
Haber geçtiğimiz sonbahar Milliyet'te yayınlanmıştı: Dünyayı kurtaracak altı proje!
Milliyet’in haber kaynağı olarak gösterdiği Observer gazetesinde, 7 Ekim 2018’de yayımlanan yazıda, küresel ısınmaya karşı geliştirilen en umut verici projeler ve onların başarı şansları anlatılıyordu.
Şu an yaşayan kuşakların bu projelerin gerçekleştiğini görme şansı oldukça zayıf; bir bayrak yarışı gibi elden ele iletilen proje aşamalarıyla Dünya’yı kurtaracak sonuçları insanoğlu muhtemelen 150 yıl içerisinde görmeye başlayacak. O gün hiçbirimiz hayatta olmayacağız, bu kesin. Tabii daha evvel bir nükleer çılgınlıkla intihar etmez isek.
Yine de o altı projeyi merak ediyorsanız, buyurun:
Londra’daki Bilim Müzesi’nde gerçekleştirilen ‘Yosunlar Dünyayı Kurtarabilir mi?’ sergisi, gezegeni kurtaracak ileri teknoloji projelerine odaklanıyor. O projelerden, daha doğrusu Dünya’yı kurtarabilecek seçeneklerden biri de ‘sentetik ağaçlar’…
Bu ağaçlar büyümüyor, çiçek vermiyor ama karbondioksiti emiyorlar. Columbia Üniversitesi’nden Klaus Lackner, bu fikri ilk olarak Bilimin Gelişmesi İçin Amerikan Birliği (American Associaton of Advencement of Science) yıllık toplantısında verdi. Lackner’in ağaçlarından sadece bir tanesi, yılda 90 bin ton karbondioksit emebiliyor. Bu da 15 bin aracın yaydığı karbondioksite eşit. Bu oranda karbondioksiti ancak binlerce doğal ağaç emebiliyor. Lackner’in projesi, karbonu tutup onu yeraltına gömme üzerine kurulu. Bununla birlikte, karbondioksiti sıvılaştırıp eski madenlere ve petrol sahalarına gömme projeleri de var. Lacner’in sentetik ağaçları da filtre görevini görecekler. Ancak projeyi eleştirenler, karbondioksiti elde etmek için çok fazla enerji gerektiğini söylüyorlar.
Başarı şansı: % 80…
Sentetik ağaçlar’ yoluyla olmasa da karbon ayrıştırılması her şekilde küresel ısınmaya karşı mücadelede önemli rol oynayacağa benziyor.
Büyük volkanik patlamalarda yeryüzü soğuyor. Örneğin Filipinler’deki Pinatubo Yanardağı, 1991’de patladığında, dünya çapında ısı 0.6 santigrat derece düştü. Bilim insanları, bunun, volkanın stratosfere püskürttüğü 10 milyon ton sülfür yüzünden olduğunu söylüyor. O zaman, neden kendi Pinatubo’muzu yaratmayalım? Bu, 1995’te ozon tabakasıyla ilgili çalışması yüzünden Nobel ödülü alan Profesör Paul Crutzen’in önerisi. Crutzen, güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasını engelleyecek bir sülfür örtü yaratmak gerektiğini belirtiyor. Bunun için de sülfür dolu yüzlerce roket stratosfere gönderilecek. Yaklaşık bir milyon ton sülfür, dünyayı kurtarmak için yeterli olacak. Ancak bu fikir, bu kadar fazla sülfürün, asit yağmurlarına yol açacağını ve ozon tabakasına zarar vereceğini iddia eden bilim adamlarını endişelendiriyor.
Başarı şansı: % 20’nin altında…
Oldukça ciddi bir bilimsel muhalefet duvarını aşması gerekiyor ki bu da imkânsıza yakın.
Asit yağmurları ve ozon tabakasının uğrayacağı zararlar, küresel ısınma etkilerinden daha fazla olabilir. Bulut kalkanı Colorado Uluslararası Atmosfer Araştırmaları Merkezi’nden John Latham ve Edinburgh Üniversitesi’nden Stephen Salter, deniz suyundan spreyler kullanarak bulut miktarını yüzde dört artırırlarsa, dünyayı güneşin radyoaktif ışınlarından yeterince koruyabileceklerine inanıyor.
