
Kış aylarına girdik. Kısa ve soğuk günler bizi bekliyor.
Ancak unutmamalıyız ki, geride bıraktığımız yaz unutulacak kadar mazide değil.
Ve kış doldurunca süresini, yeniden bizi bırakacakyazınsıcak kucağına.
Ben aslında bütün bu girişi yaparken, ne yazdan ne de kıştan bahsetmek niyetinde değildim.
Size, hızla geçen kocaman bir ömrü anımsatmaktı niyetim.
“Hızla geçen kocaman bir ömür!”
Bu cümlenin tümünün altına imzanızı atar mısınız?
Ben, benim cümlem olmasına rağmen atamam.
“Hızla geçen”… doğru. Yazla kışın birbirini kovalamasından şüphesiz anlaşılıyor.
“Kocaman bir ömür”… buna katılmak zor.
Bir şeye kocaman diyebilmek için bir ölçü olmalı elimizde.
Önce ufacığın ne olduğunu saptamalıyız ki, kocamanın tanımına oradan gidebilelim.
Ufacık ömür nedir o zaman?
50 yıl…
20 yıl…
10 yıl…
10 ay…
10 gün…
2 gün…
1 gün…
1 saat…
1 dakika… hangisi?
Hiç doğmadan ölenleri de bu hesaba katarsak ufacık kavramı iyice karma karışık olacak anlaşılan.
O halde hemen bir pratiklik yapıp işin tersine bakmak gerekir. Ufacık olandan bir ölçü belirleyemiyorsak, kocamanın sınırlarını çizelim.
Kocaman ömür ne demek?
Ülkemizdeki yaşam ortalaması olan 70 yıl…
80 yıl…
100 yıl…
140 yıl…
170 yıl… yaşadığımız asırda daha uzununu herhangi bir şekilde duydunuz mu, bilmiyorum.
Ancak bunu da bir ölçü kabul edilecek şekilde sağlam bir karara bağlayamadığımız ortada.
Neden?
Sanırım biz insanın ömrünü, anne rahminden çıkmasıyla başlatıp, son nefesini vermesiyle bitiren bir anlayışın temsilcisi olsaydık, bu hesaplamalar çok kolay olurdu.
Öldükten sonra dirilmek gibi bir ölçü varken inandıklarımız arasında, dünya hayatındaki ömrün hesabını belirleyecek bir ölçüye dünya sınırları içerisinde ulaşmak zor.
Ebedi bir hayatın bizi beklediğini bildiğimiz bir gelecekle, her şeyi hesap etmeye kalktığınızda, “kocaman bir hayat” bu dünyanın tanımlaması olmaktan çok öteye gidiyor.
Ve bir soruyu sorduruyor her birimize, istemesek de!
Ebedi yani sonsuz bir ömür karşısında dünya hayatının hükmü nedir?
Sanırım kaba bir matematikle ebedi hayat karşısında ortalama 80 yıllık dünya hayatının toplamı, bilemediniz sonsuz hayatın on dakikasına karşılık gelebilir.
Asıl anlatmak istediğim şu!
Ebedi yaşamımızın sadece en fazla on dakikasına karşılık gelen şu fani ömrümüzde; rahat etmek, haklı çıkmak, böbürlenmek, nefsimizi tatmin etmek için;
Hırsızlık yapıyoruz…
Haksızlık yapıyoruz…
Şiddete meylediyoruz…
Yalan söylüyoruz…
Benden daha önemli kim var duygusuyla ortalıkta komik duruma düşüyoruz…
Belimizde silahla kimi olsa alt edebileceğimizi düşünüyoruz…
Adam öldürebiliyoruz…
Tecavüz ve tüm sapkınlıklara uygun bir hayatı yaşayabiliyoruz.
Hepsini ve daha pek çok şeyi, sonsuz bir yaşamın sadece on dakikasında güya mutlu ve güçlü olabilmek için yapıyoruz.
Ve inanıyorsak, eni topu bu on dakikayı alıp sonsuzluğu kaybediyoruz.
Ve son bir hatırlatma daha…
Yaşamayı bu kadar önemseyen ve gücünden zerre kadar şüphe etmeyen bizler, hiç düşünüyor muyuz hayatta kalmanın inanılmaz bir tesadüf olduğunu.
Su, içerken nefes borunuza kaçsa…
Küçücük bir böcek zehirli iğnesiyle kolunuzun bir köşesine ufacık bir ısırık bıraksa…
Göremediğiniz ve anlayamadığınız bir şekilde zerreden küçük bir mikrop vücudunuza musallat olsa…
Damarlarınızda 24 saat dolaşan kan vücudunuzun bir yerinde azıcık pıhtı haline gelse…
Vücudunuzun içerisinde kilometrelerce yol kat eden bir damarınız önemli bir yerinden hafifçe kesilse…
Bugünlere özel korona virüs dolayısıyla bir sevdiğinizin yüzüne baksanız, elini tutsanız, sarılsanız …
Ölürsünüz!
Öyleyse nerede kaldı; varlığıyla böbürlendiğiniz, kasıla kasıla dünyaya caka sattığınız yaşamınız?
Anlı şanlı soyunuz, adınız, ünvanınız, makamınız… SİZ?
Bütün bunlara karşı koyamadıktan, ölmemeyi başaramadıktan sonra ne önemi var?
O halde sonsuzluk karşısında bir ömür ne kadar kocaman olabilir?
