
Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu çok değerli ağabeyim ve hemşehrim Ayhan Anık, haftalar önce sosyal medyada paylaşmıştı bu alıntıyı. Not etmişim bir köşeye, şimdi yeri geldi, sizlerle paylaşayım dedim.
11 adım ile biçimlenen müthiş bir hayat öğretisi:
‘Ünlü bir yönetici, ‘Bilmem gereken her şeyi, Hz. Nuh'un Gemisi'nden öğrendim’ demiş.
Bakın nelermiş öğrendikleri:
1: Doğru gemiyi asla kaçırma.
2: Hepimizin aynı gemide olduğunu sakın unutma.
3: Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh gemisini inşa ederken henüz yağmur yağmıyordu!
4: Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven dayadığında bile gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.
5: Eleştirileri dinle; ama neyi-niye yaptığını biliyorsan eleştirenlere gereğinden fazla kulak asma. Yapılması gerekeni yapmaya devam et.
6: Geleceğini zirveler üzerine kur ki yıkıcı dalgalar sana ulaşamasın.
7: Ne olur ne olmaz, uzun yola çıkarken yanına en sevdiğin, en çok güvendiğin kişiyi al.
8: Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çitalar da.
9: Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz. En geniş haliyle ufku seyret. Yeniden doğuşun kapısı, orada bir yerdedir.
10: Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Tanrı’nın safındaysan seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.
11: Titanik'in profesyoneller, Nuh Gemisi’nin ise hayatında tersane görmemiş amatörler tarafından yapıldığını unutma!’
***
Nuh’un Gemisi’nin nerede olduğunu oldum olası merak etmişimdir.
Tufan dindiğinde o ilginç gemi nerede karaya oturdu?
Kur’an-ı Kerim’deki Hûd suresinde geçtiği şekliyle Cudi Dağı’nın tepesinde mi?
Anadolu söylencelerinde ve Tevrat’ta geçtiği gibi Ağrı Dağı’nın doruğunda mı?
Kadim Arap efsanelerinde anıldığı gibi Harran’da mı?
Yoksa Kafkasyalıların iddia ettiği gibi Nahçivanda, Haça Dağı’nın ‘Oraya asla erişilmez!’ denilen zirvesinde mi?
Kim bilir?...
Hem asıl mesele geminin nerede karaya oturduğu değil, o gemiden geriye, bize, bizim medeniyetimize ne kaldığı…
Unutulmaz bir hayat dersi mi kaldı?
Tarih ve mitoloji mi?
Bir öğreti mi?
Umut mu?
Direniş mi?
Ne?...
Yarın yeni bir tufan baş gösterirse ne yapacağız peki?
Ne öğrenmiştik Nuh’tan?
Geleceği, tarihe bakarak mı kurgulayacağız? Ah, ne iyi!
Direnecek miyiz? Oh, ne muhteşem!
Pes mi edeceğiz yoksa peşinen? Eyvah, eyvah!
Ne yapacağız peki?
Zor soru…
Ama içim rahat; zira bu soru için en az ‘11 ayrı yanıtımız’ olduğunu biliyorum.
***
VE BİR DE ‘SON NOT’:
Üç gün sonra 24 Kasım…
Hayatta karşımıza çıkacak zor ya da kolay bütün soruların yanıtlarını kulağımıza fısıldayan; bizi büyüten, büyüdüğümüzü bize hissettiren; kötülüklerden esirgeyen, iyiliği öğreten, gereğinde bize masum kopyalar veren sevgili öğretmenlerimizin günü…
Hayatı güzelleştiren, öğrenmeyi öğreten, öğrencilerini kendi yaşamlarının merkezine oturtabilen; özverili, yaratıcı, bilimsever, sanatsever, sporsever, hayatsever tüm sevgili öğretmenlerimizin önünde şimdiden saygıyla eğiliyorum.
Ellerinden öpüyorum her birinin…
Ve günlerini yürekten kutluyorum.
Ama sadece kutlamak yeter mi?
Bir düşünün; gereksinim duydukları her şeyi onların sergiledikleri özveriyle aynı düzeye getirmeyi, onları işitmeyi, hesaba katmayı, mutlu etmeyi başarabildik mi?
Sanmıyorum.
Politik bir soru değil bu.
Dünya ülkelerinde öğretmenlerin gelir düzeyi ne, mesela Almanya’da, Hırvatistan’da, Finlandiya’da veya Kıbrıs Rum Kesimi’nde öğretmen maaşı/milletvekili maaşı oranı nedir; buna bakalım.
İç politikaya malzeme edilemeyecek bir ekonomik ve sosyo-kültürel durumdan söz ediyorum yani…
Bu yüzden de başkalarını bir yana bırakıp toplum ve sistem adına öğretmenlerimizden özür diliyorum. Eğer siz de öğretmeninizi anımsadığınızda benzer bir mahcubiyet hissediyorsanız özür dileyebileceğiniz en uygun günün yine 24 Kasım olduğunu düşünüyorum.