Plan, karbondioksit salınımını aza indirecek en ucuz projelerden biri ve bilgisayar simülasyonları sonuç verirse, beş yıl içinde deneme aşamasına geçilecek. Ancak Latham, bu projenin hava değişikliklerine yol açabileceğini söylüyor.
Başarı şansı: % 40…
Başarılı olmak için küresel bir uzlaşma gerekiyor.
Güneşin yaydığı radyasyon, dünyayı ısıtıyor ve yaşamın devam etmesini sağlıyor. Ancak dünya ısındıkça, bilim adamları dünyaya ulaşan radyasyon miktarını kısıtlamak istiyorlar. Bunun yollarından biri de uzaya dev aynalar yerleştirmek…
Projenin fikir babası, California Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarları’ndan fizikçi Lowell Wood, alüminyum ipliklerle yapılan binlerce metrelik çapı olan ekranları uzaya yerleştirmek. Bu ekran, güneş ışınlarını bloke edecek ve radyasyonu filtreleyecek. Bu aynanın maliyeti biraz yüksek. Ancak bir kere yerleştirildiğinde, çalıştırılması çok kolay ve ucuz olacak. Güneşten gelen radyasyonun yüzde birini kısacak aynalar, yaklaşık 1 milyon kilometrekare yer kaplayacak. Ancak bilim adamları, sonucu belli olmayan bir projeye çok fazla para yatırmayı mantıklı bulmuyorlar.
Başarı şansı: % 20’nin altında…
Başarılması çok düşük bir olasılık; çünkü maliyeti gerçekten çok astronomik.
Planktonlar ve yosunlar, okyanusların meraları. Karbondioksiti emiyor, ölüyor, sonra da emdikleri karbondioksitle birlikte deniz dibine iniyorlar...
Bu alanların sayısını artırmak, atmosferden daha çok karbondioksit emilimini sağlayacak. Planktonlar oluşturmak için önerilen yol, demir gübreler kullanmak. Az miktar demirin bile okyanusta planktonların büyümesini sağladığı biliniyor. Ancak dünyanın birçok yerinde, denizlerde demir bulunmuyor ya da çok az var. Amerikalı bazı girişimciler, denize tonlarca demir pompalama denemelerine başladılar bile. Ancak bu yolla atmosferdeki karbondioksitin çok az miktarının yok olacağını, buna karşılık yöntemin ciddi kirlenmelere yol açacağını söyleyenler de var.
Başarı şansı: % 40…
Yöntem deneniyor ama deniz yaşamını olumsuz etkileyeceği iddiaları da var.
İngiltere’nin önemli çevre düşünürlerinden, Bilim Müzesi Başkanı Chris Rapley ve 'Gaia’ konseptinin yaratıcısı James Loverlock, deniz yüzeyine soğuk su pompalayacak yatay borular öneriyor. Bu sayede soğuk su, özel bazı yosunlar sayesinde, bazı yaşam formlarıyla etkileşime girerek karbondioksit emilimini sağlayacak. Bu yaşam formları, daha sonra okyanusun dibine çökecek ve karbonu bin yıllığına denizin derinliklerine gömecek. Bazı biyologlar, bu yöntemin deniz yaşamını olumsuz etkileyeceğini söylüyor.
Başarı şansı: % 60…
Ancak deniz yaşamı üzerindeki olumsuz yan etkileri yüzünden gerçekleştirilemeyebilir.
***
Ne diyelim şimdi?
Ben, ‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ diyerek büyüyen bir kuşağa mensubum. Bu ütopyadan vazgeçmek benim için hiç kolay olmayacak…
Fakat şaka bir yana, yine de güzelliğin -güzel fikirlerin, güzel beyinlerden çıkmış uçuk projelerin ve birbirinden akıllı çocuklarımızın- Dünya’yı kurtaracağını düşünmek ve bilim eşliğinde düş kurmak güzel bir şey. Kafamızda canlanan görüntüler can sıkıcı bir bilim-kurgu filminin sahnelerini andırıyor olsa da…
Milliyet’in haber kaynağı olarak gösterdiği Observer gazetesinde, 7 Ekim 2018’de yayımlanan yazıda, küresel ısınmaya karşı geliştirilen en umut verici projeler ve onların başarı şansları anlatılıyordu.
