
İyi kötü insanımı tanıyorum. İlla ki bir çokları şimdi bu yazının başlığına baktıktan sonra yalakalık yapıyor diye düşünüyor, söyleniyor olacaktır. Yazmayayım, yazmayayım diyordum ama tutamadım işte yine kendimi. Tüm bunları göze alaraktan, gördüklerim ve bildiklerimi de vicdanıma danışaraktan diyorum ki. Evet. Prof. Dr.Ömer Çomaklı, bence 2’nci bir dönemi daha haketmiştir. Tıpkı öncekiler gibi, Ömer hocaya da o 2’nci şans verilmelidir. 8 Ağustos 2016 tarihinde rektörlük görevine başlayan Ömer hocanın elbette geçen bu süre içerisinde iyi yaptığı şeyler kadar tasvip görmeyen işler de olmuştur. Uygulamalarından yakınan hocalar da gördüm, iş alamayan esnafın şikayetine de rastladım. Dünyada kusursuz tek insan vardır. O da doğmamıştır. O’nu beğenenler kadar beğenmeyenler de vardır tabi. Görevde kalır, kalmaz, bilemem. Elbette ki o iş, üst iradenin işi. Ben sadece bu noktada şunu söylerim. Önceki dönemlere göre neyi eksik yapmış ki Ömer hoca bir daha olmasın. Fahiş bir hatası, eksiği, gediği, yanlışı ne olabilir ki olmasın bir daha. Kaldı ki sağlıkta, proje sayısında, altyapıda, toplumsal katkıda, eğitim-araştırmada kallavi hizmetleri gözardı edilmemeli.

Hele hele 2 dönem koltukta kalan Mesela Prof.Dr. Hikmet Koçak hocamızın o ne ola ki gerisinde kaldı diye düşünmek zorunda kalalım. Haksızlık, saygısızlık da etmek istemiyorum. Koçak hocam kusura bakmasın ama şimdiye kadar ‘’Ömer hoca Hikmet hocayı arattı’’ cümlesini kuran birine en azından ben henüz hiç rastlamadım. Görev süresince 63 yıllık tarihinde Üniversitede bir çok ilk’lere imza atan, bittabi vizyon katan Ömer Çomaklı hocanın bence kalması için fazla sebep aramaya da gerek yok. Şu Yeni Nesil Tasarım ve Dönüşüm Projesi başlı başına bir sebeptir. Bugün YÖK’ü bile etkileyen, bir çok Üniversiteye esin kaynağı olacak bu proje belki de Ömer hoca için yüktür, kendi başına açtığı bir iştir ama yaptığı da bildiğin bir devrimdir. Onu zaten bu anlamda bir devrimci olarak da görüyorum. Devrimci olmak da, içinde yaşanılan hayat koşullarının yarattığı sorunlara cevap olmaktır esasında. Ez cümle. Öyle model bir proje en azından yarım kalmamalı, sadece Erzurum’un değil, Türkiye’nin kaybı olur aksisi, nokta.

Razı git ‘güleç’ hanım!
‘Gülmek en çok güzel bakmasını bilene yakışır’ derler. Galiba güzel bakmasını bilen biriydi ki gülmek ona o kadar çok yakışıyordu. Tansu Yurdagül’den bahsediyorum.. TRT Erzurum Radyosu’nun yapım, yayın ekibindeki benim her gördüğümde ‘güleç hanım’ dediğim o hanımdan. İşte 3 yıldır Erzurum Radyosunda görev yapan Tansu Yurdagül için artık veda vakti geldi. Tayini Ankara’ya çıkan Erzurum Radyosunun gülen yüzü, bundan böyle artık başkentte görev yapacak. Hafta sonu kurum bahçesinde birlikte onca yıl görev yaptığı radyodaki mesai arkadaşlarıyla vedalaşan Yurdagül, sadece ‘Doğu’nun sesi’, ‘Bizim eller’, ‘TRT Türkü’de sabah’ proğramları ile değil, bir düşünürün altın anahtardır dediği gülüşü ile de hep anılacak. İnsani ilişkilerinde herkesle barışık yaşamayı ilke edinen, kırmaktan hep çekinen bu güzel insana güle güle git demiyorum. Zaten yaptığı iş o, dilerim Erzurum’dan razı gidiyordur. Kendisine yeni yaşamında ona başarılar dilerken, bu vesile ile Polatlı Topçu Alay Komutanlığına atanan değerli eşine, albayıma da selamlar yolluyorum..


