
Dünya hayatının sona erdiği ve kabir hayatının başladığı andır ölüm. Ölüm yeni bir hayatın başlangıcının bitişidir. Anne karnından dünya hayatına geldiğimiz gibi, ölümle birlikte dünya hayatından başka bir âleme gidiştir ölüm. Ölüm, Mevlana’ya göre düğün gecesi, sevgiliye kavuşma günüdür. Ve ölüm güzel olmasa idi hiç ölür müydü peygamber? Ölüm her canlının mutlak tadacağı bir gerçektir. Dolayısıyla biz canlılar için ölümden kaçış mümkün değildir. Kimimiz doğarken, kimimiz çocukken, kimimiz bahar mevsimi denen gençken, kimimiz sonbaharı, kimimiz ise kışı yaşadığımız hayat yolculuğumuzda bu hayata veda ederiz. Aslında bu veda ediş değil konakladığımız ve kalıcı olmadığımız bir mekândan ebedi olan evimize gidiş yolculuğudur. Ve herkes nasıl ki gelirken tek ise giderken de tek başınadır, bu kutlu yolculuk başladığında. Yolculukta var olan ve bizimle beraber gelen tek şey misafir kaldığımız bu âlem de heybemize doldurduğumuz amellerimizdir. Rabbim hepimizin bu yolculuğunda yardımcısı olsun. Ölen giderken hasret kaldıklarıyla bir araya geleceği içinde belki de mutludur. Kim bilir belki de neden daha önce gelmediğinin pişmanlığı da vardır. Birçok kere şahit olmuş veya duymuşumdur ölen kişi ölmeden önce birilerinin hasreti dile getirirmiş. O an biz onu anlamayız fakat kişi öldükten sonra aslında onun ne demek istediği alenen ortaya çıkınca gerçekle yüzleşmiş olurduk. Rahmetli babam hep anamı özledim dedi durdu, anlamadık, arkadaşımın annesi babam demiş durmuş ama onlarda anlamamışlardı. Ölüm işte geride kalanlar için bir hasret ise, ölen için belli ki kavuşma anı olmaktadır.
Bugünün büyükleri seksenli dönemlerin çocukları bizler için ölüm neydi? Ölüm nasıl karşılanır ve neler yapılırdı? O dönemler belediyelerin sunduğu hizmetlerin çoğu yoktu ve cenazeler kişilerin kendi imkânlarıyla kaldırılırdı. Ve büyüklerimizin hep dilinde bir miktar para için bu kefen param sakin bunu harcamayın laflarını sıkça duyardık. O zamanlar bizler bunu anlamazdık ve garipserdik. Hâlbuki bu ölümü kabulleniş ve teslimiyetin bir göstergesiymiş. Ölüme hazırlık ve bir gerçeği kabullenme bu olsa gerekmiş. Çocukluğumda hatırladığım ilk ölüm kapı komşumuz İhsan Amcanın hayata vedasıydı. Mahallede bir anda sesler yükselmiş, İhsan Amcanın çocukları hüzne boğulmuşlardı. Cenaze hazırlıkları bir anda tüm mahallece başlamış ve acı tüm mahallenin acısı olmuş idi. Ölen tek o evin değil tüm mahallenin kaybıydı. Ya bugünlerde hele de COVİD-19 sürecinde ölümlere ve ölenlerin acılarını paylaşmaya pardon paylaşmamaya baktığımızda nelerin yitirildiğini daha net anlamak mümkündür. Ne cenazeye gelen var nede acıyı paylaşanlar. Allahtan sosyal medya hesapları varda kalıplamış cümlelerle taziye dilekleri en azından iletilmiş oluyor. Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun ezber cümle ve acıya son, oldu mu olmadı ama herkes oldu zannediyor ve hayatını öyle idare edip gidiyor.
Biz çocuklar ve büyükler içinde ölüm bile bir bütünlüktü ve bir arada olmaya ön ayak olurdu. Acı herkesin acısı sayılır ve yas evinin yükü hafifletilmeye çalışılırdı. Biz çocuklar hep ölü öldü derdik ama bunu hangi akla söylerdik bilmezdik. Ölü nasıl ölürdü bir daha bunu kimse sorgulamazdı bile, sonuçta ölü ölmüştü. Ölüm haberi alınınca hemen cami imamına haber verilir, kazanlar ve kepçelerin gelmesi beklenirdi. Bu görev biz çocuklara düşerdi. İmamın arkasına takılır caminin hemen yanı başında ki ardiyeden kazan ve kepçeler alınırdı. Mahalleye biz güle oynaya giderken fazla gürültü yaparsak imam tarafından uyarılırdık. Ne de olsa gittiğimiz yer yas eviydi. Mahallenin yaşlıları devreye girer ölünün yıkanacağı yeri belirlerdi. Seyyar cenaze yıkama araçları olmadan önce cenazeyi yıkamak için genelde at arabaları yan yana dizilir etrafı bezlerle çevrilirdi. Ocak varsa ocakla su ısıtılır yoksa odun yakılarak ölünün yıkanacağı su ısıtılmış olurdu. Tüm mahalleli ayakta olurdu ve herkes üzerine düşeni yapmaya çalışırdı. Biz çocuklar ise ufak tefek işlerin bizlere verilmesi için at arabalarının yanında fır dönerdik. Kadınlar ölenin kadın yakınlarını, erkekler ise erkeklerin yanında yer alırken biz çocuklar ise varsa ölenin çocuklarını kendimizce avutmaya çalışırdık. Cenaze yıkandıktan camiye namaza götürülür bizde büyüklerimizin arkasından giderdik. Namaz kılındıktan sonra ise cenaze defin edilecek mezarlığa götürülürdü. Bazen biz çocuklarda cenazenin peşine takılır giderdik. Dönüşte ise cenaze evinin önünde ilk taziyeler verilir daha sonra işi olanlar daha sonra tekrar gelmek üzere ayrılırdı. O zamanlar herkes bir ve beraberdi. Konu komşu toplanır ve hemen erkek veya kadınlar için kendi evlerinde taziye evi açılırdı. Bu gün en yakınının cenazesine dahi gitmeyenlerin olduğu bir dönem de komşusuna evini taziye için açanların olması ne büyük bir paylaşım duygusunun yitirildiğinin ispatıdır. Mahalle de cenaze hepimizin olduğu için televizyon varsa açılmaz, açılsa bile sesi kısık tutulurdu. Düğün ve dernek işleri ertelenir yapılması zorunlu ise yas evinden izin istenirdi. Hey gidi günler hey, bir zamanlar ölüm bile güzel yaşanırmış.
