
Erzurum, güzel şeylerin şehridir. Bilen bilir…
Kışta direnç sınayan zemherinin, yazda gönül okşayan serin yayla rüzgârının ve yani ‘doğayla hem savaşmanın hem barışmanın’, belki bunun için işte çift başlı kartalın; öte yandan sılaya bağlılığın, zor gidişlerin, hasretin ve ilk fırsatta geri dönüşlerin; en güzel kavuşmaların, geçit vermez yüksek dağların, kadın-erkek dağ gibi yürekli insanların ama en derin duyguların, mertliğin, cesaretin, yurt sevgisinin, misafirperverliğin şehridir Erzurum…
Bunlarla birlikte de hiç kuşkusuz seslerin şehridir Erzurum…
Halk müziğinin, yanık ezgilerin, en güzel kadın ve erkek seslerinin, halk ozanlarının; neyin, bağlamanın, davulun, zurnanın, ölümsüz türkülerin şehridir. Rahmetli Nida Tüfekçi’ye göre müziğin Anadolu kültür sahasındaki sayılı başşehirlerinden biridir.
Ama bu şehir, elbette birden bire öyle olmamıştır. Yüzyıllardır tıpkı bir neye nefes üfler gibi ona ruh üfleyenlerin, sayısız sanatçının sayesinde Erzurum böyle bir yer olmuştur.
Hangisini önce saysak, sonrakine haksızlık ederiz: Emrah’tan Reyhani’ye, Sümmani Baba’dan Arif Sağ’a, Mevlüt İhsani’den Erol Ergani’ye, Raci Alkır’dan Mükerrem Kemertaş’a, Sabahat Avşar’dan Nazire Sezer’e, Mehmet Çalmaşır’dan Muharrem Akkuş’a, Fuat Lehimler’den Suat Işıklı’ya, Aysun Gültekin’den Erdal Erzincan’a…
Ben halk müziği sanatçılarını saydım ama arabesk, pop ve rock müzik sanatçıları da var Erzurum’un: İbrahim Erkal, Hüseyin Altın, Demet Sağıroğlu, Bilal Hüseyinoğlu var mesela…
Ve adını sayamadığım daha nice değerli besteciler, yorumcular…
Bu sanatçıların her biri elbette kendi sevenleri tarafından başlara taç edildi. Hepsi de mutlaka gönül telimizi titretti; sevgiye, aşka, kedere, göçe, hasrete dair incelikleri bize öğretti ya da anımsattı, hissettirdi her biri.
Bununla birlikte; Erzurum’u bugün yaşatan, tanıtan ve sadece Erzurumlular tarafından değil, Türkiye’de ve dünyada türkülere gönül vermiş milyonlar tarafından baştacı yapılan isimler var. Onların en önde gelenlerinden biri:

Nurullah Akçayır…
Çok ama çok özel bir isim o…
Benzersiz icra yeteneğiyle, güzel sesiyle, hitabıyla, özgün üslubuyla, bağlamaya dokunuş tarzıyla, çok yönlülüğüyle bambaşka bir sanatçı o.
1998’den beri TRT Ankara Radyosu’nun en değerli sanatçılarından biri. 1991’de çıkardığı Yazın Yağar Kar Başıma adlı albümle uyandırdığı etkiyi Bağışla (1993), Türkü Pınarı 1-2 (1997-2001), Yâre Söyle (2009) ve Bir Şehir Var Yaylada (2012) albümleriyle pekiştirdi.
Benim özellikle geleneksel solo icrasının hayranı olduğum değerli ağabeyimle ‘Hayatı Eve Sığar’ günlerinde bir araya geldik:
*
Savaşkan İlmak: Sevgili Nurullah Akçayır, takdimde bilhassa Erzurum vurgusu yaptım. Rahmetli Nida Tüfekçi’nin tarifiyle ‘Türk halk müziğinin başşehirlerinden biri olan Erzurum’da doğup büyüdünüz. Ve bu şehrin müzikal geleneği, hayata bakışı, derin duygulu ama vakur, gururlu hali sizin benzersiz üslubunuza da doğal olarak yansıdı.