O da başkanlığını yaptığı belediyenin bir zamanlar işçisiymiş!
Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Zafer Aynalı ile Ulaşım Daire Başkanı Gafur Yeniay’ın daha önce belediyeye işçi olarak girdiklerini yazmıştım bir önceki yazımda. Zafer Aynalı, 1994 yılında girdiği belediyeyi 1 yıl sonra beğenmeyip terkettiğini, Gafur Yeniay’ın da belediyeden gelen tekifi ‘o kadar mı düştüm?’diyerek kabul etmediğini yazmıştım. Meğer Palandöken belediye Başkanı Muhammet Sunar da işçi olarak girdiği belediyeyi sonra yeterli bulmayıp ayrılanlardanmış. Mesaj yollayan Sunar, ‘’ 1995 yılında Sıddık Polat belediye başkanı iken ben de belediyeye girmiştim. İşçi olarak 1 yıl çalıştım, sonra ayrıldım. Ama bugün belediye başkanlığını yaptığım Palandöken Belediyesi’nin hukuk servisini o zaman ben kurmuştum’’ dedi.

Gavurboğan’ın eniştesi..
Hasani Basri Mahallesi olarak da bilinen Gavurboğan, ilginç ismi ile herkesin de parmakla göstereceği, Erzurum’un bilinen semtlerinden biridir. Bugün tamamı istimlak edilerek kentsel dönüşüme giren Gavurboğan’da doğup büyüyen çok kişi tanırım da Pasinler Belediye Başkanı Ahmet Dölekli’nin buranın eniştesi olduğunu galiba ilk defa duyuyorum. Geçtiğimiz gün Gavurboğan bölgesinde gördüğüm Dölekli, ‘’Benim bir yurdum da burasıdır. Eşim gavurboğanlıdır, buradan gelin çıkartmışımdır’’ dedi. Ne bileyim, oturanların 1856 yılında Erzurum’u işgale gelen rus ordusunu ellerindeki balta ve satırla durdurdukları için dönemim Valisi Feyzullah Paşa tarafından ismi konulan Gavurboğan’a o kadar anlam yüklemesine ne yalan söyleyeyim, bayağı bir hoşuma gitti, o yüzde paylaşayım istedim.
Arap atlar topuğundan etlenmiyor,
koyun kuzu beslenmiyor daha..
Kaynak kişisi rahmetli Raci Alkır’ın olduğu Hani Yaylam Hani Ezelim türküsü var, biliyorsunuz. Fırsat buldukça youtube’ye girer, açar dinlerim. Rahmetli İbrahim Erkal ile Nurullah Akçayır’ın bu türküye birlikte yaptığı düet, halen daha kulaklarımda çınlar. Hele o zurna sesi, alır götürü beni. Bu Erzurum türküsünün ikinci kıtasında ‘’Yaz olanda yayla yayla otlanır/Arap atlar topuğundan etlenir/O yaylada koyun kuzu beslenir/ Hani yaylam hani benim ezelim/der. Bir süre tarım ve hayvancılık ile de ilgilenmiş, sonra umduğunu bulamayıp, elini eteğini o işlerden çekip başka sektörlere yönelen bir ağabeyimle hafta sonu Uzundere’ye gitmek üzere yola çıktık. Amacımız Uzungöl’e gidip, biraz soluklanmaktı, şehrin gürültülü havasından az da olsa uzaklaşmaktı. Tortum’a doğru yol alırken o ağabeyim bana dönerek, ‘’Sağa, sola bakıyorsun, dikkatini bir şey çekti mi?’’ diye sordu. Ben de Erzurum’a sadece kışın değil, yazın da yakıştığını, ovaların, yaylaların ne kadar güzel olduğunu söyleyerek, kanımca sorusuna karşılık bir cevap vermiş oldum.

