
(Dünkü yazının devamı…)
(…) Bir gün yanıma 8-D’den iki kız bir erkek öğrenci geldi ve
-Hocam sizden bir şey istiyoruz, ama kabul edeceğinize söz verin
dediler. Gözlerine baktım. O kadar içten söylüyorlardı ki
-Tamam!
dedim.
-Söz veriyorum…
Öğrencilerden biri anlatmaya başladı.
-Hocam, bizim sınıfımızda bir arkadaşımız var. Durumları çok kötü, babasının başına kötü bir iş geldi. Evlerinde çalışan kimse yok. Biz kolye, bileklik, küpe, taç gibi takılar yapmak istiyoruz. Sonra bunları okulda kermes düzenleyerek satacağız ve parasını da arkadaşımızın ailesine vereceğiz.
dediler.
Bir saniye bile düşünmeden
-Bu da tamam!
dedim.
-Kabul ediyorum ama bana da öğreteceksiniz takı yapmayı…
Sevinçle ve uçarak çıktılar odamdan. O günden sonra rengarenk boncuklar, ipler, takılar dolaşmaya başladı okulda… Bazı öğrenciler örgü örmeye, bazıları resim yapmaya, bazıları ahşap ürünler yapmaya başladı. Yapılan ürünlerin bit kısmı bana getiriliyor, ben de dolabımda saklıyordum.
Aradan aylar geçti. (…) Bir gün yine odama birkaç öğrenci geldi ve –Hocam, biz hazırız. Bu hafta kermesimizi yapmak istiyoruz.
dediler
-Peki, gelecek perşembe günü yapalım. Kütüphaneden bir masa çıkarırız, benim odamın önündeki ağaçların altına koyarız, görevli öğrenciler satışını yapar…
dedim.
Kararlaştırdığımız perşembe günü sabah Milli Eğitim Müdürlüğü’nde işim olduğu için ben okula biraz geç geldim. Geldiğimde gözlerime inanamadım. Bahçeye kütüphanenin bütün sıraları çıkarılmış, çocukların yaptığı takıların yanı sıra anneler tarafından örülen kazaklar, çoraplar, atkılar, sabun lifleri… Evde yapılan pastalar, kekler, dolmalar, içli köfteler, börekler… Yakında bir pastaneden rica edilerek alınan tatlılar…
Hepsi masaların üzerine yerleştirilmişti.
Manzarayı görünce gözlerim doldu. Hemen çevre okullardaki bazı okul müdürlerini ve öğretmen arkadaşları aradım. Durumu izah ettim ve destek vermelerini istedim. Sağolsunlar kimse kırmadı. Akşam olmadan kermesteki tüm ürünler satıldı. Kermeste toplanan parayı, kermesin kendileri için yapıldığını bilmeyen ve kendisi de çok fazla takı yaparak destek veren o kız öğrencinin annesine teslim ettik.
Anlatıldığından daha zor durumda olduğunu gördüğümüz aileye çok büyük bir katkı yapmıştı benim kocaman yürekli öğrencilerim.
Bu yüzden 8-D benim kahramanımdı.
Hâlâ öyledir…
Aradan 14 yıl geçti ama bugün bir işyerinde, bir mağazada, parkta, yolda, sokakta görürüm kahramanlarımı. Onlara eski bir öğrencime değil, bir kahramana bakar gibi bakarım.
Onun için bütün meslektaşlarımdan dileğim şudur:
‘Bazen bizim dışladığımız çocuklar belki de birer kahramandır ve kim bilir yarın belki bizim ve sevdiklerimizin hayatını değiştirecek o iyi yürekli kahraman da onların içindedir…
Lütfen muhtemel kahramanlarımızı üzmeyelim. Yüreklerindeki, onları gerçek birer kahraman yapan duyguları öldürmeyelim…”
★★
Ne denir ki bunun üzerine?..
Hiç !