Ne dersiniz bu konuda, nasıl bir gelenek içinde büyüdünüz?
Nurullah Akçayır: Kadim şehir Erzurum’da doğmak, bu şehrin doğası ve kültürüyle büyümekle bu anlamda kendimi şanslı görüyorum. Bu şehir, benim dünyaya ve yaşama farklı açılardan bakmamı sağladı. Şöyle ki; öncelikle bana vatan, bayrak ve insan sevgisini aşıladı. Erzurum’un geleneksel müziğiyle yola çıkmış olmam, ikinci bir artı olmuştur sanat yaşamımda. Bu yüzden memleketime hep vefa borcu hissetmişimdir yüreğimde. Kırk yıllık sanat yaşamımda, sanatsal birikimlerimi hep memleketime sunmuş olmanın gönül rahatlığını ve haklı onurunu duymuşumdur.
*
S.İ: Memleketimizin de bunun farkında olması çok güzel bir karşılıklılık durumu. Peki tam da bu bağlamda Nurullah Akçayır kendi yolunu, yolculuğunu ve sadece Erzurum’da değil, her yörede bu kadar çok sevilmesinin sırrını nasıl açıklıyor?
Nurullah Akçayır: Ben hep olduğum gibi göründüğüm için bu samimiyetin insanlara yansımasının sonucu da sevgi oldu. Memleketimde bir hanenin insanı gibi, ‘Bizim Nurullah’ olarak sahiplenildim; bir kardeş, bir abi gibi… Bu da ayrıca mutlu etti beni. Sanatımla Erzurum’umuza nasıl katkı sunarım, nasıl gündemde tutarımın gayreti içinde oldum. Olmaya da devam ediyorum. Allah sağlık ve ömür verdiği müddetçe… Savaş bey, bildiğiniz üzere Erzurum TV stüdyosuyla birlikte TRT Müzik kanalında son altı yıldır aralıksız hazırlayıp sunduğum Türkü programları Erzurum’un kültürel potansiyellerini tanıtmak, dolayısıyla Erzurum’u pozitif gündemin bir parçası yapmak adına çok önemli bir projeydi. Benim için bu güzelliği tüm dünyayla paylaşıyor olabilmenin tatlı yorgunlukları ve inanılmaz keyifli anları oldu. Yine fırsat verilirse seve seve yapmaya her zaman hazırım... Ayrıca yurdumuzun her tarafında dinleniyor olmak, takip edilmek, güzel bir duygu. Gelecek nesillere kalıcı eserler bırakmak, bu geleneğin yaşatılması anlamında önem arz etmektedir.
*
S.İ: Türküler hiç eskimiyor sanki. Her çağ, her devir hem kendi türkü geleneğini oluşturuyor hem de önceki çağların geleneğini bir omurga gibi içinde taşıyor. Neden ve nasıl oluyor bu?
Nurullah Akçayır: Türküler sezonluk üretilmiş müzikler değildir. Her türkünün bir hikayesi, derinliği ve geçmişi vardır. Bu özellik, türküleri yüzyıllar boyu hep taze ve diri tutmuştur. Anadolu, bağrından nice cevherler çıkarmış. Başta sizin de vurguladığınız gibi Emrahlar, Pirsultanlar, Karacaoğlanlar, Sümanniler, Reyhaniler... Anadolu, ozanlar ve evliyalar yatağıdır . Onlar, geride çok değerli ve çok zengin bir kültür mirası bırakmışlardır. Bizlere düşen bunları korumak ve yaşatmak. Türk insanı, içini türkülere dökmüştür. Sevincini, kederini, hasretini kahramanlığını türkülerde dile getirmiştir. Onun için türkülerimiz uzun soluklu olmuştur. Ancak yaşadığımız dönemde her şey maalesef anlık tüketilirken türkülerimiz yine de kalıcı özelliğini hala koruyabiliyor. Tabii ki bizler türkülerimizi dinleyip onlara sahip çıktığımız sürece…
*
S.İ: Belki bu anlamda içimizi biraz rahat tutabiliriz; zira ‘Her şey bitecek bir gün, oysa türküler hiç bitmeyecek’ diyor bir ozan. Buna inanıyoruz; ama zaman türkü geleneğini, bu sanatın arzını, üretimini, sunum tarzını da değiştiriyor galiba. Bu sahada geleceği nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir değişim öngörüyorsunuz?