‘’Hiç mi gördüğün ilginç bir şey olmadı?’’ diye ikinci defa tekrar sorunca, bu defa ‘’Sanırım çok bir şey dikkatimi çekmedi. Herşey çok güzel görünüyor’’ demekle yetindim. O ağabeyim, gözlem yeteneğime laf attıktan sonra, ‘’Hiç mi dikkatini çekmedi, bir tek hayvanın bile görünmediğine. Mutlaka o yeşiller içinde bir-iki tane hayvan olurdu, ama yol boyunca bir tanesine dahi rastladın mı? Oysa geçmiş yıllarda her halükarda bu otlaklarda hayvanlar olurdu. Ama şimdi bir tanesini dahi göremiyorum, sence de öyle değil mi’’ dedi. Gerçekten haklıydı. Bırakın topuğundan beslenen arap atını. Otlayan hayvan anlamında gerçekten yaprak kıpırdamıyordu. Gerek küçükbaş ve gerekse büyükbaş hayvan varlığında önemli azalma olduğunu duyardım ama galiba buna ben de şahit oluyordum. Onca boş yeşil alanlar hiçbir hayvana yaramıyor. O güzelim geniş yaylalar boşa kuruyor, zayi oluyor. Tarım İl Müdürümüz buna yine ısrarla karşı çıkacak, biliyorum ama eskiye göre hayvan sayısının azlığına en güzel yanıttı o seyahatımız.. Bu benim son kararımdır.

Böyle bir müze de ancak buraya yakışırdı!
Newyork ve Moskova’da olduğunu duymuştum ama ülkemizde de artık Buz Müzesinin var olduğunu duymak, son günlerde duymak istediğim en güzel haberlerden biriydi. KUDAKA’nın mali desteğiyle Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi yapmış, çok sayıda eski-yeni heykel bölümü mezunu, öğrencisi, akademisyeninin emeği var. Bir defa böyle bir buz müzesinin Erzurum’da olması çok anlamlı. Çünkü burası kar şehri, buz şehri. Tam isabet bir karar olmuş, fikri ortaya çıkartan ve uygulama safhasına getiren o kafalara bravo. Böyle bir müzenin bir diğer anlamı da hain darbe girişiminin 4. yıl dönümünde gösterilen direnişi, birlikteliği ve iradeyi belleklerde taze tutmak, verilen şehitleri hatırlamak için o tarihte, 15 Temmuz’da açılacak olması. Birlik beraberliği anlatan buzdan materyalların sergileneceği müze için emeği geçen herkesi kutluyorum. Bu arada dilerim aynı Üniversite, bu özgün çalışmanın ve yatırımın yanında bir de buz pateni, buz hokeyi, curling gibi buz sporlarına ağırlık verir. Bir gün de inşallah o branşlarda faaliyette oldukları için Üniversite yönetimini bu işte olduğu gibi tebrik ve taktir ederiz..

TUTTUĞUM BABA SÖZLER : İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın, çok yaklaşma yanarsın! (Sadi Şirazi)
DUVARIN DİLİ : Yorgunum dedikçe yokuş oldunuz..

Hele hele 2 dönem koltukta kalan Mesela Prof.Dr. Hikmet Koçak hocamızın o ne ola ki gerisinde kaldı diye düşünmek zorunda kalalım. Haksızlık, saygısızlık da etmek istemiyorum. Koçak hocam kusura bakmasın ama şimdiye kadar ‘’Ömer hoca Hikmet hocayı arattı’’ cümlesini kuran birine en azından ben henüz hiç rastlamadım. Görev süresince 63 yıllık tarihinde Üniversitede bir çok ilk’lere imza atan, bittabi vizyon katan Ömer Çomaklı hocanın bence kalması için fazla sebep aramaya da gerek yok. Şu Yeni Nesil Tasarım ve Dönüşüm Projesi başlı başına bir sebeptir. Bugün YÖK’ü bile etkileyen, bir çok Üniversiteye esin kaynağı olacak bu proje belki de Ömer hoca için yüktür, kendi başına açtığı bir iştir ama yaptığı da bildiğin bir devrimdir. Onu zaten bu anlamda bir devrimci olarak da görüyorum. Devrimci olmak da, içinde yaşanılan hayat koşullarının yarattığı sorunlara cevap olmaktır esasında. Ez cümle. Öyle model bir proje en azından yarım kalmamalı, sadece Erzurum’un değil, Türkiye’nin kaybı olur aksisi, nokta.

