Gazeteci Ümit Zileli (1959), birazdan sizinle paylaşacağım alıntıyı uzun zaman önce köşesinde ‘Ders alınması gereken, Cumhuriyetin erdemini gayet net anlatan bir öykü’ ön notuyla paylaşmıştı…
Harika bir yazı. Bir köşeye kaydetmişim.
★★
Eğitimle ilgili gerçek mucizelerin sadece binalara, konfora veya konforsuzluğa, olanaklara veya olanaksızlıklara bağlı olmadığına, aslında esas hikâyenin okulların içinde sergilenen öğretmen yaklaşımlarıyla ilgili olduğuna dair inancımı ve mütevazı çerçevede deneyimlerimi açıklamaya çalıştığım -belki de onları sadece kendime anlattığım- bu yazı dizisinde zaten kaçınılmaz biçimde Cumhuriyetimizin erdemlerine, insanımızın yüksek değer yargılarına, bizim aslında çok zengin olan hayat ve eğitim algımıza değiniyorum. Farklı kaynaklardan alıntılarla; gerçek yaşamdan, okulların içinden örneklerle ve derlemelerle…
Onun için Zileli’nin yazısını ve o yazıdaki ilham verici kahramanları bu antoloji içerisinde bir kez daha anımsatmakta yarar görüyorum:
“Yıl 1936…
Denizli’nin Acıpayam İlçesi’nde görevli bir grup öğretmen havanın güzelliğinden faydalanıp pikniğe giderler. Şahane doğanın kucağında eğlenirlerken keçilerini otlatan küçük bir çobanla karşılaşırlar; yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar. Küçük çoban ürkek bir sesle yanıt verir:
-Hüseyin…
Öğretmenlerden biri yanındaki gazeteyi uzatıp
-Okuma yazma biliyor musun, bunu okuyabilir misin?
diye sorar. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanmaktadır!..
Küçük Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi almayı kabul etmeyince öğretmen bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar. Yanıt hazindir:
-Yaşım 12… 3 yaşında annemi, geçen yıl da babamı kaybettim!..
Talihsiz çocuğun aslında çok zeki olduğunu fark eden öğretmenler mutlaka okumasını tembihlerler.
★★
Hüseyin, öğretmenlerin verdiği desteğin yarattığı heyecanla Denizli’de parasız yatılı okuluna kaydolur. Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap armağan edilir. O gece kitabı okuyup bitirir ve ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine giderek şöyle der:
-Bu kitapta eksiklik var!..
Öğretmen çok şaşırır; çünkü Hüseyin’in ‘eksiklik’ saptadığı kitap ünlü ‘Görecelik Teorisini’ anlatmaktadır…
Hüseyin bu teorinin önemli bir parçasının kitapta bulunmadığını fark etmiştir.
Fen öğretmeni, konuyu İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki hocası fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektupla bildirir ve şu yanıtı alır:
-Hüseyin liseyi bitirince yanıma gelsin!..
★★
Ve Albert Einstein’a uzanan yol !..
Hüseyin aynen öyle yapar, liseyi bitirir ve İTÜ Elektrik Mühendisliği’nde okumaya başlar. Ancak yaptığı çalışmaları, ürettiği projeleri hocaları dahi anlayamamaktadır. O hocalardan biri ‘Bu çalışmaları ancak Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir’ deyip Hüseyin’i bahsettiği büyük fizikçiye bir mektup gönderir.
Gelen yanıt müthiştir:
-Hüseyin’in bu yaptığını 5 yıl önce bir grup akademisyen buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey! Biz masraflarını karşılayacağız. Amerika’ya gelsin!..
★★
Hüseyin 1952 yılında yüksek elektrik mühendisi diplomasıyla İTÜ’den mezun olur. Bir gazetenin yaptığı kampanyada toplanan parayla da ABD’ye giden bir gemiye bindirilir.
Uzun bir yolculuktan sonra MIT’de Prof. Morse’un karşısına geçer Hüseyin.
Morse, Hüseyin’in tez hocası olacaktır ancak genç adamın İngilizcesi yetersizdir, profesörün söylediklerini tam olarak anlayamaz. Bunun da bir yolu bulunur; hocasına dönüp şöyle der:
-Write on the blackboard (Tahtaya yazın) !
Hocasının tahtaya yazdığı tez konusunu defterine geçirir ve üniversiteden ayrılır.
★★
MIT’de tez çalışmaları genellikle 5 ile 9 yıl gibi bir sürede bitirilebiliyordur, ancak Hüseyin 3 ay sonra Morse’un karşısındadır!..