Nurullah Akçayır: Benim gibi müzik adamlarına bu bağlama çok iş düşüyor. Gençlerimize Türkülerimizi sevdirmek ve kültürel mirasımıza yeni değerler kazandırmak için türkülerimizin anonim yapısını bozmadan, ünison yapısına bağlı kalarak, alt yapıda zaman zaman batı sounduyla servis edilebilir. Yine belediyelerimiz ve üniversitelerimiz öncülüğünde gençlerimizle türkülerimizi birlikte okuyacağımız konserler tertipleyebiliriz ki bunun olmasını çok isterim… Çünkü üzülerek söylüyorum gençlerimiz popüler müziğin ve batı soundunun etkisinde. Tabi benim misyonum ve görüşüm, ‘türkülerimizin geleneksel yapısıyla korunup saklanması’ noktasında... Türkülerimizin toprak kokusuna parfüm bulaşmaması onları daha değerli kılacaktır. Bütün dünyada da bu böyledir; bütün ülkelerin folk müzikleri bu anlayışla korunmaktadır. Bu konuda özel çalışmalar yapılması gerekir. Tabii inşallah pandemi süreci en kısa zamanda sonlanır ben de bağlama resitallerim ve türkü konserlerimle özlediğim sevenlerimle ve seyircimle buluşmuş olurum.
*
S.İ: Dört soru hakkımı doldurmuştum ama şu son cümleniz, bir hayranınız olarak beni heyecanlandırdı. O yüzden dördüncü sorunun devamı olarak soruyorum: Şu an üzerinde çalıştığınız bir proje var mı, neler yapıyorsunuz?
Nurullah Akçayır : Yaklaşık sekiz yıldır yeni bir albüm çalışması yapamamıştım. Sevenlerimin de sabırsızlıkla beklediğini biliyorum. Yeni yılla birlikte Nihayet zamanımın çoğunu stüdyoda geçiriyorum. Yeni albüm yolda, bir kaç aya sevenlerimle buluşturmuş olacağım inşallah. Yine kendi türkülerimin yanı sıra ustaların ve iz bırakmış birbirinden güzel ezgilerimizin de yer alacağı özel çalışmamla tekrar gönüllerinize talibim... Sizin nezdinizde Pusula gazetesi çalışanlarına ve sevenlerime selam ve muhabbetlerimi yolluyorum, sağlıklı günler diliyorum...
***
Format gereği, konuşabileceğimiz her şeyi dört soruya sığdırmam gerekiyordu. Öyle olmasa Nurullah Akçayır’la buluşmuşken değineceğimiz daha çok şey olurdu muhakkak... Ayrıca gönül isterdi ki tam bu bölümde TV programlarındaki gibi ‘Evet sevgili Nurullah Akçayır, dilerseniz bir türküyle bitirelim’ diyebilelim.
Keşke mümkün olsaydı…
Artık heyecanımızı değerli sanatçının yeni albümüne saklayacağız…
Bitirirken bir dipnot:
Benim başından sonuna ezberlediğim ilk güfte ve hâlâ yanımda yöremde eğer kimse yoksa söylemekten keyif aldığım ilk türkü, sevgili ağabeyim Nurullah Akçayır’ın 1991’de aynı adlı albümünde yer verdiği ‘Yazın Yağar Kar Başıma’ adlı türküydü:
‘Felek ne derdin var ise
Ben varım ya sal başıma
Bıkmışım senin dünyandan
Zaten gelir dar başıma…’
Bilen bilir ki hem çalıp hem okuduğu bu türkünün içinde Nurullah Akçayır’ın bağlama solo geçişleri en az türküyü okuyuşu kadar muazzamdır!
***
Çok değerli, çok sevgili Nurullah Akçayır’a, röportaj davetimi kırmadığı için teşekkür ediyorum. Kendilerine önce sağlık, sonra upuzun ve güzel eserlerle süslenecek bereketli bir hayat diliyorum.
