparılıp, laik bir eğitim aldıkça, ayrı bir kültürel dünyada yaşadıkça, zenginleştikçe, daha fazla siyasi özgürlüğe sahip oldukça ve daha iyi eğitim aldıkça, laikleştirme ve laiklik, dini, dünya işlerinde çok daha az öneme sahip bir konuma iterek ilerleyecekti. 1950’ye kadar, devlet eliyle ve zecri tedbirlerle bu, böyle geçti.
1950-60 arası, o günkü önde gelen yöneticilere rağmen, güdümlü bir demokrasinin kanatları altında, 60’dan sonra da vesayet sistemi eliyle, ama daha planlı ve sistemli bir şekilde uygulamaya konuldu. Eğitimde, sanatta, kültürde, basında, ticaret ve sanayide, bürokrasinin her kademesinde, sosyal hayatta ama en çok ta siyasal partiler eliyle bu plan uygulanmağa çalışıldı. Önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz gibi, 1970’lere gelindiğinde, bu projenin büyük bir kısmı tamamlanmak üzere idi. İşte tam o esnada, İslamcılar faktörü devreye girdi ve bahsettiğim 150 yıllık plan bozuldu. Peki, bu Batı ve Batı’cıların hazırladığı plan, her türlü imkâna rağmen niçin tutmadı, ya da İslamcı Yürüyüş, kendi açısından bütün olumsuz şartlarına ve imkânsızlıklarına rağmen, bu planı nasıl bozabildi. Bana göre bunun bir kaç kaynağı ya da dinamik gücü vardı. Bunları kısaca şöyle analiz edebiliriz:
1- Batı’nın ve İçimizdeki Batıcıların Çelişkili ve Millete Duyarsız Tutumları:
* Her şeyden önce bu kavram yani ‘Batı ve İçimizdeki Batıcılar’ kavramı, bir bloğu, hem de millete yabancı bir bloğu, daha önce düşmanca yaşantıları olmuş, şu anda da çok güvenilmeyen bir bloğu zihinlerde uyandırmıştır.
* Bu bloğun, daha işin başındaki planları son derece acemice, sosyal hayata, sosyolojinin kurallarına ve bilime tersti. Çünkü bir millet, hele de büyük bir millet değişir, gelişir ama zor yoluyla dahi olsa, başkalaşmayı asla kabul etmez. İşte bu durum, daha başından itibaren, milleti savunmaya itmiştir ve bu projenin sonuçsuz kalmasını sağlamıştır.
* Milletimizin ‘sosyal denaası’na kadar işlemiş olan inancı, tarihi ve kültüründen beslenen dünya görüşüne karşılık olarak getirilen Batıcı Dünya görüşü ve yaşam biçimi, belli bir süre içinde ‘Kemalizm İdeolojisine’ evrilerek donduruldu. O da yetmedi, bu ideoloji tamamen devletleştirildi ve zaten ulaşamadığı halktan, tamamen koptu. Artık sadece seçkinci cumhuriyet elitlerinin ve cumhuriyet aristokratlarının yaşam biçimi ve ideolojisi haline düştü.
* Ayrıca, Batı’da bilim ve teknolojinin hızla gelişmesine rağmen, üretim anlamında bizim ondan hiç yararlanamayışımız da millette, bunlara karşı ciddi bir kuşku yaratmıştır.
* Yıllardan beri, kapılarında bekletmelerine rağmen, AB gibi kuruluşlara Ülkemizi almamaları da var olan kuşkuları tavan yaptırmıştır.
* Hem Batı’nın, hem de Batıcı’ların, bu büyük Millete ve Milletin hassasiyetlerine karşı, gerekli saygıyı göstermemeleri, yer yer saygısızca davranmaları da ayrı bir sıkıntı üretmiştir.
* Bireysel, toplumsal ve ülkeler arası düzeyde ürettikleri ve çok süslü kelimelerle ifade ettikleri kavram ve kuralların, sadece kendi aralarında geçerli olduğu, biz dâhil, üçüncü kişi, toplum ve ülkelere karşı, bunlara uymadıkları gerçeği de apayrı bir sorun yaratmıştır.
* Bütün bunlar, Milletimizin, bilimi ve teknolojiyi değil, Batı’yı ve Batıcı’lığı reddetmesine yeterli sebep teşkil etmiştir. Ancak Durum sadece bundan ibaret değildir.