Şu an yaşayan kuşakların bu projelerin gerçekleştiğini görme şansı oldukça zayıf; bir bayrak yarışı gibi elden ele iletilen proje aşamalarıyla Dünya’yı kurtaracak sonuçları insanoğlu muhtemelen 150 yıl içerisinde görmeye başlayacak. O gün hiçbirimiz hayatta olmayacağız, bu kesin. Tabii daha evvel bir nükleer çılgınlıkla intihar etmez isek.
Yine de o altı projeyi merak ediyorsanız, buyurun:
- Sentetik ağaçlar:
Londra’daki Bilim Müzesi’nde gerçekleştirilen ‘Yosunlar Dünyayı Kurtarabilir mi?’ sergisi, gezegeni kurtaracak ileri teknoloji projelerine odaklanıyor. O projelerden, daha doğrusu Dünya’yı kurtarabilecek seçeneklerden biri de ‘sentetik ağaçlar’…
Bu ağaçlar büyümüyor, çiçek vermiyor ama karbondioksiti emiyorlar. Columbia Üniversitesi’nden Klaus Lackner, bu fikri ilk olarak Bilimin Gelişmesi İçin Amerikan Birliği (American Associaton of Advencement of Science) yıllık toplantısında verdi. Lackner’in ağaçlarından sadece bir tanesi, yılda 90 bin ton karbondioksit emebiliyor. Bu da 15 bin aracın yaydığı karbondioksite eşit. Bu oranda karbondioksiti ancak binlerce doğal ağaç emebiliyor. Lackner’in projesi, karbonu tutup onu yeraltına gömme üzerine kurulu. Bununla birlikte, karbondioksiti sıvılaştırıp eski madenlere ve petrol sahalarına gömme projeleri de var. Lacner’in sentetik ağaçları da filtre görevini görecekler. Ancak projeyi eleştirenler, karbondioksiti elde etmek için çok fazla enerji gerektiğini söylüyorlar.
Başarı şansı: % 80…
Sentetik ağaçlar’ yoluyla olmasa da karbon ayrıştırılması her şekilde küresel ısınmaya karşı mücadelede önemli rol oynayacağa benziyor.
- Sülfür örtüleri:
Büyük volkanik patlamalarda yeryüzü soğuyor. Örneğin Filipinler’deki Pinatubo Yanardağı, 1991’de patladığında, dünya çapında ısı 0.6 santigrat derece düştü. Bilim insanları, bunun, volkanın stratosfere püskürttüğü 10 milyon ton sülfür yüzünden olduğunu söylüyor. O zaman, neden kendi Pinatubo’muzu yaratmayalım? Bu, 1995’te ozon tabakasıyla ilgili çalışması yüzünden Nobel ödülü alan Profesör Paul Crutzen’in önerisi. Crutzen, güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasını engelleyecek bir sülfür örtü yaratmak gerektiğini belirtiyor. Bunun için de sülfür dolu yüzlerce roket stratosfere gönderilecek. Yaklaşık bir milyon ton sülfür, dünyayı kurtarmak için yeterli olacak. Ancak bu fikir, bu kadar fazla sülfürün, asit yağmurlarına yol açacağını ve ozon tabakasına zarar vereceğini iddia eden bilim adamlarını endişelendiriyor.
Başarı şansı: % 20’nin altında…
Oldukça ciddi bir bilimsel muhalefet duvarını aşması gerekiyor ki bu da imkânsıza yakın.
- Yapay bulutlar:
Asit yağmurları ve ozon tabakasının uğrayacağı zararlar, küresel ısınma etkilerinden daha fazla olabilir. Bulut kalkanı Colorado Uluslararası Atmosfer Araştırmaları Merkezi’nden John Latham ve Edinburgh Üniversitesi’nden Stephen Salter, deniz suyundan spreyler kullanarak bulut miktarını yüzde dört artırırlarsa, dünyayı güneşin radyoaktif ışınlarından yeterince koruyabileceklerine inanıyor.