Bütün hayranları adına…
Kışta direnç sınayan zemherinin, yazda gönül okşayan serin yayla rüzgârının ve yani ‘doğayla hem savaşmanın hem barışmanın’, belki bunun için işte çift başlı kartalın; öte yandan sılaya bağlılığın, zor gidişlerin, hasretin ve ilk fırsatta geri dönüşlerin; en güzel kavuşmaların, geçit vermez yüksek dağların, kadın-erkek dağ gibi yürekli insanların ama en derin duyguların, mertliğin, cesaretin, yurt sevgisinin, misafirperverliğin şehridir Erzurum…
Bunlarla birlikte de hiç kuşkusuz seslerin şehridir Erzurum…
Halk müziğinin, yanık ezgilerin, en güzel kadın ve erkek seslerinin, halk ozanlarının; neyin, bağlamanın, davulun, zurnanın, ölümsüz türkülerin şehridir. Rahmetli Nida Tüfekçi’ye göre müziğin Anadolu kültür sahasındaki sayılı başşehirlerinden biridir.
Ama bu şehir, elbette birden bire öyle olmamıştır. Yüzyıllardır tıpkı bir neye nefes üfler gibi ona ruh üfleyenlerin, sayısız sanatçının sayesinde Erzurum böyle bir yer olmuştur.
Hangisini önce saysak, sonrakine haksızlık ederiz: Emrah’tan Reyhani’ye, Sümmani Baba’dan Arif Sağ’a, Mevlüt İhsani’den Erol Ergani’ye, Raci Alkır’dan Mükerrem Kemertaş’a, Sabahat Avşar’dan Nazire Sezer’e, Mehmet Çalmaşır’dan Muharrem Akkuş’a, Fuat Lehimler’den Suat Işıklı’ya, Aysun Gültekin’den Erdal Erzincan’a…
Ben halk müziği sanatçılarını saydım ama arabesk, pop ve rock müzik sanatçıları da var Erzurum’un: İbrahim Erkal, Hüseyin Altın, Demet Sağıroğlu, Bilal Hüseyinoğlu var mesela…
Ve adını sayamadığım daha nice değerli besteciler, yorumcular…
Bu sanatçıların her biri elbette kendi sevenleri tarafından başlara taç edildi. Hepsi de mutlaka gönül telimizi titretti; sevgiye, aşka, kedere, göçe, hasrete dair incelikleri bize öğretti ya da anımsattı, hissettirdi her biri.
Bununla birlikte; Erzurum’u bugün yaşatan, tanıtan ve sadece Erzurumlular tarafından değil, Türkiye’de ve dünyada türkülere gönül vermiş milyonlar tarafından baştacı yapılan isimler var. Onların en önde gelenlerinden biri:

Nurullah Akçayır…
Çok ama çok özel bir isim o…
Benzersiz icra yeteneğiyle, güzel sesiyle, hitabıyla, özgün üslubuyla, bağlamaya dokunuş tarzıyla, çok yönlülüğüyle bambaşka bir sanatçı o.
1998’den beri TRT Ankara Radyosu’nun en değerli sanatçılarından biri. 1991’de çıkardığı Yazın Yağar Kar Başıma adlı albümle uyandırdığı etkiyi Bağışla (1993), Türkü Pınarı 1-2 (1997-2001), Yâre Söyle (2009) ve Bir Şehir Var Yaylada (2012) albümleriyle pekiştirdi.
Benim özellikle geleneksel solo icrasının hayranı olduğum değerli ağabeyimle ‘Hayatı Eve Sığar’ günlerinde bir araya geldik:
*
Savaşkan İlmak: Sevgili Nurullah Akçayır, takdimde bilhassa Erzurum vurgusu yaptım. Rahmetli Nida Tüfekçi’nin tarifiyle ‘Türk halk müziğinin başşehirlerinden biri olan Erzurum’da doğup büyüdünüz. Ve bu şehrin müzikal geleneği, hayata bakışı, derin duygulu ama vakur, gururlu hali sizin benzersiz üslubunuza da doğal olarak yansıdı.
Ne dersiniz bu konuda, nasıl bir gelenek içinde büyüdünüz?