11 adım ile biçimlenen müthiş bir hayat öğretisi:
‘Ünlü bir yönetici, ‘Bilmem gereken her şeyi, Hz. Nuh'un Gemisi'nden öğrendim’ demiş.
Bakın nelermiş öğrendikleri:
1: Doğru gemiyi asla kaçırma.
2: Hepimizin aynı gemide olduğunu sakın unutma.
3: Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh gemisini inşa ederken henüz yağmur yağmıyordu!
4: Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven dayadığında bile gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.
5: Eleştirileri dinle; ama neyi-niye yaptığını biliyorsan eleştirenlere gereğinden fazla kulak asma. Yapılması gerekeni yapmaya devam et.
6: Geleceğini zirveler üzerine kur ki yıkıcı dalgalar sana ulaşamasın.
7: Ne olur ne olmaz, uzun yola çıkarken yanına en sevdiğin, en çok güvendiğin kişiyi al.
8: Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çitalar da.
9: Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz. En geniş haliyle ufku seyret. Yeniden doğuşun kapısı, orada bir yerdedir.
10: Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Tanrı’nın safındaysan seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.
11: Titanik'in profesyoneller, Nuh Gemisi’nin ise hayatında tersane görmemiş amatörler tarafından yapıldığını unutma!’
***
Nuh’un Gemisi’nin nerede olduğunu oldum olası merak etmişimdir.
Tufan dindiğinde o ilginç gemi nerede karaya oturdu?
Kur’an-ı Kerim’deki Hûd suresinde geçtiği şekliyle Cudi Dağı’nın tepesinde mi?
Anadolu söylencelerinde ve Tevrat’ta geçtiği gibi Ağrı Dağı’nın doruğunda mı?
Kadim Arap efsanelerinde anıldığı gibi Harran’da mı?
Yoksa Kafkasyalıların iddia ettiği gibi Nahçivanda, Haça Dağı’nın ‘Oraya asla erişilmez!’ denilen zirvesinde mi?
Kim bilir?...
Hem asıl mesele geminin nerede karaya oturduğu değil, o gemiden geriye, bize, bizim medeniyetimize ne kaldığı…
Unutulmaz bir hayat dersi mi kaldı?
Tarih ve mitoloji mi?
Bir öğreti mi?
Umut mu?
Direniş mi?
Ne?...
Yarın yeni bir tufan baş gösterirse ne yapacağız peki?
Ne öğrenmiştik Nuh’tan?
Geleceği, tarihe bakarak mı kurgulayacağız? Ah, ne iyi!
Direnecek miyiz? Oh, ne muhteşem!
Pes mi edeceğiz yoksa peşinen? Eyvah, eyvah!
Ne yapacağız peki?
Zor soru…
Ama içim rahat; zira bu soru için en az ‘11 ayrı yanıtımız’ olduğunu biliyorum.
***
VE BİR DE ‘SON NOT’:
Üç gün sonra 24 Kasım…
Hayatta karşımıza çıkacak zor ya da kolay bütün soruların yanıtlarını kulağımıza fısıldayan; bizi büyüten, büyüdüğümüzü bize hissettiren; kötülüklerden esirgeyen, iyiliği öğreten, gereğinde bize masum kopyalar veren sevgili öğretmenlerimizin günü…
Hayatı güzelleştiren, öğrenmeyi öğreten, öğrencilerini kendi yaşamlarının merkezine oturtabilen; özverili, yaratıcı, bilimsever, sanatsever, sporsever, hayatsever tüm sevgili öğretmenlerimizin önünde şimdiden saygıyla eğiliyorum.
Ellerinden öpüyorum her birinin…
Ve günlerini yürekten kutluyorum.
Ama sadece kutlamak yeter mi?
Bir düşünün; gereksinim duydukları her şeyi onların sergiledikleri özveriyle aynı düzeye getirmeyi, onları işitmeyi, hesaba katmayı, mutlu etmeyi başarabildik mi?
Sanmıyorum.
Politik bir soru değil bu.
Dünya ülkelerinde öğretmenlerin gelir düzeyi ne, mesela Almanya’da, Hırvatistan’da, Finlandiya’da veya Kıbrıs Rum Kesimi’nde öğretmen maaşı/milletvekili maaşı oranı nedir; buna bakalım.
İç politikaya malzeme edilemeyecek bir ekonomik ve sosyo-kültürel durumdan söz ediyorum yani…
Bu yüzden de başkalarını bir yana bırakıp toplum ve sistem adına öğretmenlerimizden özür diliyorum. Eğer siz de öğretmeninizi anımsadığınızda benzer bir mahcubiyet hissediyorsanız özür dileyebileceğiniz en uygun günün yine 24 Kasım olduğunu düşünüyorum.