
Bu metin, yazarımız Savaşkan İlmak’ın ‘Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler’ adlı kitabından yazarın izniyle ve ‘uyarlanarak’ alıntılanmıştır:
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 - 17’nci hikâye - Sf: 72-75)
Kitapta bunun gibi 33 hikâye daha yer alıyor... *
Başta size azıcık tuhaf gelebilecek bir soru:
On yumurta kaç öğretmen eder?
Çok zor soru, içinde bir sır gizli gibi…
Öyleyse bakalım, kaç öğretmen edermiş?
★★
İnternette okuduğum, bir köşeye ‘Bunu öğretmenliğin boyunca sakın ama sakın unutma!’ notuyla kaydettiğim ama orijinal kaynağını ve adı geçenlerin bugün nerede, ne halde olduklarını maalesef belirleyemediğim harika bir hikâye…
Ve tabii bu da yine içinden okulun, öğretmenin, öğrencinin geçtiği gerçek bir hikâye:
“Her anımsayışımda gözümden yaşlar süzülür…
Daha ilkokuldaydım. Evdeydim, telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim amca…
O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor…
O gün de telefonda hemen sınav başladı...
- Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’nın plakası kaç?..
Hepsini yanıtladım. Soru silsilesinin ardından, o zaman bana çok garip gelen bir soru geldi:
- Peki Zafer, on yumurta kaç öğretmen eder?
Şaşırdım tabii.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun güldü.
- Bak deyip devam etti
- Okulun akıllısı Zafer… Bak işte sonunda yanıtını bilmediğin bir soru buldum. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir…
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, atılıp babama sordum:
- Baba, Kerim Amcam sordu; on yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başladı. Ardından, gülerek başlayan ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan esas öyküyü anlattı: Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü varmış. Boşnakköy ve Armutlu… Her iki köyde de hayat zormuş, insanları yoksulmuş...
1950 yılının kavurucu bir temmuz sabahında bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine doğru yola çıkmışlar. Tabii yürüyerek…
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta varmış. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş. Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan Kerim’de o da yok…
...
Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyüp ilçe merkezine ulaşmış iki çocuk. Ve hemen bir bakkala girmişler, on yumurtayı satarak bir kalem ve bir de silgi almışlar. O kadarına yetmiş on yumurtanın parası…
Kalemi de silgiyi de ikiye bölerek paylaşmışlar, sınava öylece girmişler.
Ve ne iyi ki ikisi de başarmışlar…
Ancak bilmedikleri bir şey varmış: Sınav iki gün sürecekmiş…
Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, durumu öğrenince Hükümet Konağı'nın önünde neredeyse ağlamaklı biçimde ve geceyi nerede geçireceklerini bilmeden bir aşağı, bir yukarı yürümeye başlamışlar…
Cadde üzerindeki evlerden birinin penceresinden bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları çağırmış. Durumlarını öğrenince de önce karınlarını doyurmuş. Akşam eşi işten gelince de niyetini ona söyleyip çocukları o gece misafir etmiş.
Akşam köye dönen muhtarla da çocukların ailelerine haber göndermiş meraklanmasınlar diye. Çocuklar belki de o akşamın moraliyle umutlanıp ikinci günün sınavında da başarılı olmuşlar. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt yaptırmışlar ve ardından şanla şerefle geçecek otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamına atılmışlar…
...
Ben, on yumurtanın iki öğretmen edebileceğini işte bu dokunaklı hikâyeden öğrenmiştim…
Ve asla unutmam, babam öykünün sonunu şöyle bağlamıştı: Bak oğlum, köyden on yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime cumhuriyet denir…”
★★
Peki bu hikâyenin üstüne ne denir?
Hakikaten bilemedim!
Ne söyleyeceğimi değil ama, söyleyeceklerimi nasıl kısaltacağımı bilemedim…
Sustum, yutkundum.