Nurullah Akçayır: Kadim şehir Erzurum’da doğmak, bu şehrin doğası ve kültürüyle büyümekle bu anlamda kendimi şanslı görüyorum. Bu şehir, benim dünyaya ve yaşama farklı açılardan bakmamı sağladı. Şöyle ki; öncelikle bana vatan, bayrak ve insan sevgisini aşıladı. Erzurum’un geleneksel müziğiyle yola çıkmış olmam, ikinci bir artı olmuştur sanat yaşamımda. Bu yüzden memleketime hep vefa borcu hissetmişimdir yüreğimde. Kırk yıllık sanat yaşamımda, sanatsal birikimlerimi hep memleketime sunmuş olmanın gönül rahatlığını ve haklı onurunu duymuşumdur.
*
S.İ: Memleketimizin de bunun farkında olması çok güzel bir karşılıklılık durumu. Peki tam da bu bağlamda Nurullah Akçayır kendi yolunu, yolculuğunu ve sadece Erzurum’da değil, her yörede bu kadar çok sevilmesinin sırrını nasıl açıklıyor?
Nurullah Akçayır: Ben hep olduğum gibi göründüğüm için bu samimiyetin insanlara yansımasının sonucu da sevgi oldu. Memleketimde bir hanenin insanı gibi, ‘Bizim Nurullah’ olarak sahiplenildim; bir kardeş, bir abi gibi… Bu da ayrıca mutlu etti beni. Sanatımla Erzurum’umuza nasıl katkı sunarım, nasıl gündemde tutarımın gayreti içinde oldum. Olmaya da devam ediyorum. Allah sağlık ve ömür verdiği müddetçe… Savaş bey, bildiğiniz üzere Erzurum TV stüdyosuyla birlikte TRT Müzik kanalında son altı yıldır aralıksız hazırlayıp sunduğum Türkü programları Erzurum’un kültürel potansiyellerini tanıtmak, dolayısıyla Erzurum’u pozitif gündemin bir parçası yapmak adına çok önemli bir projeydi. Benim için bu güzelliği tüm dünyayla paylaşıyor olabilmenin tatlı yorgunlukları ve inanılmaz keyifli anları oldu. Yine fırsat verilirse seve seve yapmaya her zaman hazırım... Ayrıca yurdumuzun her tarafında dinleniyor olmak, takip edilmek, güzel bir duygu. Gelecek nesillere kalıcı eserler bırakmak, bu geleneğin yaşatılması anlamında önem arz etmektedir.
*
S.İ: Türküler hiç eskimiyor sanki. Her çağ, her devir hem kendi türkü geleneğini oluşturuyor hem de önceki çağların geleneğini bir omurga gibi içinde taşıyor. Neden ve nasıl oluyor bu?
Nurullah Akçayır: Türküler sezonluk üretilmiş müzikler değildir. Her türkünün bir hikayesi, derinliği ve geçmişi vardır. Bu özellik, türküleri yüzyıllar boyu hep taze ve diri tutmuştur. Anadolu, bağrından nice cevherler çıkarmış. Başta sizin de vurguladığınız gibi Emrahlar, Pirsultanlar, Karacaoğlanlar, Sümanniler, Reyhaniler... Anadolu, ozanlar ve evliyalar yatağıdır . Onlar, geride çok değerli ve çok zengin bir kültür mirası bırakmışlardır. Bizlere düşen bunları korumak ve yaşatmak. Türk insanı, içini türkülere dökmüştür. Sevincini, kederini, hasretini kahramanlığını türkülerde dile getirmiştir. Onun için türkülerimiz uzun soluklu olmuştur. Ancak yaşadığımız dönemde her şey maalesef anlık tüketilirken türkülerimiz yine de kalıcı özelliğini hala koruyabiliyor. Tabii ki bizler türkülerimizi dinleyip onlara sahip çıktığımız sürece…
*
S.İ: Belki bu anlamda içimizi biraz rahat tutabiliriz; zira ‘Her şey bitecek bir gün, oysa türküler hiç bitmeyecek’ diyor bir ozan. Buna inanıyoruz; ama zaman türkü geleneğini, bu sanatın arzını, üretimini, sunum tarzını da değiştiriyor galiba. Bu sahada geleceği nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir değişim öngörüyorsunuz?