Düşünmeye değmez mi?
Ancak unutmamalıyız ki, geride bıraktığımız yaz unutulacak kadar mazide değil.
Ve kış doldurunca süresini, yeniden bizi bırakacakyazınsıcak kucağına.
Ben aslında bütün bu girişi yaparken, ne yazdan ne de kıştan bahsetmek niyetinde değildim.
Size, hızla geçen kocaman bir ömrü anımsatmaktı niyetim.
“Hızla geçen kocaman bir ömür!”
Bu cümlenin tümünün altına imzanızı atar mısınız?
Ben, benim cümlem olmasına rağmen atamam.
“Hızla geçen”… doğru. Yazla kışın birbirini kovalamasından şüphesiz anlaşılıyor.
“Kocaman bir ömür”… buna katılmak zor.
Bir şeye kocaman diyebilmek için bir ölçü olmalı elimizde.
Önce ufacığın ne olduğunu saptamalıyız ki, kocamanın tanımına oradan gidebilelim.
Ufacık ömür nedir o zaman?
50 yıl…
20 yıl…
10 yıl…
10 ay…
10 gün…
2 gün…
1 gün…
1 saat…
1 dakika… hangisi?
Hiç doğmadan ölenleri de bu hesaba katarsak ufacık kavramı iyice karma karışık olacak anlaşılan.
O halde hemen bir pratiklik yapıp işin tersine bakmak gerekir. Ufacık olandan bir ölçü belirleyemiyorsak, kocamanın sınırlarını çizelim.
Kocaman ömür ne demek?
Ülkemizdeki yaşam ortalaması olan 70 yıl…
80 yıl…
100 yıl…
140 yıl…
170 yıl… yaşadığımız asırda daha uzununu herhangi bir şekilde duydunuz mu, bilmiyorum.
Ancak bunu da bir ölçü kabul edilecek şekilde sağlam bir karara bağlayamadığımız ortada.
Neden?
Sanırım biz insanın ömrünü, anne rahminden çıkmasıyla başlatıp, son nefesini vermesiyle bitiren bir anlayışın temsilcisi olsaydık, bu hesaplamalar çok kolay olurdu.
Öldükten sonra dirilmek gibi bir ölçü varken inandıklarımız arasında, dünya hayatındaki ömrün hesabını belirleyecek bir ölçüye dünya sınırları içerisinde ulaşmak zor.
Ebedi bir hayatın bizi beklediğini bildiğimiz bir gelecekle, her şeyi hesap etmeye kalktığınızda, “kocaman bir hayat” bu dünyanın tanımlaması olmaktan çok öteye gidiyor.
Ve bir soruyu sorduruyor her birimize, istemesek de!
Ebedi yani sonsuz bir ömür karşısında dünya hayatının hükmü nedir?
Sanırım kaba bir matematikle ebedi hayat karşısında ortalama 80 yıllık dünya hayatının toplamı, bilemediniz sonsuz hayatın on dakikasına karşılık gelebilir.
Asıl anlatmak istediğim şu!
Ebedi yaşamımızın sadece en fazla on dakikasına karşılık gelen şu fani ömrümüzde; rahat etmek, haklı çıkmak, böbürlenmek, nefsimizi tatmin etmek için;
Hırsızlık yapıyoruz…
Haksızlık yapıyoruz…
Şiddete meylediyoruz…
Yalan söylüyoruz…
Benden daha önemli kim var duygusuyla ortalıkta komik duruma düşüyoruz…
Belimizde silahla kimi olsa alt edebileceğimizi düşünüyoruz…
Adam öldürebiliyoruz…
Tecavüz ve tüm sapkınlıklara uygun bir hayatı yaşayabiliyoruz.
Hepsini ve daha pek çok şeyi, sonsuz bir yaşamın sadece on dakikasında güya mutlu ve güçlü olabilmek için yapıyoruz.
Ve inanıyorsak, eni topu bu on dakikayı alıp sonsuzluğu kaybediyoruz.
Ve son bir hatırlatma daha…
Yaşamayı bu kadar önemseyen ve gücünden zerre kadar şüphe etmeyen bizler, hiç düşünüyor muyuz hayatta kalmanın inanılmaz bir tesadüf olduğunu.
Su, içerken nefes borunuza kaçsa…
Küçücük bir böcek zehirli iğnesiyle kolunuzun bir köşesine ufacık bir ısırık bıraksa…
Göremediğiniz ve anlayamadığınız bir şekilde zerreden küçük bir mikrop vücudunuza musallat olsa…
Damarlarınızda 24 saat dolaşan kan vücudunuzun bir yerinde azıcık pıhtı haline gelse…
Vücudunuzun içerisinde kilometrelerce yol kat eden bir damarınız önemli bir yerinden hafifçe kesilse…
Bugünlere özel korona virüs dolayısıyla bir sevdiğinizin yüzüne baksanız, elini tutsanız, sarılsanız …
Ölürsünüz!
Öyleyse nerede kaldı; varlığıyla böbürlendiğiniz, kasıla kasıla dünyaya caka sattığınız yaşamınız?
Anlı şanlı soyunuz, adınız, ünvanınız, makamınız… SİZ?
Bütün bunlara karşı koyamadıktan, ölmemeyi başaramadıktan sonra ne önemi var?
O halde sonsuzluk karşısında bir ömür ne kadar kocaman olabilir?
Düşünmeye değmez mi?