*: Pegem Akademi Yayınları’ndan Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler adlı kitabı edinmek için yayınevi sipariş linki:
https://pegem.net/urun/Okullar-Degil-Okullarin-Icindeki-Hikayeler/62201
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 - 17’nci hikâye - Sf: 72-75)
Kitapta bunun gibi 33 hikâye daha yer alıyor... *
Başta size azıcık tuhaf gelebilecek bir soru:
On yumurta kaç öğretmen eder?
Çok zor soru, içinde bir sır gizli gibi…
Öyleyse bakalım, kaç öğretmen edermiş?
★★
İnternette okuduğum, bir köşeye ‘Bunu öğretmenliğin boyunca sakın ama sakın unutma!’ notuyla kaydettiğim ama orijinal kaynağını ve adı geçenlerin bugün nerede, ne halde olduklarını maalesef belirleyemediğim harika bir hikâye…
Ve tabii bu da yine içinden okulun, öğretmenin, öğrencinin geçtiği gerçek bir hikâye:
“Her anımsayışımda gözümden yaşlar süzülür…
Daha ilkokuldaydım. Evdeydim, telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim amca…
O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor…
O gün de telefonda hemen sınav başladı...
- Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’nın plakası kaç?..
Hepsini yanıtladım. Soru silsilesinin ardından, o zaman bana çok garip gelen bir soru geldi:
- Peki Zafer, on yumurta kaç öğretmen eder?
Şaşırdım tabii.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun güldü.
- Bak deyip devam etti
- Okulun akıllısı Zafer… Bak işte sonunda yanıtını bilmediğin bir soru buldum. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir…
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, atılıp babama sordum:
- Baba, Kerim Amcam sordu; on yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başladı. Ardından, gülerek başlayan ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan esas öyküyü anlattı: Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü varmış. Boşnakköy ve Armutlu… Her iki köyde de hayat zormuş, insanları yoksulmuş...
1950 yılının kavurucu bir temmuz sabahında bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine doğru yola çıkmışlar. Tabii yürüyerek…
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta varmış. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş. Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan Kerim’de o da yok…
...
Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyüp ilçe merkezine ulaşmış iki çocuk. Ve hemen bir bakkala girmişler, on yumurtayı satarak bir kalem ve bir de silgi almışlar. O kadarına yetmiş on yumurtanın parası…
Kalemi de silgiyi de ikiye bölerek paylaşmışlar, sınava öylece girmişler.
Ve ne iyi ki ikisi de başarmışlar…
Ancak bilmedikleri bir şey varmış: Sınav iki gün sürecekmiş…
Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, durumu öğrenince Hükümet Konağı'nın önünde neredeyse ağlamaklı biçimde ve geceyi nerede geçireceklerini bilmeden bir aşağı, bir yukarı yürümeye başlamışlar…
Cadde üzerindeki evlerden birinin penceresinden bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları çağırmış. Durumlarını öğrenince de önce karınlarını doyurmuş. Akşam eşi işten gelince de niyetini ona söyleyip çocukları o gece misafir etmiş.
Akşam köye dönen muhtarla da çocukların ailelerine haber göndermiş meraklanmasınlar diye. Çocuklar belki de o akşamın moraliyle umutlanıp ikinci günün sınavında da başarılı olmuşlar. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt yaptırmışlar ve ardından şanla şerefle geçecek otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamına atılmışlar…
...
Ben, on yumurtanın iki öğretmen edebileceğini işte bu dokunaklı hikâyeden öğrenmiştim…
Ve asla unutmam, babam öykünün sonunu şöyle bağlamıştı: Bak oğlum, köyden on yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime cumhuriyet denir…”
★★
Peki bu hikâyenin üstüne ne denir?
Hakikaten bilemedim!
Ne söyleyeceğimi değil ama, söyleyeceklerimi nasıl kısaltacağımı bilemedim…
Sustum, yutkundum.
*: Pegem Akademi Yayınları’ndan Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler adlı kitabı edinmek için yayınevi sipariş linki:
https://pegem.net/urun/Okullar-Degil-Okullarin-Icindeki-Hikayeler/62201