Razı git ‘güleç’ hanım!
‘Gülmek en çok güzel bakmasını bilene yakışır’ derler. Galiba güzel bakmasını bilen biriydi ki gülmek ona o kadar çok yakışıyordu. Tansu Yurdagül’den bahsediyorum.. TRT Erzurum Radyosu’nun yapım, yayın ekibindeki benim her gördüğümde ‘güleç hanım’ dediğim o hanımdan. İşte 3 yıldır Erzurum Radyosunda görev yapan Tansu Yurdagül için artık veda vakti geldi. Tayini Ankara’ya çıkan Erzurum Radyosunun gülen yüzü, bundan böyle artık başkentte görev yapacak. Hafta sonu kurum bahçesinde birlikte onca yıl görev yaptığı radyodaki mesai arkadaşlarıyla vedalaşan Yurdagül, sadece ‘Doğu’nun sesi’, ‘Bizim eller’, ‘TRT Türkü’de sabah’ proğramları ile değil, bir düşünürün altın anahtardır dediği gülüşü ile de hep anılacak. İnsani ilişkilerinde herkesle barışık yaşamayı ilke edinen, kırmaktan hep çekinen bu güzel insana güle güle git demiyorum. Zaten yaptığı iş o, dilerim Erzurum’dan razı gidiyordur. Kendisine yeni yaşamında ona başarılar dilerken, bu vesile ile Polatlı Topçu Alay Komutanlığına atanan değerli eşine, albayıma da selamlar yolluyorum..


O da başkanlığını yaptığı belediyenin bir zamanlar işçisiymiş!
Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Zafer Aynalı ile Ulaşım Daire Başkanı Gafur Yeniay’ın daha önce belediyeye işçi olarak girdiklerini yazmıştım bir önceki yazımda. Zafer Aynalı, 1994 yılında girdiği belediyeyi 1 yıl sonra beğenmeyip terkettiğini, Gafur Yeniay’ın da belediyeden gelen tekifi ‘o kadar mı düştüm?’diyerek kabul etmediğini yazmıştım. Meğer Palandöken belediye Başkanı Muhammet Sunar da işçi olarak girdiği belediyeyi sonra yeterli bulmayıp ayrılanlardanmış. Mesaj yollayan Sunar, ‘’ 1995 yılında Sıddık Polat belediye başkanı iken ben de belediyeye girmiştim. İşçi olarak 1 yıl çalıştım, sonra ayrıldım. Ama bugün belediye başkanlığını yaptığım Palandöken Belediyesi’nin hukuk servisini o zaman ben kurmuştum’’ dedi.

Gavurboğan’ın eniştesi..
Hasani Basri Mahallesi olarak da bilinen Gavurboğan, ilginç ismi ile herkesin de parmakla göstereceği, Erzurum’un bilinen semtlerinden biridir. Bugün tamamı istimlak edilerek kentsel dönüşüme giren Gavurboğan’da doğup büyüyen çok kişi tanırım da Pasinler Belediye Başkanı Ahmet Dölekli’nin buranın eniştesi olduğunu galiba ilk defa duyuyorum. Geçtiğimiz gün Gavurboğan bölgesinde gördüğüm Dölekli, ‘’Benim bir yurdum da burasıdır. Eşim gavurboğanlıdır, buradan gelin çıkartmışımdır’’ dedi. Ne bileyim, oturanların 1856 yılında Erzurum’u işgale gelen rus ordusunu ellerindeki balta ve satırla durdurdukları için dönemim Valisi Feyzullah Paşa tarafından ismi konulan Gavurboğan’a o kadar anlam yüklemesine ne yalan söyleyeyim, bayağı bir hoşuma gitti, o yüzde paylaşayım istedim.
Arap atlar topuğundan etlenmiyor,
koyun kuzu beslenmiyor daha..
Kaynak kişisi rahmetli Raci Alkır’ın olduğu Hani Yaylam Hani Ezelim türküsü var, biliyorsunuz. Fırsat buldukça youtube’ye girer, açar dinlerim. Rahmetli İbrahim Erkal ile Nurullah Akçayır’ın bu türküye birlikte yaptığı düet, halen daha kulaklarımda çınlar. Hele o zurna sesi, alır götürü beni. Bu Erzurum türküsünün ikinci kıtasında ‘’Yaz olanda yayla yayla otlanır/Arap atlar topuğundan etlenir/O yaylada koyun kuzu beslenir/ Hani yaylam hani benim ezelim/der. Bir süre tarım ve hayvancılık ile de ilgilenmiş, sonra umduğunu bulamayıp, elini eteğini o işlerden çekip başka sektörlere yönelen bir ağabeyimle hafta sonu Uzundere’ye gitmek üzere yola çıktık. Amacımız Uzungöl’e gidip, biraz soluklanmaktı, şehrin gürültülü havasından az da olsa uzaklaşmaktı. Tortum’a doğru yol alırken o ağabeyim bana dönerek, ‘’Sağa, sola bakıyorsun, dikkatini bir şey çekti mi?’’ diye sordu. Ben de Erzurum’a sadece kışın değil, yazın da yakıştığını, ovaların, yaylaların ne kadar güzel olduğunu söyleyerek, kanımca sorusuna karşılık bir cevap vermiş oldum.