Ya da milyonlarca cümle…
(…) Bir gün yanıma 8-D’den iki kız bir erkek öğrenci geldi ve
-Hocam sizden bir şey istiyoruz, ama kabul edeceğinize söz verin
dediler. Gözlerine baktım. O kadar içten söylüyorlardı ki
-Tamam!
dedim.
-Söz veriyorum…
Öğrencilerden biri anlatmaya başladı.
-Hocam, bizim sınıfımızda bir arkadaşımız var. Durumları çok kötü, babasının başına kötü bir iş geldi. Evlerinde çalışan kimse yok. Biz kolye, bileklik, küpe, taç gibi takılar yapmak istiyoruz. Sonra bunları okulda kermes düzenleyerek satacağız ve parasını da arkadaşımızın ailesine vereceğiz.
dediler.
Bir saniye bile düşünmeden
-Bu da tamam!
dedim.
-Kabul ediyorum ama bana da öğreteceksiniz takı yapmayı…
Sevinçle ve uçarak çıktılar odamdan. O günden sonra rengarenk boncuklar, ipler, takılar dolaşmaya başladı okulda… Bazı öğrenciler örgü örmeye, bazıları resim yapmaya, bazıları ahşap ürünler yapmaya başladı. Yapılan ürünlerin bit kısmı bana getiriliyor, ben de dolabımda saklıyordum.
Aradan aylar geçti. (…) Bir gün yine odama birkaç öğrenci geldi ve –Hocam, biz hazırız. Bu hafta kermesimizi yapmak istiyoruz.
dediler
-Peki, gelecek perşembe günü yapalım. Kütüphaneden bir masa çıkarırız, benim odamın önündeki ağaçların altına koyarız, görevli öğrenciler satışını yapar…
dedim.
Kararlaştırdığımız perşembe günü sabah Milli Eğitim Müdürlüğü’nde işim olduğu için ben okula biraz geç geldim. Geldiğimde gözlerime inanamadım. Bahçeye kütüphanenin bütün sıraları çıkarılmış, çocukların yaptığı takıların yanı sıra anneler tarafından örülen kazaklar, çoraplar, atkılar, sabun lifleri… Evde yapılan pastalar, kekler, dolmalar, içli köfteler, börekler… Yakında bir pastaneden rica edilerek alınan tatlılar…
Hepsi masaların üzerine yerleştirilmişti.
Manzarayı görünce gözlerim doldu. Hemen çevre okullardaki bazı okul müdürlerini ve öğretmen arkadaşları aradım. Durumu izah ettim ve destek vermelerini istedim. Sağolsunlar kimse kırmadı. Akşam olmadan kermesteki tüm ürünler satıldı. Kermeste toplanan parayı, kermesin kendileri için yapıldığını bilmeyen ve kendisi de çok fazla takı yaparak destek veren o kız öğrencinin annesine teslim ettik.
Anlatıldığından daha zor durumda olduğunu gördüğümüz aileye çok büyük bir katkı yapmıştı benim kocaman yürekli öğrencilerim.
Bu yüzden 8-D benim kahramanımdı.
Hâlâ öyledir…
Aradan 14 yıl geçti ama bugün bir işyerinde, bir mağazada, parkta, yolda, sokakta görürüm kahramanlarımı. Onlara eski bir öğrencime değil, bir kahramana bakar gibi bakarım.
Onun için bütün meslektaşlarımdan dileğim şudur:
‘Bazen bizim dışladığımız çocuklar belki de birer kahramandır ve kim bilir yarın belki bizim ve sevdiklerimizin hayatını değiştirecek o iyi yürekli kahraman da onların içindedir…
Lütfen muhtemel kahramanlarımızı üzmeyelim. Yüreklerindeki, onları gerçek birer kahraman yapan duyguları öldürmeyelim…”
★★
Ne denir ki bunun üzerine?..
Hiç !
Ya da milyonlarca cümle…