Bugünün büyükleri seksenli dönemlerin çocukları bizler için ölüm neydi? Ölüm nasıl karşılanır ve neler yapılırdı? O dönemler belediyelerin sunduğu hizmetlerin çoğu yoktu ve cenazeler kişilerin kendi imkânlarıyla kaldırılırdı. Ve büyüklerimizin hep dilinde bir miktar para için bu kefen param sakin bunu harcamayın laflarını sıkça duyardık. O zamanlar bizler bunu anlamazdık ve garipserdik. Hâlbuki bu ölümü kabulleniş ve teslimiyetin bir göstergesiymiş. Ölüme hazırlık ve bir gerçeği kabullenme bu olsa gerekmiş. Çocukluğumda hatırladığım ilk ölüm kapı komşumuz İhsan Amcanın hayata vedasıydı. Mahallede bir anda sesler yükselmiş, İhsan Amcanın çocukları hüzne boğulmuşlardı. Cenaze hazırlıkları bir anda tüm mahallece başlamış ve acı tüm mahallenin acısı olmuş idi. Ölen tek o evin değil tüm mahallenin kaybıydı. Ya bugünlerde hele de COVİD-19 sürecinde ölümlere ve ölenlerin acılarını paylaşmaya pardon paylaşmamaya baktığımızda nelerin yitirildiğini daha net anlamak mümkündür. Ne cenazeye gelen var nede acıyı paylaşanlar. Allahtan sosyal medya hesapları varda kalıplamış cümlelerle taziye dilekleri en azından iletilmiş oluyor. Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun ezber cümle ve acıya son, oldu mu olmadı ama herkes oldu zannediyor ve hayatını öyle idare edip gidiyor.
Biz çocuklar ve büyükler içinde ölüm bile bir bütünlüktü ve bir arada olmaya ön ayak olurdu. Acı herkesin acısı sayılır ve yas evinin yükü hafifletilmeye çalışılırdı. Biz çocuklar hep ölü öldü derdik ama bunu hangi akla söylerdik bilmezdik. Ölü nasıl ölürdü bir daha bunu kimse sorgulamazdı bile, sonuçta ölü ölmüştü. Ölüm haberi alınınca hemen cami imamına haber verilir, kazanlar ve kepçelerin gelmesi beklenirdi. Bu görev biz çocuklara düşerdi. İmamın arkasına takılır caminin hemen yanı başında ki ardiyeden kazan ve kepçeler alınırdı. Mahalleye biz güle oynaya giderken fazla gürültü yaparsak imam tarafından uyarılırdık. Ne de olsa gittiğimiz yer yas eviydi. Mahallenin yaşlıları devreye girer ölünün yıkanacağı yeri belirlerdi. Seyyar cenaze yıkama araçları olmadan önce cenazeyi yıkamak için genelde at arabaları yan yana dizilir etrafı bezlerle çevrilirdi. Ocak varsa ocakla su ısıtılır yoksa odun yakılarak ölünün yıkanacağı su ısıtılmış olurdu. Tüm mahalleli ayakta olurdu ve herkes üzerine düşeni yapmaya çalışırdı. Biz çocuklar ise ufak tefek işlerin bizlere verilmesi için at arabalarının yanında fır dönerdik. Kadınlar ölenin kadın yakınlarını, erkekler ise erkeklerin yanında yer alırken biz çocuklar ise varsa ölenin çocuklarını kendimizce avutmaya çalışırdık. Cenaze yıkandıktan camiye namaza götürülür bizde büyüklerimizin arkasından giderdik. Namaz kılındıktan sonra ise cenaze defin edilecek mezarlığa götürülürdü. Bazen biz çocuklarda cenazenin peşine takılır giderdik. Dönüşte ise cenaze evinin önünde ilk taziyeler verilir daha sonra işi olanlar daha sonra tekrar gelmek üzere ayrılırdı. O zamanlar herkes bir ve beraberdi. Konu komşu toplanır ve hemen erkek veya kadınlar için kendi evlerinde taziye evi açılırdı. Bu gün en yakınının cenazesine dahi gitmeyenlerin olduğu bir dönem de komşusuna evini taziye için açanların olması ne büyük bir paylaşım duygusunun yitirildiğinin ispatıdır. Mahalle de cenaze hepimizin olduğu için televizyon varsa açılmaz, açılsa bile sesi kısık tutulurdu. Düğün ve dernek işleri ertelenir yapılması zorunlu ise yas evinden izin istenirdi. Hey gidi günler hey, bir zamanlar ölüm bile güzel yaşanırmış.