‘’Hiç mi gördüğün ilginç bir şey olmadı?’’ diye ikinci defa tekrar sorunca, bu defa ‘’Sanırım çok bir şey dikkatimi çekmedi. Herşey çok güzel görünüyor’’ demekle yetindim. O ağabeyim, gözlem yeteneğime laf attıktan sonra, ‘’Hiç mi dikkatini çekmedi, bir tek hayvanın bile görünmediğine. Mutlaka o yeşiller içinde bir-iki tane hayvan olurdu, ama yol boyunca bir tanesine dahi rastladın mı? Oysa geçmiş yıllarda her halükarda bu otlaklarda hayvanlar olurdu. Ama şimdi bir tanesini dahi göremiyorum, sence de öyle değil mi’’ dedi. Gerçekten haklıydı. Bırakın topuğundan beslenen arap atını. Otlayan hayvan anlamında gerçekten yaprak kıpırdamıyordu. Gerek küçükbaş ve gerekse büyükbaş hayvan varlığında önemli azalma olduğunu duyardım ama galiba buna ben de şahit oluyordum. Onca boş yeşil alanlar hiçbir hayvana yaramıyor. O güzelim geniş yaylalar boşa kuruyor, zayi oluyor. Tarım İl Müdürümüz buna yine ısrarla karşı çıkacak, biliyorum ama eskiye göre hayvan sayısının azlığına en güzel yanıttı o seyahatımız.. Bu benim son kararımdır.

Böyle bir müze de ancak buraya yakışırdı!
Newyork ve Moskova’da olduğunu duymuştum ama ülkemizde de artık Buz Müzesinin var olduğunu duymak, son günlerde duymak istediğim en güzel haberlerden biriydi. KUDAKA’nın mali desteğiyle Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi yapmış, çok sayıda eski-yeni heykel bölümü mezunu, öğrencisi, akademisyeninin emeği var. Bir defa böyle bir buz müzesinin Erzurum’da olması çok anlamlı. Çünkü burası kar şehri, buz şehri. Tam isabet bir karar olmuş, fikri ortaya çıkartan ve uygulama safhasına getiren o kafalara bravo. Böyle bir müzenin bir diğer anlamı da hain darbe girişiminin 4. yıl dönümünde gösterilen direnişi, birlikteliği ve iradeyi belleklerde taze tutmak, verilen şehitleri hatırlamak için o tarihte, 15 Temmuz’da açılacak olması. Birlik beraberliği anlatan buzdan materyalların sergileneceği müze için emeği geçen herkesi kutluyorum. Bu arada dilerim aynı Üniversite, bu özgün çalışmanın ve yatırımın yanında bir de buz pateni, buz hokeyi, curling gibi buz sporlarına ağırlık verir. Bir gün de inşallah o branşlarda faaliyette oldukları için Üniversite yönetimini bu işte olduğu gibi tebrik ve taktir ederiz..

TUTTUĞUM BABA SÖZLER : İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın, çok yaklaşma yanarsın! (Sadi Şirazi)
DUVARIN DİLİ : Yorgunum dedikçe yokuş oldunuz..