Nurullah Akçayır: Benim gibi müzik adamlarına bu bağlama çok iş düşüyor. Gençlerimize Türkülerimizi sevdirmek ve kültürel mirasımıza yeni değerler kazandırmak için türkülerimizin anonim yapısını bozmadan, ünison yapısına bağlı kalarak, alt yapıda zaman zaman batı sounduyla servis edilebilir. Yine belediyelerimiz ve üniversitelerimiz öncülüğünde gençlerimizle türkülerimizi birlikte okuyacağımız konserler tertipleyebiliriz ki bunun olmasını çok isterim… Çünkü üzülerek söylüyorum gençlerimiz popüler müziğin ve batı soundunun etkisinde. Tabi benim misyonum ve görüşüm, ‘türkülerimizin geleneksel yapısıyla korunup saklanması’ noktasında... Türkülerimizin toprak kokusuna parfüm bulaşmaması onları daha değerli kılacaktır. Bütün dünyada da bu böyledir; bütün ülkelerin folk müzikleri bu anlayışla korunmaktadır. Bu konuda özel çalışmalar yapılması gerekir. Tabii inşallah pandemi süreci en kısa zamanda sonlanır ben de bağlama resitallerim ve türkü konserlerimle özlediğim sevenlerimle ve seyircimle buluşmuş olurum.
*
S.İ: Dört soru hakkımı doldurmuştum ama şu son cümleniz, bir hayranınız olarak beni heyecanlandırdı. O yüzden dördüncü sorunun devamı olarak soruyorum: Şu an üzerinde çalıştığınız bir proje var mı, neler yapıyorsunuz?
Nurullah Akçayır : Yaklaşık sekiz yıldır yeni bir albüm çalışması yapamamıştım. Sevenlerimin de sabırsızlıkla beklediğini biliyorum. Yeni yılla birlikte Nihayet zamanımın çoğunu stüdyoda geçiriyorum. Yeni albüm yolda, bir kaç aya sevenlerimle buluşturmuş olacağım inşallah. Yine kendi türkülerimin yanı sıra ustaların ve iz bırakmış birbirinden güzel ezgilerimizin de yer alacağı özel çalışmamla tekrar gönüllerinize talibim... Sizin nezdinizde Pusula gazetesi çalışanlarına ve sevenlerime selam ve muhabbetlerimi yolluyorum, sağlıklı günler diliyorum...
***
Format gereği, konuşabileceğimiz her şeyi dört soruya sığdırmam gerekiyordu. Öyle olmasa Nurullah Akçayır’la buluşmuşken değineceğimiz daha çok şey olurdu muhakkak... Ayrıca gönül isterdi ki tam bu bölümde TV programlarındaki gibi ‘Evet sevgili Nurullah Akçayır, dilerseniz bir türküyle bitirelim’ diyebilelim.
Keşke mümkün olsaydı…
Artık heyecanımızı değerli sanatçının yeni albümüne saklayacağız…
Bitirirken bir dipnot:
Benim başından sonuna ezberlediğim ilk güfte ve hâlâ yanımda yöremde eğer kimse yoksa söylemekten keyif aldığım ilk türkü, sevgili ağabeyim Nurullah Akçayır’ın 1991’de aynı adlı albümünde yer verdiği ‘Yazın Yağar Kar Başıma’ adlı türküydü:
‘Felek ne derdin var ise
Ben varım ya sal başıma
Bıkmışım senin dünyandan
Zaten gelir dar başıma…’
Bilen bilir ki hem çalıp hem okuduğu bu türkünün içinde Nurullah Akçayır’ın bağlama solo geçişleri en az türküyü okuyuşu kadar muazzamdır!
***
Çok değerli, çok sevgili Nurullah Akçayır’a, röportaj davetimi kırmadığı için teşekkür ediyorum. Kendilerine önce sağlık, sonra upuzun ve güzel eserlerle süslenecek bereketli bir hayat diliyorum.
Bütün hayranları adına…