Profesör, büyük bir şaşkınlıkla incelediği tezin kusursuz olduğuna karar verir. Buna rağmen MIT’de hemen diploma verilememektedir. Hüseyin başka dersler alır ve 2 yıl sonra doktorasını tamamlayarak bu kez Princeton Üniversitesi’ne başvurur.
Orada dahi fizikçi Albert Einstein’ın öğrencisi olur!..
Birkaç yıl sonra Boston’a dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. İlk büyük buluşunu 1960’ların başında yapar: ‘Sesle kumanda edilen bilgisayar’
★★
Cumhuriyetin erdemi…
Dahası da var: Hüseyin, 1958 yılında çalışmalarını yakından izlediği Einstein’ın kendisi kadar ünlü ‘Fonksiyon Teorisinde’ eksiklikler olduğunu saptar. Bunu bir mektupla ünlü dâhiye de bildirdi, iyi mi?
Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür...
Yine de Hüseyin bu eksikliği konu edinen İngilizce makalesi ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölünür ve sonuçta Einstein’ın kuramına karşı Hüseyin’in ‘Kütle Çekim Kuramı’ da literatüre girer.
Bugün dünyada çok yaygın olarak kullanılan Siri, Google Asistan, Now, Cortana gibi sesli komut sisteminin mucidi, işte bu olağanüstü hikâyenin kahramanı olan Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’dır…
Dâhi Türk, ne yazık ki milleti onun yeterince farkına varamamışken 27 Ocak 2013’te yaşamını yitirir…”
Böyle bitmesi elbette çok acı!
★★
Bu hikâyenin bir başka acı tarafı da şudur:
Böyle dâhileri; Prof. Dr. Aziz Sancar’ları, Prof. Dr. Gazi Yaşargil’leri, İdil Biret’leri, Gülsin Onay’ları, Güner ve Süher Pekinel kardeşleri, Suna Kan’ları, Gürer Aykal’ları maalesef öğrenmiyoruz ve bilmiyoruz. Halbuki milletin belleğini onlar yazıyor.
Başkalarının yazdıkları çok çabuk unutuluyor ne yazık ki…
★★
Esas hikâyeyi ve yani okul binalarının dışına, hayata taşan o müthiş hayat hikâyelerini hiç olmazsa birkaç duyarlı belleğe ekleyenlerin önünde ben de tıpkı sevgili Ümit Zileli gibi saygı ve hürmetle eğiliyorum.
Başka da yorum yapmıyorum.
Gerek yok zaten!
Harika bir yazı. Bir köşeye kaydetmişim.
★★
Eğitimle ilgili gerçek mucizelerin sadece binalara, konfora veya konforsuzluğa, olanaklara veya olanaksızlıklara bağlı olmadığına, aslında esas hikâyenin okulların içinde sergilenen öğretmen yaklaşımlarıyla ilgili olduğuna dair inancımı ve mütevazı çerçevede deneyimlerimi açıklamaya çalıştığım -belki de onları sadece kendime anlattığım- bu yazı dizisinde zaten kaçınılmaz biçimde Cumhuriyetimizin erdemlerine, insanımızın yüksek değer yargılarına, bizim aslında çok zengin olan hayat ve eğitim algımıza değiniyorum. Farklı kaynaklardan alıntılarla; gerçek yaşamdan, okulların içinden örneklerle ve derlemelerle…
Onun için Zileli’nin yazısını ve o yazıdaki ilham verici kahramanları bu antoloji içerisinde bir kez daha anımsatmakta yarar görüyorum:
“Yıl 1936…
Denizli’nin Acıpayam İlçesi’nde görevli bir grup öğretmen havanın güzelliğinden faydalanıp pikniğe giderler. Şahane doğanın kucağında eğlenirlerken keçilerini otlatan küçük bir çobanla karşılaşırlar; yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar. Küçük çoban ürkek bir sesle yanıt verir:
-Hüseyin…
Öğretmenlerden biri yanındaki gazeteyi uzatıp
-Okuma yazma biliyor musun, bunu okuyabilir misin?
diye sorar. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanmaktadır!..
Küçük Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi almayı kabul etmeyince öğretmen bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar. Yanıt hazindir:
-Yaşım 12… 3 yaşında annemi, geçen yıl da babamı kaybettim!..
Talihsiz çocuğun aslında çok zeki olduğunu fark eden öğretmenler mutlaka okumasını tembihlerler.
★★
Hüseyin, öğretmenlerin verdiği desteğin yarattığı heyecanla Denizli’de parasız yatılı okuluna kaydolur. Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap armağan edilir. O gece kitabı okuyup bitirir ve ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine giderek şöyle der:
-Bu kitapta eksiklik var!..