Devamını yarın görelim.
d- Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketinin Dinamikleri: -I-
Dışarıda Avrupa, içeride de vesayet sisteminin, birlikte planlayıp uygulamaya koydukları, yaklaşık 150 yıllık planlarını, 1960’lı yıllarda başlayan süreçte İslamcılar, bozdu ve alt-üst ettiler. Eğer İslamcılar siyasete girmemiş olsalardı, belki de şimdiye o plan tamamlanmıştı.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte elitlerin hedefinde millet düzeyinde bir değişim ve gelişim değil, tamamen bir ‘başkalaşma’ projesi vardı. O gün emperyalist Batı da aynı çizgide idi. Bunun için bu iki güç yeni bir millet, yeni bir dil, yeni bir tarih ve yeni bir din ‘yaratma’ sevdasıyla yola çıktılar. Dolayısıyla, önce, geçmişe ait ne varsa, öğrenilmesi, benimsenmesi ve yayılması yasaklandı. Yetmedi olumsuz olarak gösterildi ve insanların, ondan soğuması için ne yapılması lazımsa, o yapıldı. Özellikle bu durum, 1938-50 yılları arası, daha bir yoğun baskı ve zorlamalarla geçti. Onların beklentisine göre, insanlar geleneksel bağlarından, kültür ve inançlarından koparılıp, laik bir eğitim aldıkça, ayrı bir kültürel dünyada yaşadıkça, zenginleştikçe, daha fazla siyasi özgürlüğe sahip oldukça ve daha iyi eğitim aldıkça, laikleştirme ve laiklik, dini, dünya işlerinde çok daha az öneme sahip bir konuma iterek ilerleyecekti. 1950’ye kadar, devlet eliyle ve zecri tedbirlerle bu, böyle geçti.
1950-60 arası, o günkü önde gelen yöneticilere rağmen, güdümlü bir demokrasinin kanatları altında, 60’dan sonra da vesayet sistemi eliyle, ama daha planlı ve sistemli bir şekilde uygulamaya konuldu. Eğitimde, sanatta, kültürde, basında, ticaret ve sanayide, bürokrasinin her kademesinde, sosyal hayatta ama en çok ta siyasal partiler eliyle bu plan uygulanmağa çalışıldı. Önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz gibi, 1970’lere gelindiğinde, bu projenin büyük bir kısmı tamamlanmak üzere idi. İşte tam o esnada, İslamcılar faktörü devreye girdi ve bahsettiğim 150 yıllık plan bozuldu. Peki, bu Batı ve Batı’cıların hazırladığı plan, her türlü imkâna rağmen niçin tutmadı, ya da İslamcı Yürüyüş, kendi açısından bütün olumsuz şartlarına ve imkânsızlıklarına rağmen, bu planı nasıl bozabildi. Bana göre bunun bir kaç kaynağı ya da dinamik gücü vardı. Bunları kısaca şöyle analiz edebiliriz:
1- Batı’nın ve İçimizdeki Batıcıların Çelişkili ve Millete Duyarsız Tutumları:
* Her şeyden önce bu kavram yani ‘Batı ve İçimizdeki Batıcılar’ kavramı, bir bloğu, hem de millete yabancı bir bloğu, daha önce düşmanca yaşantıları olmuş, şu anda da çok güvenilmeyen bir bloğu zihinlerde uyandırmıştır.
* Bu bloğun, daha işin başındaki planları son derece acemice, sosyal hayata, sosyolojinin kurallarına ve bilime tersti. Çünkü bir millet, hele de büyük bir millet değişir, gelişir ama zor yoluyla dahi olsa, başkalaşmayı asla kabul etmez. İşte bu durum, daha başından itibaren, milleti savunmaya itmiştir ve bu projenin sonuçsuz kalmasını sağlamıştır.
* Milletimizin ‘sosyal denaası’na kadar işlemiş olan inancı, tarihi ve kültüründen beslenen dünya görüşüne karşılık olarak getirilen Batıcı Dünya görüşü ve yaşam biçimi, belli bir süre içinde ‘Kemalizm İdeolojisine’ evrilerek donduruldu. O da yetmedi, bu ideoloji tamamen devletleştirildi ve zaten ulaşamadığı halktan, tamamen koptu. Artık sadece seçkinci cumhuriyet elitlerinin ve cumhuriyet aristokratlarının yaşam biçimi ve ideolojisi haline düştü.
* Ayrıca, Batı’da bilim ve teknolojinin hızla gelişmesine rağmen, üretim anlamında bizim ondan hiç yararlanamayışımız da millette, bunlara karşı ciddi bir kuşku yaratmıştır.
* Yıllardan beri, kapılarında bekletmelerine rağmen, AB gibi kuruluşlara Ülkemizi almamaları da var olan kuşkuları tavan yaptırmıştır.
* Hem Batı’nın, hem de Batıcı’ların, bu büyük Millete ve Milletin hassasiyetlerine karşı, gerekli saygıyı göstermemeleri, yer yer saygısızca davranmaları da ayrı bir sıkıntı üretmiştir.
* Bireysel, toplumsal ve ülkeler arası düzeyde ürettikleri ve çok süslü kelimelerle ifade ettikleri kavram ve kuralların, sadece kendi aralarında geçerli olduğu, biz dâhil, üçüncü kişi, toplum ve ülkelere karşı, bunlara uymadıkları gerçeği de apayrı bir sorun yaratmıştır.
* Bütün bunlar, Milletimizin, bilimi ve teknolojiyi değil, Batı’yı ve Batıcı’lığı reddetmesine yeterli sebep teşkil etmiştir. Ancak Durum sadece bundan ibaret değildir.
Devamını yarın görelim.