Plan, karbondioksit salınımını aza indirecek en ucuz projelerden biri ve bilgisayar simülasyonları sonuç verirse, beş yıl içinde deneme aşamasına geçilecek. Ancak Latham, bu projenin hava değişikliklerine yol açabileceğini söylüyor.
Başarı şansı: % 40…
Başarılı olmak için küresel bir uzlaşma gerekiyor.
- Uzay aynaları:
Güneşin yaydığı radyasyon, dünyayı ısıtıyor ve yaşamın devam etmesini sağlıyor. Ancak dünya ısındıkça, bilim adamları dünyaya ulaşan radyasyon miktarını kısıtlamak istiyorlar. Bunun yollarından biri de uzaya dev aynalar yerleştirmek…
Projenin fikir babası, California Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarları’ndan fizikçi Lowell Wood, alüminyum ipliklerle yapılan binlerce metrelik çapı olan ekranları uzaya yerleştirmek. Bu ekran, güneş ışınlarını bloke edecek ve radyasyonu filtreleyecek. Bu aynanın maliyeti biraz yüksek. Ancak bir kere yerleştirildiğinde, çalıştırılması çok kolay ve ucuz olacak. Güneşten gelen radyasyonun yüzde birini kısacak aynalar, yaklaşık 1 milyon kilometrekare yer kaplayacak. Ancak bilim adamları, sonucu belli olmayan bir projeye çok fazla para yatırmayı mantıklı bulmuyorlar.
Başarı şansı: % 20’nin altında…
Başarılması çok düşük bir olasılık; çünkü maliyeti gerçekten çok astronomik.
- Denizaltı ormanları:
Planktonlar ve yosunlar, okyanusların meraları. Karbondioksiti emiyor, ölüyor, sonra da emdikleri karbondioksitle birlikte deniz dibine iniyorlar...
Bu alanların sayısını artırmak, atmosferden daha çok karbondioksit emilimini sağlayacak. Planktonlar oluşturmak için önerilen yol, demir gübreler kullanmak. Az miktar demirin bile okyanusta planktonların büyümesini sağladığı biliniyor. Ancak dünyanın birçok yerinde, denizlerde demir bulunmuyor ya da çok az var. Amerikalı bazı girişimciler, denize tonlarca demir pompalama denemelerine başladılar bile. Ancak bu yolla atmosferdeki karbondioksitin çok az miktarının yok olacağını, buna karşılık yöntemin ciddi kirlenmelere yol açacağını söyleyenler de var.
Başarı şansı: % 40…
Yöntem deneniyor ama deniz yaşamını olumsuz etkileyeceği iddiaları da var.
- Okyanus pompaları:
İngiltere’nin önemli çevre düşünürlerinden, Bilim Müzesi Başkanı Chris Rapley ve 'Gaia’ konseptinin yaratıcısı James Loverlock, deniz yüzeyine soğuk su pompalayacak yatay borular öneriyor. Bu sayede soğuk su, özel bazı yosunlar sayesinde, bazı yaşam formlarıyla etkileşime girerek karbondioksit emilimini sağlayacak. Bu yaşam formları, daha sonra okyanusun dibine çökecek ve karbonu bin yıllığına denizin derinliklerine gömecek. Bazı biyologlar, bu yöntemin deniz yaşamını olumsuz etkileyeceğini söylüyor.
Başarı şansı: % 60…
Ancak deniz yaşamı üzerindeki olumsuz yan etkileri yüzünden gerçekleştirilemeyebilir.
***
Ne diyelim şimdi?
Ben, ‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ diyerek büyüyen bir kuşağa mensubum. Bu ütopyadan vazgeçmek benim için hiç kolay olmayacak…
Fakat şaka bir yana, yine de güzelliğin -güzel fikirlerin, güzel beyinlerden çıkmış uçuk projelerin ve birbirinden akıllı çocuklarımızın- Dünya’yı kurtaracağını düşünmek ve bilim eşliğinde düş kurmak güzel bir şey. Kafamızda canlanan görüntüler can sıkıcı bir bilim-kurgu filminin sahnelerini andırıyor olsa da…