Öğretmen çok şaşırır; çünkü Hüseyin’in ‘eksiklik’ saptadığı kitap ünlü ‘Görecelik Teorisini’ anlatmaktadır…
Hüseyin bu teorinin önemli bir parçasının kitapta bulunmadığını fark etmiştir.
Fen öğretmeni, konuyu İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki hocası fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektupla bildirir ve şu yanıtı alır:
-Hüseyin liseyi bitirince yanıma gelsin!..
★★
Ve Albert Einstein’a uzanan yol !..
Hüseyin aynen öyle yapar, liseyi bitirir ve İTÜ Elektrik Mühendisliği’nde okumaya başlar. Ancak yaptığı çalışmaları, ürettiği projeleri hocaları dahi anlayamamaktadır. O hocalardan biri ‘Bu çalışmaları ancak Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir’ deyip Hüseyin’i bahsettiği büyük fizikçiye bir mektup gönderir.
Gelen yanıt müthiştir:
-Hüseyin’in bu yaptığını 5 yıl önce bir grup akademisyen buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey! Biz masraflarını karşılayacağız. Amerika’ya gelsin!..
★★
Hüseyin 1952 yılında yüksek elektrik mühendisi diplomasıyla İTÜ’den mezun olur. Bir gazetenin yaptığı kampanyada toplanan parayla da ABD’ye giden bir gemiye bindirilir.
Uzun bir yolculuktan sonra MIT’de Prof. Morse’un karşısına geçer Hüseyin.
Morse, Hüseyin’in tez hocası olacaktır ancak genç adamın İngilizcesi yetersizdir, profesörün söylediklerini tam olarak anlayamaz. Bunun da bir yolu bulunur; hocasına dönüp şöyle der:
-Write on the blackboard (Tahtaya yazın) !
Hocasının tahtaya yazdığı tez konusunu defterine geçirir ve üniversiteden ayrılır.
★★
MIT’de tez çalışmaları genellikle 5 ile 9 yıl gibi bir sürede bitirilebiliyordur, ancak Hüseyin 3 ay sonra Morse’un karşısındadır!..
Profesör, büyük bir şaşkınlıkla incelediği tezin kusursuz olduğuna karar verir. Buna rağmen MIT’de hemen diploma verilememektedir. Hüseyin başka dersler alır ve 2 yıl sonra doktorasını tamamlayarak bu kez Princeton Üniversitesi’ne başvurur.
Orada dahi fizikçi Albert Einstein’ın öğrencisi olur!..
Birkaç yıl sonra Boston’a dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. İlk büyük buluşunu 1960’ların başında yapar: ‘Sesle kumanda edilen bilgisayar’
★★
Cumhuriyetin erdemi…
Dahası da var: Hüseyin, 1958 yılında çalışmalarını yakından izlediği Einstein’ın kendisi kadar ünlü ‘Fonksiyon Teorisinde’ eksiklikler olduğunu saptar. Bunu bir mektupla ünlü dâhiye de bildirdi, iyi mi?
Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür...
Yine de Hüseyin bu eksikliği konu edinen İngilizce makalesi ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölünür ve sonuçta Einstein’ın kuramına karşı Hüseyin’in ‘Kütle Çekim Kuramı’ da literatüre girer.
Bugün dünyada çok yaygın olarak kullanılan Siri, Google Asistan, Now, Cortana gibi sesli komut sisteminin mucidi, işte bu olağanüstü hikâyenin kahramanı olan Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’dır…
Dâhi Türk, ne yazık ki milleti onun yeterince farkına varamamışken 27 Ocak 2013’te yaşamını yitirir…”
Böyle bitmesi elbette çok acı!
★★
Bu hikâyenin bir başka acı tarafı da şudur:
Böyle dâhileri; Prof. Dr. Aziz Sancar’ları, Prof. Dr. Gazi Yaşargil’leri, İdil Biret’leri, Gülsin Onay’ları, Güner ve Süher Pekinel kardeşleri, Suna Kan’ları, Gürer Aykal’ları maalesef öğrenmiyoruz ve bilmiyoruz. Halbuki milletin belleğini onlar yazıyor.
Başkalarının yazdıkları çok çabuk unutuluyor ne yazık ki…
★★
Esas hikâyeyi ve yani okul binalarının dışına, hayata taşan o müthiş hayat hikâyelerini hiç olmazsa birkaç duyarlı belleğe ekleyenlerin önünde ben de tıpkı sevgili Ümit Zileli gibi saygı ve hürmetle eğiliyorum.
Başka da yorum yapmıyorum.
Gerek yok zaten!